(Tabiat Risalesi Açılımları 1)
Çocukluk yıllarımdan beri öğrenmeye meraklı ve araştırmaya hevesli biri olarak hatırlıyorum kendimi hep nedense. Afacan bir çocuk olarak yaptığım yaramazlıklarım, aslında meraktan kaynaklanan, minik ve masum bilimsel deneylerden ibaretti. Annemin parfümünün sineğin üzerinde etkisinin ne olacağını gözlemlemeye çalışmam gibi! Popüler bilim, fizik, astronomi özel ilgi alanımdı. Lise yıllarımda bilim adamı veya profesör gibi bir şey olacağım düşünülüyordu. Aslında ben de bunun hayalini kuruyordum!
Çünkü lisede bile, fizik dönem ödevimin konusu, kuantum mekaniğiydi. Fakat hayatın gerçekliği içinde değişik şekillerde kırılarak ve değişerek büyüdük. Farklı yerlere ve meşguliyetlere yöneldik. Sonuç olarak bir profesör olmadım. Ama içimdeki meraklı çocuğun öğrenme aşkı hiç bitmedi. Şu anda hâlâ 10 yaşımdaki kadar meraklıyım. Bu güzel bir şey aslında. Allah bizden meraklı olmamızı istiyor. Kâinatın yüksek okulunda hevesli bir talebe olarak kaldım. Aslında bunun daha kıymetli ve özel bir şey olduğunu düşünüyorum.
Bütün bilimlerin temel olarak yapmaya çalıştığı şey, kâinatın işleyiş ve maksatlarını anlamaya çalışmaktır. Gerçekten hakikat aşığı hangi bilim adamına sorarsanız sorun size bu yanıtı verecektir. Bazıları diyor ki: “Hayır, bilimin böyle bir amacı yoktur.” Biz de deriz ki: Nasıl yoktur? Siz bilimi böyle mi algılıyorsunuz? Anlamsız bir bilgi faaliyeti midir bilim? Bilimin etrafımızda gördüğümüz her şeyi ve işleyişini açıklamak maksadı ile yapılan bir bilgi faaliyeti olduğu o kadar açıktır ki izaha gerek yoktur.
Bu faaliyetlerin en nihayetinde varmaya çalışılan son noktanın bilimin amacı olmadığını ifade etmek, bilimin amacından habersiz olmak ve amaçsız bir bilgi faaliyetine bilim demek olur. Teferruatında böyle olduğu gözükmese bile, bilimlere yukardan geniş bir gözle baktığınızda bu çok açık bir şekilde görünür. Bunu kabul etmezseniz anlamsız bir bilgi faaliyeti olduğunu söyleyerek bilime itiraf etmiş olursunuz.
“Nereden geldik? Nereye gidiyoruz ve neyiz?” Yani burada ne yapıyoruz, vazifemiz nedir, biz kimiz? Bu üç sırlı soruyu bütün dinler, felsefeler ve bilimler sormuştur ve cevabını aramıştır. Bilim, felsefe, din ve bunlarla uğraşan insanlar tamamen ortak bir arayış tabanını ve çalışma sahasını paylaşırlar. Bu manada birdirler ve ortaklıkları vardır.
Fakat şöyle bir ayırım vardır. Bu sorulara yalnız dinler cevap vermiş, diğerleri sadece aramıştır ve aramaya da devam ediyorlar. NASA fizikçisi Robert Jastrow, bu konuda “bilim adamlarının cehalet dağını aştığı, en yüksek tepeye tırmandığı, ancak en üstteki kayaya çıkınca orada binlerce yıldır oturan ilahiyatçılarla karşılaştıkları” yorumunu yapmıştır ve bizce çok da haklıdır. Bilime tamamen materyalist ve ateist bir düşünceyle yola çıkmış olduğu halde, bilimde geldiği en son noktanın kendisini bir yaratıcının varlığına getirdiğini ve artık bir yaratıcının varlığına kesin olarak inandığını, bir ateist olarak hayretler içinde dile getiren ve itiraf eden çok sayıda bilim adamı mevcuttur.
Bu konuda en anlamlı, en yüksek ve en doğru bilgiyi ders veren bir yaklaşımla gençlik yıllarımda tanıştım. Her gün gördüğünüz ve alıştığınız için artık fark etmediğiniz ve kendinize sıradan ve basit gelen dünyaya yeni bir gözle tekrar bakmayı öğreten, akıllara tükenmez bir ilim hazinesi açan ve güzelliğine hayran kaldığımız sanatlı her bir mevcutta ruhen bir yükseliş imkânı veren bu yüksek ilme, memnuniyetle ve hayranlıkla talebe oldum. (Saklamaya gerek yok, Risale-i Nur eserlerindeki Kur’ân ve iman ilmini kastediyorum.)
Kâinat yüksek okulunda halen bir talebe olarak okumaya, merak etmeye ve sorgulamaya devam ediyorum ve mezuniyet diplomasını alacağım günü iple çekiyorum. Bu yazıda size ders veren ve bildiğini öğreten bir konumda değilim. Çünkü ele alınan konuların hepsi, kendi kendime sorguladığım şeyler ve kendi iç dünyamda çıktığım zihinsel bir yolculuğun yazılı ifadesi. Bu yolculukta hissettiklerim, bulduklarım, sorguladıklarım ve keşfettiklerim ve benim kendi dersimi nasıl anladığımla ilgili kişisel notlarım. Bulduklarımı ve hissettiklerimi paylaşmak istedim. Büyük ve tükenmez bir hazineyi ve anahtarını keşfeden, o hazineyi heyecanla duyurmak ve başkalarıyla da masumane paylaşmak isteyen meraklı bir çocuk gibi. Evet, şimdi Tabiat Risalesi’nde ele alınan konunun ne olduğuna ve bize ne anlam ifade ettiğine bakalım.
19. yüzyılın ortasından itibaren bazı bilim adamları,
* Hem kâinatın ve maddenin varoluşunu açıklamak,
* Hem de canlı ve cansız eşyanın, maddenin hareket ve işleyişine bağlı olarak ortaya çıkan farklı şekil ve çeşitlilikteki oluşumlarını bilimsel sebeplere dayandırmak iddiasıyla bir takım teoriler geliştirdiler.
Canlılığın nasıl meydana geldiğine dair evrim teorisi benzeri teoriler bir zaman popüler olmuş olsalar da, bu tarz konuların eskisi kadar ilgi odağı olmadığı malum. Artık popüler olan düşünmek, sorgulamak ve okumak değil. Eğlenceli vakit geçirmek odaklı bir yaşam daha cazip bulunuyor. Acaba böyle mi olmalı? Ayrıca bu tür konuları neden merak edelim ki?
Önce bunun kısa cevabını vererek işe başlayalım.
İnsanın var edilmesindeki temel maksat, bu dünyanın kendisi için özel olarak inşa edildiğini görmesi ve takdir etmesidir.
Yaratıcının bir insandan her şeyden önce yerine getirmesini istediği ve bu yöndeki tüm gayretlerini en büyük manevî ibadet saydığı şey, şüphesiz bir kesinliğe sahip olan, sağlam bir bilgiye ve aklî delillere dayanan ve tüm detayları tereddütsüz bir kanaatle kalben kabul edilen bir inancı elde etmeye çalışmasıdır.
Bu neden bu kadar önemlidir? Çünkü eşyanın gerçek maksatları, manası ve hakikati, eşyanın yaratıcısını tanımak ve sevmek manalarının ışığıyla görünür. Âdeta elektrik lambasını kapattığımızda her şeyin karanlıkta kalması ve varlığının bilinememesi ve o ışığı açtığınız zaman, varlığının göz önünde ortaya çıkması gibi. Bunu imanın manevî ışığı, eşyanın manevî varlığını keşfediyor şeklinde ifade edebiliriz. Kendisinin ve kâinatın yaratılış maksadını karşılayan ve ona uygun hareket eden bir insandan hoşnut kalacak olan yaratıcısı, onu elbette başköşeye koyacaktır, iş görmeyen bozuk bir cihaz gibi kaldırıp çöpe atmayacaktır.
İnsan, fiziksel yapısının zayıflığı, acizliği ve muhtaçlığı yönüyle çok küçük ve düşük bir canlıdır ama akıl ve idrak yönüyle çok büyük ve yüksek bir kıymeti vardır. Madem bütün kâinatın yaratılış hikmetleri ve maksatları insan ile ortaya çıkıyor, onunla gerçekleşiyor ve madem, bir ağacın neticesi meyvesidir ve ağacın bütün dalları, budakları o meyve için çalışır. Hatta denilebilir ki: “onun içindir”.
Kâinat ağacının meyvesi, neticesi olan ve gerçek kıymetini anlayan hakikî bir insan: “Bu dünya benim bir evimdir ve benim için böyle hazırlanmış.”diyebilir.
İşte biz bu yazıda, bu anlamlı sözü kendi adımıza da söyleyebilmek için buluştuk.
Eşyanın ve canlılığın varoluşuyla ilgili teorilerin detaylı incelemelerine geçmeden önce şunu sormamız gerekiyor. Bu konuda isabetli kararlar verebilmek için doğru bir bakış açısına sahip miyiz? Kâinata, dünyaya ve üzerinde yaşayan canlılara dair fikirler üretirken, ne hakkında konuştuğumuzu ve nasıl bir şeyin açıklamasını yapmaya çalıştığımızı iyi bilmemiz gerekiyor. Gerçekten bu meseleleri incelerken ve bir hükme varmaya çalışırken neyle uğraştığımızın farkında olmalıyız. Bilim adamlarının da bunun farkında olması lazım. Farkında olmadıkları için, yüzeysel baktıkları için, detaylarda boğuldukları için hatalı yaklaşımlar ortaya koyuyorlar.
Şimdi gözlemci olarak misafir edildiğimiz bu dünyanın ne kadar harika bir yer olduğunu idrak etmeye çalışalım. Lütfen internet arama sayfanızın görseller bölümüne sırayla “büyük patlama ve galaksi resimleri”, “uzaydan dünyamız”, “gökyüzü”, “tabiat manzaraları”, “denizaltı dünyası”, “hayvanlar âlemi”, “çiçekler âlemi”, “meyveler” yazın ve bunu mutlaka yapın. Göz alıcı bir görselliğin hatırına, çok keyifli ve kolay bir işe kısa bir vakit ayırmaya kesinlikle değer.
Ama lütfen alışmışlık perdesinin arkasından bakın!
Esasen bir yaratıcının varlığı ihtimalini zaten baştan kabul etmemek ve onun dışında bir açıklama aramaya şartlanmak söz konusu olunca, geriye canlıların meydana gelişini tesadüf ve sebeplerle açıklamak kalıyordu. Bir yaratıcının varlığını her durumda inkâr etmek ve alternatif yolları kabul etmek ve ettirmek için, zorlama bir çaba sarf ederek uydurulmuş hayal mahsulü pek çok düşünce, hatta sahte deliller bile bu teorinin içine katıldı.
Genel olarak tabiatçı ve materyalist(maddeci) felsefe olarak adlandırılan bu iddialarda, maddenin varlığı ve eşyanın oluşumu, üç temel nedene dayandırılarak açıklanmak isteniyordu:
1-Tabiattaki maddî sebepler.
2-Eşya ve maddenin kendinde var olan ve kendinden kaynaklanan özellikleri.
3-Maddenin, belirlenebilir düzenli kanunlara uygun işleyişi. (veya diğer bir deyişle “mevcut eşyanın tümü ve eşyanın çeşitli durumlardaki davranış şekli” demek olan tabiat kavramı. Yani tabiat dediğimizde, eşyadan farklı bir şeyden bahsetmiyoruz. Hani deriz ya: “Ziya’nın tabiatı, karakteri şöyledir.” Bu sözle Ziya’dan farklı bir şeyi kastetmediğimiz gibi.)
Böyle bir dönemde, zamanının bütün modern fenlerini tetkik etmiş Bediüzzaman Said Nursi tarafından kaleme alınan Risale-i Nur Külliyatı içerisinde mümtaz bir yer kazanan, mükemmel tespitleri halen geçerliliğini koruyan, meşhur ve eskimez bir eser olarak 1930’lu yıllarda ortaya çıkan Tabiat Risalesi’nde, eşyanın oluşumunu açıklamak için aklen ortaya atılabilecek bu üç ihtimalin doğru kabul edilmesinin, işin pratiğinde içinden çıkılması imkânsızlık derecesinde zor olan durumları netice vereceği ve dolayısıyla aklen bu ihtimalleri kabul etmenin mümkün olmadığı, şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta izah edilmektedir.
Malumdur ki, yüksek kıymeti bulunan, bilimsel nitelikteki bir eserin gerçek manada anlaşılması ve insanlığa mal edilmesi, çoğu zaman eser üzerinde yapılan çok yönlü çalışmalarla gerçekleşmiştir.
İşte Tabiat Risalesi Açılımları izah metinlerinin ve “Tabiat Risalesi Açılımları Seminerleri” ismiyle sunulan yedi adet seminer çalışmasının yapılmasının önemli bir maksadı tam da budur.[1]
Söz konusu eserin incelenmesi, eserle ilişkili temel kavramların kavranılabilmesi, varoluş üzerine güncel bilimsel yaklaşımlara sağlıklı bakış açıları geliştirebilmesi, eserin ele aldığı konuların daha iyi anlaşılabilmesi ve kabul görecek alternatif bir bilimsel yoruma yön verecek düzeyde ciddî bir ilmî keşif ve kaynak eser olarak benimsenmesine, ayrıca kıymetine uygun, güncel ve akademik bir tarzda yeniden takdim edilebilmesine zemin hazırlamak.
Tabiat Risalesi’yle çıktığımız keşif yolculuğunda, kâinatın varoluşunu ve işleyişini açıklamaya yönelik ortaya atılmış teorileri ve güncel bilimsel yaklaşımların en meşhurları üzerinde incelemeler yaptık ve alternatif bir bilimsel yorum düzeyinde değerlendirmeler ortaya koyduk.
Şimdi önünüzde her biri imkânsızlık derecesinde zor üç ihtimal olduğunu düşünün. Eğer dördüncü bir yol varsa ve çok kolay, çok zaruri, çok basit ve çok lâzım ise ne mecburiyetiniz vardır bunları kabul etmeye? O dördüncü şıkkı tercih etmeniz lâzımdır, değil mi? Ya da bu üç ihtimalin imkânsız olduğu ispat edildiği zaman, dördüncüsünün gerçek olduğu kendiliğinden ortaya çıkar, değil mi? İşte, tabiat risalesinin yapmaya çalıştığı bu.
Aklen kabul edilemeyecek derecede zor ve imkânsız durumları netice veren ve gerçekleşmesi imkânsız olan durumları gerektiren ihtimal ve teoriler ise, doğru ve gerçek olarak görülemez.
Dolayısıyla, imkânsız durumları netice verdiği Tabiat Risalesi’nde ispatlanan üç ihtimal de teker teker iptal edilmiş olduğundan, geriye kalan dördüncü ve tek yolun, yani eşyanın azametli bir kudrete sahip olan, eşya cinsinden olmayan, madde ve zaman kayıtlarına bağlı hareket etmeyen bir yaratıcı tarafından icad edilmiş olması imkân ve ihtimalinin doğruluğu, açıkça ispat edilmiş olmaktadır.
Etrafımızdaki eşyanın işleyişini, tabiatçı düşüncenin iddialarını ve eserde ileri sürülen delilleri zihnimizde daha net kavrayabilmek için temel kavramları ele alalım ve bu meşhur “tabiat, tesadüf, sebepler ve kanunlar” denen şeyler gerçekte neymiş, ne değilmiş bilelim ve anlayalım.
Tabiat Nedir?
Önce en meşhurundan başlıyoruz. Tabiat nedir? İşte kelime anlamı olarak ifade ettikleri: -kâinat ve içindekiler. -maddî âlem. -kâinatın düzenini devam ettiren kanunlar. -bir cismin mahiyeti, temel özellikleri.
Açıkça görülüyor ki, tabiat denilen şey, etrafımızda gördüğümüz canlı ve cansız nesnelerden farklı ve ayrı bir varlığı bulunan bir şey değildir, sadece tüm bunların toplamını ifade etmek için kullanılan, gözle görülmeyen soyut bir kavramdır. Benim tabiat, sizsiniz tabiat, etrafınızda gördüğünüz ne varsa odur tabiat. “Gel tabiat gel, bana elma ver” diyebileceğiniz bir tabiat yok. Kâinatın kendisinden bahsediyorsunuz. Bu ne demektir?
Üçüncü maddedeki tabiat tarifimizi hatırlayalım: Tabiat, mevcut eşyanın tümü ve eşyanın çeşitli durumlardaki davranış şekli demekti. Tüm insanları ifade etmek için kullanılan “insanlık” kelimesi gibi. “İnsanlık” kavramı, insanların toplamından oluşur ve tek başına haricî ve somut bir gerçekliği yoktur.
Tabiat Risalesi’ndeki dokuz tane imkânsız senaryoya daha hiç gelmeden temel kavramları anladığımızda mesele çözülmeye ve kendini belli etmeye başlıyor. Şöyle ki: Etrafımızdaki maddenin varoluş ve işleyişini tabiat kavramına dayandırarak izah etmek, izah etmeye çalışmak veya izah ettiğini zannetmek “bu neden böyledir” şeklindeki bir soruya “öyle olduğu için” diye cevap vermekten daha anlamlı değildir. Yani bir şeyin sebebini, yine kendisi ile izah etmektir. Harici bir sebep aramamaktır. Bu da ne kadar anlamlı bir şeydir? Bir şey hem “yapılan” olacak, hem “yapan” olacak. “Bir şey kendisi henüz yokken, yok olduğu bir zamanda, kendini ‘kendi kendine’ yine kendisi yapmış!” Böyle bir cümle kulağa ne kadar mantıklı geliyor siz hesap edin. Bu safsatayı bütün insanlığa yutturmuşlar. Gerçekten çok başarılılarmış. İşte reklamın, propogandanın ve spekülasyonun[2] gücü.
Tabiat Kanunları Nedir?
Diğer taraftan tabiat kanunları için de durum çok farklı değildir. Adı üstünde “kanun”, yani yapılan bir iş hakkında verilen kararın nasıl uygulanacağını gösteren prensip. Nasıl bir şeydir kanun? Soyut bir kavram. Somut varlığı var mı? Yok. Ne ile bilinir varlığı? Eserleri ve tesirleri ile bilinir. İcra edildiği zaman ona kanun denilir. “mahkeme kararını uyguladı, mahkûmu infaz etti” dediğinizde kanun orada ortaya çıkar, hükmün icrasıyla kendini gösterir.
Bir kanunun işleyişi için bir kanun koyucu, yani bir irade sahibi gereklidir, yoksa kanunların kendi başlarına işleme kabiliyetleri yoktur. Tabiat kanunları da, eşya üzerinde etkisini gösteren, fakat haricî ve somut bir varlığı bulunmayan soyut kavramlardır. Bu kadardır meşhur tabiat işte. Yani içi boş bir kavramdan ibarettir.
Esas itibariyle tabiat kanunları demek, sürekli olarak belli bir düzenlilikte hareket eden maddenin, bu hareketindeki düzenliliği nedeniyle belirlenebilen hareket prensiplerine verilen isimler demektir.
Eğer madde düzenli hareket etmeseydi, hiç bir bilim dalı oluşmayacaktı denilebilir.[3] Çünkü bu durumda neyi kaideleştirip kitaba koyacaksınız ki? Neyin adına bilim diyeceksiniz? Bilim dediğiniz her şey ve bilim adına ne varsa, maddenin düzenli hareket edişi nedeniyle ortaya çıkan bir bilgi birikimidir ve kâinatın düzenliliğinin bir ifadesidir. Madde düzenli hareket etmeseydi, bilim diye bir şey olur muydu? Elbette olmazdı. İşte tabiat kanunları, maddî bir vücudu olmayan bir kavram olmakla beraber, maddenin nasıl hareket ettiğini ifade etmeye yarar sadece.
Demek istediğimiz şu: Maddenin hareketini tabiat kanunlarına dayandırarak açıklamaya çalışmak aynen şu misale benziyor:
Usta bir mühendis tarafından tasarlanmış ve büyük bir fabrika tarafından üretilmiş bir yolcu uçağını, sadece havanın kaldırma gücüyle, termodinamik kanunuyla, elektrik kuvvetiyle ya da uçağın parçalarının bir araya gelmesi ile açıklamaya çalışmak, hatta daha da ileri gidip uçağın kendi kendine oluştuğunu iddia etmek ve o uçağı tasarlayan mühendisi ya da fabrikasını hiç hesaba katmamak, hiç bahsetmemek ve açıklamada onu konu dışı bırakmak ne derece mantıktan ve bilimsellikten uzak bir izah ise; öyle de, bir uçaktan çok daha ileri bir uçuş sistemine sahip olan ve binlerce türü, yüz milyonlarca ferdi bulunan kuşların mekanizmasını tabiat kanunlarına dayandırmak, bu misalden bin kat daha akıl ve bilim dışıdır diye düşünüyoruz.
Nasıl ki bir uçak kendi parçalarını kendisi yapamaz. (Aksini iddia eden yoktur herhalde.) Öyle de kâinat içindeki sebepler, uçağın parçaları gibidirler. Uçağın parçaları, bir mühendisin ilim ve iradesi, bir fabrikanın gücü olmadan yapılamazlar ve bir iş göremezler.
Gerçi hiç kimse inkâr etmez ve herkes kabul eder ki, o uçak, o parçalar kullanılarak yapılmıştır. Burası dikkat gerektiren ince bir noktadır. Biz de kabul ediyoruz bunu, inkâr etmiyoruz ki. Fakat diyoruz ki: “Yahu arkadaş! Allah sana insaf versin! O parçalar ‘bir araya gelelim de bir uçak oluşturalım’ diyemezler.” Biz bunu diyoruz. Bu kadar basit bir şeyi söylüyoruz. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Bunu ifade etmenin neresi bilim dışı?
Kâinatın kendisi de inşa edilmiş ve akıllıca tasarlanarak yapılmıştır ve içindeki eşya ve canlıların yapanı, kâinat olamaz diyoruz. Bu düşüncede asla sebepleri inkâr etmek yok. Sebepler mi, bilim mi, tabiat mı, yaratıcı mı? Böyle bir ikileme, böyle bir tercihe gerek yok ki. Hepsi bir arada çalışıyor zaten!
Bir uçağı termodinamik kanunundan ayıramazsınız, ayrı düşünemezsiniz. Bizim itiraz ettiğimiz nokta, neden o uçağın mühendisinin hesaba katılmadığıdır. Bütün derdimiz budur. Başka da bir şey değildir. O sebeplerin de, o sebepler kullanılarak yapılan sanatlı ve tasarımlı eşyanın da, onları yapabilecek özelliklere sahip biri tarafından yapılmış olduğuna aklen hükmetmek var burada.
Akıllı Tasarım
Şimdi temel kavramlara geri dönüyoruz. Madem bahsi geçti, “akıllı tasarım” kavramı üzerinde de duralım. Bir yaratıcının meydana getirdiği kâinat modelinde akıllı tasarım önemli bir argüman[4] ve kavramdır. Bir nesnenin tasarlanıp tasarlanmadığını nereden bilebiliriz?
Tasarım, birden çok parçanın belirlenmiş bir maksada yönelik olarak düzenli biçimde bir araya getirilmesidir. Bu özelliğe sahip olan her ne ise ona akıllı tasarım deriz, tesadüfî olmaz çünkü. Bu şekilde bakıldığında bir yolcu gemisi denizde, bir hızlı tren karada ulaşım maksadına yönelik olarak düzenli biçimde bir araya getirilmiş birçok parçadan oluşan karmaşık tasarımlardır.
Tüm canlılara baktığımızda da tasarımın temel özelliklerini aynen ve mükemmelen görüyoruz. İşte bir kuşun kanatları: uçmak gibi bir gayeye yönelik olarak içi boş hafif kemikler, bu kemikleri hareket ettirecek güçlü göğüs kasları ve havada tutunmayı sağlayan tüyler, aerodinamik yani planlanan şekilde hareketini hava içerisinde devam ettirebilen kanatlar ve yüksek enerji ihtiyacını karşılayacak metabolizma. Kuşların göçlerini biliyorsunuz. Nasıl uzak mesafelerde gidiyorlar, hiç yakıt ikmali yapmadan, yemeden, içmeden sürekli havada bulunuyorlar. Neresinden bakarsanız bakın, bu sistemin bir tasarım ürünü olduğunu kabul etmek, en mantıklı olandır bizce. Bizim kanaatimiz budur.
Tasarım ise, bir tasarımcıyı arattırır. Ayrıca, tasarımcı olarak kabul edilecek kim veya ne ise, onun o tasarımı yapabilecek özelliklere sahip olması beklenir. Yoksa ciddiye alınmaz iddianız. “Ben yaptım bu resmi!” diye iddia etseniz, gelecek ilk soru şudur: “resim kabiliyetiniz var mı?” Eğer kabiliyetiniz yoksa iddianız manasız bir şeyden ibaret kalır. Bir tasarım oluşturmak için ilim, irade, kudret üçlüsü lâzımdır. Yani nasıl yapacağını bilecek, yapmayı tercih edecek ve bunu gerçekleştirecek güce sahip olacak.
Tesadüf ve Maddî Sebepler
Şimdi eşyanın varoluşu, kendilerine dayandırılmaya çalışılan maddî sebepler ve tesadüf kavramlarının sahip oldukları temel özelliklere bakalım.
Meşhur “tesadüf”ümüz, en az tabiat kadar meşhur bir kavram. Bu kavramlar yaratıcının yerini almışlar. Kelime anlamına bir bakalım: -Rast gelme, rastlantı, hiç hesapta yokken planlanmamış bir olayın gerçekleşmesi.
Yani, tesadüfte önceden plan yok. Bir gaye yok. Dolayısıyla elde edilmesi düşünülen bir fayda da yok. Yani, meşhur tesadüfümüzün iradesi ve şuuru yok. Görerek, bilerek ve birileriyle haberleşerek, bir araya gelerek ortaklaşa iş yapmak gibi özelliklere de sahip değil. Bana bir şey söyleseniz duyarım, elinizi kaldırsanız görürüm. Ama meşhur tesadüfümüz kör, sağır ve cansız. Yani “vah, yazık!” diyeceğiniz kadar aciz. Tıpkı tabiat ve sebepler gibi. Allah’ın her şeyi yaratabileceğine inanmayan, O’na inanmakta zorlanan bu aciz sebeplere, tabiata, tesadüfe veriyor. Sanki onlar daha lâyık! Onların yapması daha kolay sanki!
Şimdi öne sürülen maddî sebeplere bakalım. Bunlar su, güneş, rüzgâr, çekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, toprak, sıcaklık, soğukluk gibi şeylerdir. Tüm bu sebeplerin de temel özelliklerine baktığımızda şuursuz oldukları, bilerek iş yapma özelliğine sahip olmadıkları, herhangi bir tercihte bulunabilecek iradelerinin olmadığı, karmakarışık, hedefsiz ve cansız oldukları açıkça görülüyor. Hâlbuki ne kadar ilginçtir ki, bu sebeplere bağlı olarak meydana gelen neticelere baktığımızda farklı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Düzenli, sanatlı, insanı hayran bırakan tasarım harikası ürünler ortada görülüyor. Hayret! Nasıl oluyor ki bu iş acaba?
Demek yol temel olarak iki görünüyor.
Ya eşyanın varoluş ve işleyişini izah etmek için kâinatın içinden bir sebep arayacağız ya da eşyanın haricinde bulunan bir etki edici ve gizli bir işleyicinin varlığına hükmedeceğiz.
Tabiat Risalesi’nde, mevcut eşyayı yine kendi içinde izah etmek için üretilmiş alternatif açıklama olan “eşyanın tabiat ve sebepler tarafından kendi kendine oluşması” için aşılması gereken zorlukların, bu durumda ortaya çıkacak imkânsızlıkların ve akıl dışılıkların teker teker ele alındığını görüyoruz.
Yazımızın bir sonraki bölümünde tabiattaki maddî sebeplerin bir araya gelerek canlıları ve canlılığı oluşturması mümkün müdür, bunu inceleyeceğiz.
[1] Tabiat Risalesi Açılımları Seminerleri’nin videolarına, Youtube’da arama bölümüne “Ediz Sözüer” yazarak ulaşabilirsiniz.
[2] Spekülasyon: Bir hususta sırf düşünce yolu ile delile dayanmadan bir sonuca ulaşma. Kurguda bulunma.
[3] Aslında kuantum dünyasında öyle değil mi? Atom altı dünyada belirsizlik ilkesine göre elektronun nerede olduğu bile belli değil. Madde tamamen bir kaos ve belirsizlik halinde hareket ediyor. Küçük âlemde öyle. Peki büyük âlemde yani gözle gördüğünüz maddî âlemde nasıl böyle düzenli ve kararlı bir madde yapısı ortaya çıkıyor? Bunu kim izah eder Allah aşkına? İlerleyen bölümlerde bu konuda (Risale-i Nur’dan yararlanarak) çok çarpıcı tespitler ortaya koyduk.
[4] Argüman: Delil.