RİSALEHABER
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri 23 Mart 1960'ta Urfa'da vefat etti. Vefatından üç gün önce ani bir kararla Isparta'dan Urfa'ya doğru yola çıkan Bediüzzaman ve talebelerinin bu yolculuğunu merhum talebelerinden Abdülkadir Badıllı ağabey kaleme almıştı.
Bediüzzaman'ın vefatından önceki son üç günü. Tarih 21 Mart 1960. Ve o gün yaşananlar.
ÜSTÂD ÇOK ACELE EDİYORDU, “BEKLEMEYE VAKTİM YOK” DİYORDU
Urfa’ya girdiğimizde 21 Mart 1960 Pazartesi günü saat sabah 10-11 civarı idi. İlk önce Dergâhın önünden geçtik, Üstâd’a Dergâhı gösterelim diye... Fakat Üstâd’ımız çok hasta idi, bakamadı.
Doğruca Kadıoğlu Camiine gittik. Zübeyir ağabey koştu, Abdullah ağabeyi çağırmaya gitti. Üstâd çok acele ediyordu, “Beklemeye vaktim yok” diyordu. Abdullah ağabey geldi. Temiz bir otel sorduk. “İpek Palas” denildi.
Hemen gittik, saat tam 12 idi. Üstâd’ı üçüncü kata çıkarttık. Merdivenlerden çıkarırken Üstâdımız kollarımızın arasından yere yığıldı. Biz hemen kaldırdık, götürüp yatağına yatırdık. Oda numarası 27 idi.
Otel müsteciri Mahmut Efendi, ilk başta Üstâd’ın ismini duyunca, biraz telâş gösterir gibi oldu. Sonra gelip Üstâd’ın yüzünü görünce, birden bire hareketlendi ve hizmet etmeye başladı.
URFALILAR OTELE AKIN ETMEYE BAŞLADI
(Üstâd’la beraber gelmiş üç sıddık hizmetkârlarının rivayetleriyle, Urfa’daki Abdullah Yeğin ağabeyin ve diğer bazı Urfa’lıların rivayetlerini de birleştirerek naklediyoruz.)
Urfalılar Üstâdımızın geldiğini duyunca, otele akın başladı ve büyük ziyaret de başlamış oldu. Zübeyir ağabey, ziyaretçileri sıraya diziyor, Bayram ve Hüsnü ağabey de Üstâdımızın ellerini tutuyor, ziyaretçiler gelip, ziyaret edip gidiyorlardı. Hazreti Üstâd da gelenlerin başlarından, boyunlarından öpüyor ve ellerini tutup bırakmak istemiyordu. Biz “Kardeşim, sen git de, sıra başkasına gelsin!” dediğimizde; Onlar, “Bak, Üstâd bırakmıyor veya bırakmak istemiyor” diyorlardı. Böylece durmadan bir buçuk gün ziyaretler devam etti Urfa’da...
ACİB HAL
(Üstâd’ın hizmetkârları naklediyor)
Üstâd’ımızın hastalığında Isparta’da olsun, Emirdağ’da olsun ziyaretçi pek kabul etmez, yanına kimseyi almazdı. Hatta son hastalığında Isparta’da “Üstâd’ım falanca ağabeylere haber edelim mi?” diye sorduğumuzda, “Hayır sizden başka kimse gelmesin!” diyordu.
Amma Urfa’da, kim geldi ise, itiraz etmedi. Gelenlere "hemen gelsin" diyordu. Böylece Urfalılardan yüzlerce insan bir buçuk gün içinde Üstâdı ziyaret etti. Esnaf, memur, subay vesaireden birçok kimse Üstâdı ziyaret ettiler. Hazreti Üstâd acib bir hal içinde, sekerat içinde olduğu halde; istirahat edip yatmıyor, tahammül ediyor ve herkesle kucaklaşıyordu.
SİVİL POLİSLER GELDİ
Urfa emniyeti, Üstâdımız, Urfa’ya gelip otele yerleştikten biraz sonra haber almıştı. Hüsnü kardeşimiz arabayı başka bir yere koymuştu. Zübeyir ağabeyle ben nöbetleşerek, birimiz Üstâdımızın yanında, birimiz de odanın dışında gelen ziyaretçi için bekliyorduk. Ben (Bayram) odanın dışında beklerken iki sivil polis geldi. Bana “şoför nerede? Hazırlanın, gideceksiniz!” dediler. Ben “Üstâdımız çok hastadır” diye mukabele edip konuşurken, 10-11 resmî ve sivil polis daha geldi ve “acele hazırlanın, hemen Isparta’ya döneceksiniz!” dediler.
ÜSTÂD POLİSLERİ YANINA ÇAĞIRDI
Polislere, “O halde ben gidip durumu Üstâdımıza bildireyim” dedim. Üstâdımızın yanına girdim ve durumu anlattım. Bunun üzerine Üstâd polisleri yanına çağırdı. Polisler ona da, “İçişleri bakanının emri olduğunu, Isparta’ya dönülmesi lâzım geldiğini” söylediler.
BEN BURAYA ÖLMEYE GELDİM
Üstâdımız polislerden bu haberi duyunca, “Acaib! Ben buraya ölmeye geldim. Belki de öleceğim. Siz benim halimi görüyorsunuz, beni müdafaa edin!” dedi ise de, polisler “Biz emir kuluyuz” dediler. Ve bir baktık ki, Hüsnü’yü bulmuşlar ve araba ile beraber otelin önüne getirmişler.
HALK TOPLANDI
Polislerle yapılan konuşma ve münakaşalar esnasında, halk Üstâdın Urfa’dan zorla gönderileceği şayiasıyla, dalgalar halinde otelin önüne toplanmaya başladılar. Bu arada otel müsteciri Mahmut Erbaş, emniyetin o kanunsuz muamelesini görünce, çok öfkelendi ve bağırmaya başladı. Komiserin yakasından tutarak, “Demek benim misafirimi zorla göndereceksiniz ha!.. Ne hakla, ne selâhiyetle bunu böyle yapıyorsunuz!” diyerek, bağıra bağıra komiseri merdivenlerden aşağı doğru sürükleyip götürdü. Mahmut Efendi’nin bu bağırmaları üzerine toplanan halk içinde de büyük heyecan uyandı.
Bizler de bir taraftan gelen insanlara, “Sizin misafiriniz olan Üstâdımızı zorla Urfa’dan göndermek istiyorlar” diyorduk. Müslüman halk bunları duyunca, “Nasıl olur, ölüm döşeğindeki bir din âlimi misafirimizi zorla gönderebilirler?” diyerek bağrışmalar başladı. Heyecan gittikçe artıyor, otelin önünde daha çok insanlar yığılıyordu. Vaziyet ciddi şekilde kritik bir durum aldı.
ZÜBEYİR AĞABEYİN VERDİĞİ TAKTİK
Bu arada Urfalı merhum Eyyüp Karakeçili’nin anlattığı rivayeti ile Zübeyir ağabeyin uyguladığı bir iş ve tedbirini de yâd edelim. Eyyüp Karakeçili dedi:
“Zübeyir ağabey bana dedi ki, “Ben Demokrat Parti başkanına gidip durumu anlatacağım. Siz de birkaç arkadaşla birlikte biraz sonra arkamdan geleceksiniz ve heyecanlı heyecanlı diyeceksiniz ki, “Zübeyir ağabey, Zübeyir ağabey! CHP’liler bir plan kurmuşlar, emniyet müdürünü elde edip Üstâdımızı zorla göndereceklermiş. Bize ne emrediyorsunuz!..”
Biz aynen öyle hazırlandık, Zübeyir ağabey DP il başkanı Mehmet Hatipoğlu (Da’bul Muhammed) ile konuşurken; heyecanlı heyecanlı yanına girdik ve aynen Zübeyir ağabeyin tarif ettiği gibi heyecanlı şekilde durumu anlattık.
Mert insan Mehmet Hatipoğlu bunları duyunca, tabii emniyet müdürünün vesairenin ana avrat düz gitti. Ve hemen kalktı, bizimle geldi, Üstâdı bir gördü. Daha da çok celâllendi ve emniyet müdürüne gitti.
Yine Üstâd’ın hizmetkârlarının anlattıklarına dönüyoruz:
“Bu durumu gören polisler, artık otelin üst katına çıkamaz oldular. Alelacele Hüsnü kardeşimizi istediler ve “Aman arabayı buradan başka yere çabuk götürsün” dediler.
Araba otelin önünden ayrılınca, halk biraz sâkinleşti ve yine sıraya dizilip aziz ve şefik misafirlerini ziyaret etmek için bekleştiler. Üstâdın ziyaretine hemen hemen her çeşit insan geliyordu.
HALK, DOKTORU GERİ ÇEVİRDİ
Bir müddet sonra, emniyet müdürü bir doktoru göndermişti. Beraberinde başkomiser de vardı. Üstâd hasta mıdır, değil midir diye muayene edecekti. Halk, doktoru emniyetin gönderdiğini ve mutlaka “Sağlamdır” diye rapor vereceğini bildiği için, doktoru otelin üst katına çıkartmadılar. Üstâdı ona muayene ettirmeden geri çevirmişlerdi. Fakat başkomiser halka rica etti. Şahsen Üstâd’la görüşmek istediğini söyledi. Bu arada emniyet müdürü ve bir çok polis gelmişti. O sıra Vali Şerafeddin Atak Urfa’da değildi, Ankara’ya gitmişti.
Başkomiser, bize ve toplanan ahaliye şunları söylemişti: “Yaman Üstâdınız var! Ona söyleyin, yukardan vekâletten kat’î emir var, hemen Urfa’dan çıkacaksınız! Geldiğiniz yere kendi arabanızla gitmezseniz, sizi ambulansla göndereceğiz.”
Biz de, “Efendim, Üstâdımız şiddetli hastadır. Tekrar 24 saatlik yol zahmetine katlanmasına imkân yoktur. Biz kesinlikle Üstâdımıza ne bunları söyleyebiliriz, ne de müdahale ederiz” dedik.
Yine başkomiser, “Dahiliye vekilinin emridir bu. Hemen Urfa’dan çıkacaksınız!..” dedi.
Biz de yine, “Asla müdahale edemeyiz ve bu sözleri kendisine tebliğ edemeyiz. isterseniz, siz gelin söyleyin!” dedik.
EMNİYET MÜDÜRÜNÜN MÜDAHALESİ
Biz başkomiserle bunları karşılıklı konuşurken, emniyet müdürü ve bazı polisler hiddetlenip bağırmaya başladılar, “Ne demek, siz ona en küçük bir şeyi de mi söyleyemezsiniz?” dediler
Biz de, “Evet efendim, söyleyemeyiz. Üstâdımız ne derse biz aynen ve harfiyyen onu yerine getiririz ancak...” dedik.
Bu defa emniyet müdürü, “Ben de âmirlerime bağlıyım, onların dediklerini aynen yaparım.. İki saat zarfında Urfa’yı terkedeceksiniz!..” dedi.
“EĞER BEDİÜZZAMAN’A HERHANGİ BİR MÜDAHALEDE BULUNULURSA EN EVVEL BEN ÖLÜRÜM”
Üstâd’ın zor ve kaba kuvvetle Urfa’dan çıkarılacağı haberi, Urfa’nın her tarafında şuyu’ bulmuştu. Durumdan haberdar olmuş olan Urfa DP il başkanı Mehmet Hatipoğlu koşarak emniyete gitmişti. Urfa’da yiğitliğiyle, cesaretiyle ünlü ve Da’bul Muhammed adıyla tanınan Mehmet Hatipoğlu emniyet müdürüne bağırıyor, “Ne oluyor size? Eğer Bediüzzaman Hazretlerini cebir kuvvetiyle Urfa’dan çıkarmaya kalkışırsanız, karşınızda en evvel beni bulursunuz! Onun kılına bile dokunulamayacağı gibi, bir adım dahi ona attıramazsınız. O bizim, Urfa’nın misafiridir” diyor.
Emniyet müdürü, haliyle Mehmet Bey’i çok iyi bildiği ve tanıdığı için, şaşırıp kalıyor ve “Efendim üstten, vekâletten kat’i emir var: “geldiği gibi geri dönecektir” diye bize emirler geliyor” demiş.
Bunun üzerine bazı Urfalı zatlardan duyduğum kadarıyla Mehmet Hatipoğlu hiddete gelerek; vekili mekili birbirine katıp şetmediyor ve “Adamcağız şiddetli hastadır, kıpırdayacak durumda değil... Hem üstelik çok muhterem bir zattır. Burası gâvuristan mıdır ki, bizim bir Tanrı misafirimiz zorla buradan çıkartılmak isteniyor. Sizin bu mânâsız emir ve telaşlarınız çok yersiz ve kanunsuzdur” diyor.
Yine emniyet müdürü, “Dahiliye vekili Namık Gedik’in bizzat kat’î emridir ve çok şiddetlidir” diye tekrar edince; Mehmet Hatipoğlu bu defa çok hiddete geliyor ve tabancasını çekiyor, müdürün masasına dayıyor ve “Eğer zorla Bediüzzaman’a herhangi bir müdahalede bulunulursa, en evvel ben ölürüm” diyor ve çekip dönüyor.
BİZ BEDİÜZZAMAN’IN YANINDA YUVARLAK BİRER ODUN PARÇASI GİBİYİZ
Urfalı Mahmut Hasırcı diyor, “Henüz Mehmet Hatipoğlu emniyet müdürüne gitmeden önce, müdür Zübeyir ağabeyi çağırtmıştı. Ben de beraber gittim. Müdürün yanına girdiğimizde, çok telaşlı ve hiddetliydi. Zübeyir ağabeye karşı çok münasebetsiz ve pis kelimeler sarfetti. Hatta Zübeyir ağabey dudaklarını o utanç verici sözlerden dişlemişti. Müdür “Derhal gideceksiniz!” dedi.
Zübeyir ağabey de, “Eğer Üstâdımız gitmek istemezse, biz hiç bir şey yapamayız” dedi. Bunun üzerine müdür daha da çok bağırdı, çağırdı ve yine ağzını bozdu, pis kelimeler sarfetti. Zübeyir abi ona karşılık, “Biz Üstâdımız Bediüzzaman’ın yanında yuvarlak birer odun parçası gibiyiz. Ayağıyla bizi hangi tarafa vurur, gönderirse; biz o tarafa yuvarlanır gideriz” dedi ve oradan ayrıldık.
YİNE BİR DOKTOR GETİRDİLER
Yine Mahmut Hasırcı anlatıyor: “O zaman hükûmet tabibi Doktor Hasan Basri idi. Başkomiserle beraber gelmişlerdi. Üstadı muayene edip rapor verecekti. O esnada Üstâdın ateşi çok fazla idi. Tansiyonunu ölçtü. Ateşine baktı ve dönüp Üstâdın hizmetçilerine, “Siz bu adamı bu halde ne cesaretle getirdiniz? Adam ölmek üzeredir” dedi ve gitti. Fakat sonra öğrendiğimize göre, bize Üstâdın yanında o sözleri söyleyen aynı doktor, verdiği resmi raporda ise, “İlaçlarını yolda kullanarak gidebilir” demiş.
YARIN SAAT 9’DA GELİN, BU ZATA HEY’ET RAPORU VERELİM
Bu işler olup biterken, aradan 24 saat geçmişti. Üstâdın Urfa’ya gelişinin ikinci gününde, onu zorla gönderme şayiaları halk içinde daha da büyük heyecanlar veriyordu. Urfalı 5-6 bin kişi otelin etrafında toplanmıştı. Halkın tansiyonu çok yüksekti. Öbür tarafta CHP’ye karşı tirtir titreyen dahiliye vekili Namık Gedik, Urfa emniyetini durmadan sıkıştırıyor, emir üstüne emir veriyordu.
Urfa emniyeti ise, şaşkınlık içerisinde... Bir taraftan, birçok CHP’liler de dahil, bütün Urfa halkının ve başta DP teşkilâtının kesin ve azimli itirazı... Öbür tarafta içişleri bakanının sıkıştırmaları...
Bu durum karşısında, bir hey’et raporu almak için hastaneye koştuk. Baş tabibe bir dilekçe verdik, kesin bir rapor istedik. Bu arada Mehmet Hatipoğlu da bir doktor getirmişti. Üstâdı muayene ettirdi. Doktor bize “Siz ne cesaretle bu zatı bu halde getirdiniz? Kırk dereceden fazla ateşi var. Bu durumda hiç bir yere gidemez. Yarın saat 9’da gelin, bu zata hey’et raporu verelim” dedi ve bize kat’î teminat verdi.