Hz. Peygamber, merkezinde eşlerinin yer aldığı bir başka sıkıntıyla daha yüzyüze gelir. Devir, mü’minlerin büyük ganimetlere kavuştuğu Hayber zaferi sonrasıdır; ve bunca yıllık darlık döneminden sonra herkesin yeni gelen refahla sınandığı bir dönem yaşanmaktadır. “Asıl olan ahiret yurdudur” ve “Dünya hayatı aldanma metaından öte birşey değildir” gibi âyetleri, darlık zamanlarında duyup bir sekinet ve teselli vesilesi olarak kalbe yerleştirmekten daha zoru şimdi yaşanır. Dün elde avuçta zaten birşey olmadığı için yapılan, bugün elde avuçta çok şey olduğu halde yapılma durumundadır: ahiretin tarlası olan dünyayı arzularının doyum yeri yapmamak, şu dünyadan ‘ihtiyaç miktarında’ nasiplenmekle yetinmek...
Medine’nin her evinde yaşanan bu imtihan, Peygamber evine de sirayet eder. Medine’nin mü’mine hanımlarının birinin yeni bir elbise, öbürünün yeni bir takı, berikinin yeni bir eşya ile gözüktüğü sırada, Hz. Peygamberin ‘melek’ olarak değil ‘insan’ olarak kemal yolculuğuna çıkmış eşleri de böylesi talepler dillendirirler.
Hakikat-ı halde, Peygamber ‘herhangi bir eş’ olmadığı için, onlar da ‘herhangi bir hanım’ gibi davranmama durumundadırlar. Hz. Peygamber nasıl başka bir mü’minin evine yollamakta beis görmediği süslü perdeyi kızı Fâtıma’nın evinde görünce içeri girmeden evi terketmişse, eşlerinin de başka mü’mine hanımların yaptığını yapıyor olmasını istemez. Peygamber ailesinin hanımları; yani onun eşleri, kız çocukları ve hatta halaları, birer ‘nümune-i imtisal’ ve ‘nokta-i istinad’dır. Başkalarına helâl olan kimi şeyler, onlara uygun düşmez. Başka hanımların kocalarından istediği şeyleri Hz. Peygamber’den istemeleri de... Her nimetin bir külfeti vardır. Peygambere eş olma eşsiz nimetinin külfeti de, Peygamberin sergilediği ‘en güzel örneklik’ hatırına dünyadan nasibini az kılmak; dünyaya dair taleplerle Hz. Peygamber’i bunaltmamak ve Peygamber eşleri olarak ‘örneklik’ konumunu dumura uğratmamaktır.
Gelin görün ki, o refah döneminde, Peygamberin hanımlarında, ‘hanım’ oldukları duygusu, ‘Peygamberin hanımı’ oldukları duygusundan daha ağır basar. Başka hanımların kocalarından istediklerini onlar da Peygamberden isterler. Sonuçta, Peygamber de bir insandır; bunalır ve eşlerinin odalarını terkederek, mescidin yanındaki bir odada inzivaya çekilir.
Bir ay süren bu inziva döneminde, Peygamberin hanımları, birçok şeyi tecrübe ederler elbet. Tecrübe ettikleri ilk şey, Peygamberin hanımı olmanın, Peygamberle her gün hemhal olmanın dünyanın başka bütün nimetlerinden, süsünden, takısından, elbisesinden daha büyük bir nimet olduğudur. İkincisi, Peygamberin ‘onlara mecbur olmadığı’dır. Peygamber nezdinde ‘vazgeçilmez’ olmadıklarıdır. Hz. Peygamber, eşlerinin odalarını terkederek, Peygamber olarak risalet vazifesini dumura uğratacak talepleri karşısında, vazifesinden değil onlardan feragat edeceğini, edebileceğini, buna muktedir olduğunu göstermiştir.
Nitekim, bu inziva döneminin 29. gününde gelen âyetler (Tahrim sûresi, 66:5), bu mânâyı ders vermektedir:
“...Eğer o sizi boşarsa, pek yakında Allah, sizin yerinize sizden daha iyi, müslime, mü’mine, itaatkâr, tevbe eden, ibadet eden, Allah’a göç eden dul ve bakire kadınları ona verir.”
Bu âyet, gerçekte, Hz. Peygamber’in aile hayatı ve hanımları örneğinde, bütün aile hayatları ve bütün hanımlar için bir mesaj getirmektedir.
Âyetin bu mesajından anlaşıldığı üzere, eşlerinin Hz. Peygamber’e karşı taleplerinde bu kadar ısrarcı olmalarının ardındaki hâlet-i ruhiye, ‘vazgeçilmezlik’ hâlet-i ruhiyesidir. Görünen o ki, Peygamberin hanımları, kendilerine yönelik bir ‘seçilmişlik’ duygusu edinmişlerdir. Peygamber için kendilerinden ‘daha hayırlı, daha müslüman, daha mü’min, daha itaatkâr...’ hanım düşünemez duruma gelmişlerdir ki, Tahrim sûresinin 5. âyeti, berrak bir biçimde onlara “Vazgeçilmez değilsiniz!” mesajı vermektedir: Vazgeçilebilirsiniz. Peygamber sizden ayrılırsa, bu sizin için iyi olmaz. Ama Allah, ona sizden daha hayırlısını nasip eder!
Sonuç, mâlûmdur.
Peygamber’in eşleri, annelerimiz, bu ilâhî müdahale karşısında almaları gereken dersi alırlar. Vazgeçilmez olmadıklarını Peygamberin bir aylık inzivası ile zaten öğrenmişlerdir. Üstüne üstlük, gelen âyet ile Kadîr-i Zülcelâl de ‘vazgeçilmez olmadıkları’nı bildirip Hz. Peygamberi vazgeçip geçmemekte muhayyer bırakmıştır. Ve, onlar bu mesajı aşikâr biçimde alıp kalblerine yerleştirince de, Hz. Peygamber de ‘boşama’ şıkkını ihtiyar etmez; evine, eşlerinin yanına döner. Sonraki aylar ve yıllar boyu da, ‘vazgeçilmez’ olmadığını bilen hanımlar, bu bilginin gerektirdiği halet-i ruhiyeyi takınır, ona göre davranırlar. Bir daha, risalet vazifesini incitecek bir tavır takınmazlar. Bir daha da Efendimizden (a.s.m.) ayrı kalmazlar.
O zaman Peygamber ailesinde yaşanan bir krize ‘ilâhî müdahale’ anlamındaki Tahrim sûresi âyetinin (ki, sûrenin merkezî âyetinin bu olduğunu; ismini bu âyetten aldığını hatırlayalım), her zamanın ve de bu zamanın aile hayatları için yol gösterici olduğuna inanıyorum.
Bu âyetin kadınlara verdiği mesaj ‘vazgeçilmezlik’ halet-i ruhiyesinin evlilik hayatını mahveden en önemli unsurlardan biri olduğu ise, erkeklere verdiği mesaj da budur. Erkeğin hanımına “Sensiz yapamam” dediği veya böyle hissettirdiği evlilikler, yürümesi riskli evliliklerdir.
Erkek için olması gereken, çizgiyi “Sensiz yapabilirim; ama seni seviyorum ve bunu tercih etmiyorum” düzeyinde tutmaktır. Kadın için olması gereken ise, “Bensiz yapamaz” duygusuyla gelişen rıza dayatmacısı, pazarlıkçı ya da baskın gelme sevdalısı hal ve tutumların semtine uğramamak...
Biliyorum; bu analiz, özellikle şu zamanın hanımlarına ters gelecek.
Ama ne yapalım, kadını da, erkeği de yaratan Zât-ı Zülcelâl, aile içindeki bir gerilimin sebebini de, çözümünü de burada göstermişse, bizim baktığımız ve durduğumuz yeri düzeltmemiz gerekiyor...