Ya Van günleri?
Horhor Medresesinde kendinize mahsus bir yöntemle verdiğiniz dersler, şerh ve haşiyeler üzerinde fazla durmadan ve pratik bir yöntemle kısa sürede alim derecesine yükselen talebeleriniz, sonra 1. Cihan Savaşı, bütün talebeleriniziz başında Albay Said olarak savaşa katılmanız, Ruslara ve onlarla işbirliği yapan Ermenilere karşı mücadeleniz, aman Allah’ım, cephede en önde, atınızı sürerek düşman üzerine hücumlarınız.
Talebeleriniz ve emrinizdeki askerlerin yürekleri ağızlarına geliyordu.
Düşmanın üzerine doğru kahramanca hücum etmiş ve ‘’bu kâfirlerin gülleleri beni öldürmeyecek’’ demiştiniz.
Sonra Bitlis savunması sırasında kırılmış bacağınızla, Ruslar tarafından esir alınışınızın ardından, uzun ve aylar süren yorucu bir esaret yolculuğu…
İki buçuk yıl süren esaret günleri, Nikola Nikoloviç’in ziyareti esnasında ayağa kalkmamanız, idama mahkûm edilmeniz, bu karara hiç ehemmiyet vermemeniz, muhteşem sabır, kanaat ve sükûnetiniz…
Kampta beraber bulunduğunuz ve sizi çok seven ve hürmet gösteren zabit arkadaşlarınız, bu mütevekkil halinize ne kadar da şaşırmışlardı.
Bütün zerreleriniz ile iltica ettiğini Rabbinizin hıfz ve himayesi sonucu, Nıkoloviç’in özür dileyerek idam kararından vazgeçmesi.
Bolşevik ihtilalinden bir müddet sonra, bir inayet eseri olarak esaret kampından kurtulmanız, aylar süren meşakkatli bir firar yolculuğu neticesinde yeniden vatana avdet etmeniz.
İstanbul’da bir kahraman olarak karşılanmanız, Enver Paşa’nın büyük yakınlık ve hürmeti.
Dar-ül Hikmet-ilİslamiyeye aza olarak tayin edilmeniz.
İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi üzerine gösterdiğiniz büyük tepki, Hutuvatt-ı Sitte eserinizi yazarak aldığınız maaşlarla çok sayıda bastırıp, İstanbul halkına dağıtmanız.
Ahalide, kuvvetli bir moral ve direnç oluşturan bu kitapçığınızı gören İngilizlerde meydana gelen dehşetli öfke ve sizin hakkınızda yakalama emrini çıkarmaları.
İngilizlerin İstanbul’da estirdiği terör ve dehşet ile çok sayıda münevver insan öldürülmüş, bir çoğu tutuklanmış ve bunlardan da önemli bir kısmı sürgüne gönderilmişti.
Hakkınızda çıkarılan fermana rağmen, İstanbul’u terk etmemiş ve çalışmalarınıza devam etmiştiniz.
İstanbul’daki bu duruşunuz ve çalışmalarınız Ankara hükümetinin dikkatini çektiği için ısrarla davet edilmiş ve Ankara’ya giderek Büyük Millet Meclisi’nde idarecilerin dikkat etmesi gereken hususları gayet beliğ bir şekilde ifade ettiğiniz bir beyanname neşretmiştiniz.
Ancak, bu beyanname ve burada yaptığınız çalışmalar, o günlerin egemen zihniyeti tarafından hoş karşılanmamıştı.
Sizi davanızdan vaz geçirmek için neler neler yapılmıştı, bu dönemde en kara bir halet-i ruhiye hissettiğiniz Ankara’da.
Üç yüz altın maaş, milletvekilliği, Şeyh Sünusi yerine Şark Umumi Vaizliği, Diyarbakır’da bir köşk.
Bu vaatler ve ulufe gibi makam dağıtmalarla, ne âlimleri etraflarında fetvacı ve pervane yapmışlardı.
Fakat sizin gibi birisini, dünyevi makam ve maddi menfaatlerle kendilerine ram etmenin mümkün olmadığını çok iyi anlamışlardı.
Size Ankara’da kaldığınız süre içinde, aşı bahanesi ile çok kuvvetli bir zehir vermişler ve canınıza kast etmek istemişlerdi.
Fakat ne mümkün?
Allah’ın hıfzı ve inayeti altında olan birisini, bütün şer güçler bir araya gelse bile öldürebilirler miydi?
Ahir zamanda çıkacağı Hadislerle ifade edilen dehşetli bir şahsın zuhur etmeye başladığını imanın nuruyla görmüş, bu dönemden itibaren, imanı kurtarmanın çok müşkül bir mesele haline geleceğini anlamıştınız.
Bu saikle ve bin bir düşüncelerle yüklü bir şekilde, dehşet5li planlara sahne olacak bu şehirden ayrılmıştınız.
Çünkü bu zihniyetle siyaset yoluyla mücadele etmenin mümkün olmadığını hadislerde görmüş, yeni bir doğuşun ve yeni bir anlayışın manevi zeminini hazırlamak üzere, kader-i İlahi tarafından sevk edilmiştiniz.
Trenle Van’a doğru yaptığınız uzun yolculuk esnasında, hep bunları düşünmüştünüz.
Van’a geldikten sonra, Erek dağının ve Horhor Medresesinin sinesine çekilmiştiniz.
Şeyh Said hadisesine hiç karışmadığınız ve milletin manevi bir cihatlairşat edilmesi gerektiğini her vesile ile söylediğiniz halde gözaltına alınmış ve bu sefer de Anadolu’nu bağrına sürgüne gönderilmiştiniz.
Van’dan Erzurum yoluyla karlar üzerinde kızaklarla yaptığınız uzun ve meşakkatli yolculuk.
Sonra Trabzon’dan vapurla İstanbul’a götürülmeniz.
Burada günlerce ifadenizin alınması.
Yeniden Vapur seyahati ile İzmir’e ulaşmanız ve burada bazı sürgünlerin indirilmesinden sonra, yeniden yola koyulmanız.
Günler süren yolculuğun ardından Antalya limanında indirilmeniz ve kara yolu ile Burdur’a götürülmeniz.
Ya Burdur günleri?
Hacı Abdullah camisindeki küçük ve mütevazi menziliniz.
İşte burada Nurun İlk Kapısından girmiş ve artık bambaşka bir aleme kanat çırpmaya başlamıştınız.
Bu alem, bütün bir alemi kendine celp ve cezp edecek bir alemdi.
On dört asır boyunca ümmetin intizar ettiği, İki Cihan Güneşi’nin(ASV) beşaret ve takdirime mazhar olmuş, yepyeni necat kapıları açacak apaydınlık ve nurlu bir alem.
Bizlere de bu kapıdan girmeye destur var mı efendim?