Bu muhteşem ve bütün oyunları alt üst eden Ayet-ül Kübra ve Beşinci Şua gibi risaleleri, yaptıkları bir baskınla ele geçiren malum ve menhus zihniyet, adeta çarpılmış ve feleğini şaşırmış bir vaziyette bir kez daha saldırıya geçmiş, size ve kahraman talebelerinize yeniden hapishane yolu görünmüştü.
Önce Ankara yolu ile Isparta’ya götürülmüş ve daha sonra Denizli zindanına konulmuştunuz.
Burada tazyik ve tarassudun dozu artmış, birçok bölgeden getirilen talebeleriniz de bu zindanın tembihli gardiyanlarına teslim edilmişti.
Aman Allah’ım, ne kadar da zalimce davranmış ve ne kadar da pervasızca muamelede bulunmuşlardı.
Fakat Denizli Mahkemesinin adil heyeti, kendilerine yakışan bir karara imza atmış ve devrin despot muktedirleri, sinirden adeta deliye dönmüşlerdi.
Birçok erkek şahsın yapmaktan çekindiğini bir bayan hâkime yapmış, Hesna Hanım, adeta manevi bir kızınız olarak duanıza dâhil olmuştu.
Sonra birkaç ay Denizli’de Şehir Oteli’nde misafir kalmıştınız.
Denizli Hapsinin en acı kaybı, Nur Fabrikasının sahibi kahraman talebeniz Hafız Ali’nin şehadeti idi.
Sizin yerinize berzah âlemine gitmekte zerre kadar tereddüt etmemiş, genç yaşında muzaffer bir şekilde bu fani dünyadan göçüp gitmişti.
Bu mübarek şehidi her vesile ile hatırlamış ve hep dua etmiştiniz.
Bu Hafız Ali, ne kadar muzaffer bir talebeniz ve ne kadar mübarek bir yardımcınız idi.
Fakat Kerim olan Rabbimiz yanına aldığı bu şehid talebeniz yerine size Hasan Feyzi’yi göndermiş ve bu kahraman muallim, ahir zamanın beklenen bu iman kurtarma hizmetine bütün varlığı ile bağlanmıştı.
Üç yıl gibi kısa bir zamanda uzun bir ömre sığmayacak kadar büyük bir hizmete imza atan bu şair talebenizin o güzel manzumeleri, takdirinizi kazanmış ve çoğunu bir rahmet ve dua vesilesi olarak eserlerinize dâhil etmiştiniz.
Yine sürgün yolları görülmüştü efendim.
Yine hasret ve hicran yolları serilmişti önünüze.
Muallim Hasan Feyzi, bu ayrılığa ne kadar da üzülmüştü efendim.
Hissiyatını ne kadar içten ve ne kadar da samimi bir şekilde ifade etmişti.
‘’Çekilip nur-u hidayet, yine zindan olacak.
Yine hasret, yine firkat, yine hüsran olacak.’’
Bu sözler ile başlayan güzel ve hasret yüklü manzumeyi yazıp size ulaştırdıktan sonra, bütün varlığı ile Nur hizmetine yönelmiş, bütün dünyasını bu nur ile doldurmuştu.
Canını bu hizmetin yoluna nezretmiş, kısa bir süre sonra hayatını bu Nur’un yolunda fedakârca ve ihlâsla feda ederek Rahim olan Rabbinin sonsuz rahmet ve mağfiretine kavuşmuştu.
Ve Denizli’nin medar-ı iftiharı olmuştu.
Emirdağ sürgünü bir başka acı olmuştu.
Yavaş yavaş son demlerine yaklaşan tek parti iktidarının zalim ve müstebit yönetimi, gitmeden önce bu nuru söndürmek için adeta gaza basmış, mahallin idarecilerine kesin ve zalimane talimatlar vermişti:
‘’Artık Said Nursi’nin defterini kapatın.’’
Tek başına yaşadığınız evin kapısına bir bekçi konmuş, dışarıya çıkmanız yasaklanmış, kimsenin de yanınıza gelmesine izin verilmeyerek, adeta ölüme gönderilmek istenmiştiniz.
Sizi çok seven ve her türlü ihtiyacınızı karşılamayı, büyük bir iştiyak ve sorumluluk duygusu ile görev olarak telakki eden Çalışkanlar ailesi, size konan bu ambargoyu son vermek için her yola başvurmuş ve sonunda komşu eve bakan odanızın duvarını delerek size ulaşmışlardı.
Kendi evinizde sizi tam bir tarassut altında bırakarak, dış dünya ile bütün irtibatınız koparılmak istenmiş, sizi adeta bir zindan hayatına mahkûm etmişlerdi.
Fakat İlahi himaye ve inayeti hesaba katmayan bu tek hayatlı bedbahtlar, yine niyetlerinin aksiyle tokat yemişler ve bir kez daha çılgına dönmüşlerdi.
Kurdukları her tezgâh boşa çıkıyor, her planları boyunlarına dolanıyor ve çevirdikleri her dolabın altında eziliyorlardı.
Her başarısızlıklarının ardından efendilerinden dehşetli azarlar işitiyor ve kursaklarında kalan terfi heveslerinin acısıyla kıvranıyorlardı.
Bütün engellere rağmen hizmet kervanı yürüyor ve Nur muhtaç gönüllerde manevi bahar esintileri estirerek tenvir vazifesini yapmaya devam ediyordu.