Bu dünyadaki mekânından, iki yıl evvel dostlarının ve sevenlerinin arasından 14 Şubat 2018‘de ayrılarak dar-ı bekâya irtihal eden hem büyüğümüz hem kayınpederim hem hocam olan Ekrem Kılıç ağabeyim için bu seferki kaleme aldığım yazı hatıralarından ibarettir.
İşte hatıralarından bir kesit:
Batman’dan Said Dolgun kardeş; “1970 ben Batman’a yeni gelmiştim en çok tecrübelerimi ondan almıştım. Sabah ezan vaktinde medresede cemaatle namazı birlikte kılardık ve tesbihattan sonra namaz dersini dönerli yapardık. Onu kendime örnek almıştım, hakikaten ondan çok şeyler öğrenmiştim, hazır lügat idi benim için, çok risale okurdu, gayret dersini ondan almıştım” der.
Said Dolgun ağabey, “Ekrem hocam, Batman’da ikâmet ederken, medreseye yakın tek katlı bir evde oturuyordu çok kâr yağmıştı o sene, bana demişti: “Pencere karla kaplanmıştı ve o an karanlık olmuştu, o ara bakıyor ki bir el karı sildi, kitab okuyordum dikkatimi çekmişti dışarı çıktım baktım kimse yok ayak izi de yoktu, yani bu Nur’un kerametiydi, bunu o tarihte kendisinden bizzat dinlemiştim” dedi.
Bir zamanlar gazetede yayınlanan yazılarından birinde “Batman Şehrine Kasîde” adlı şiirinde “çok hatâlı ve “Şâirleri varmış” diye başlayan mısrâı “Kâfirleri varmış” şeklinde dizen mürettibe, nazikçe bir dörtlük ile dizgide hata yaptığını şu şekilde dile getirmiştir:
“Nazmım size bir gün yine olmuşdu misâfir,
Hoşcaydı; şu, tertibde hatâ olmasa vâfir...
Mâzîdeki müstensihe rahmetler okutdun:
Bârî, gözü kör etdi o; sen, şâiri kâfir!
Yine bir defasında, evlenen her arkadaşına “rûhuna el- fâtiha!” diyen bir dostunun evlenmesi münâsebetiyle şu şekilde bir şiiriyle ona cevap vererek latife yapmayı unutmamıştı.
EVLENİYOR, HAKLI, SAÎD. RÛHUNA EL-FÂTİHA! [1]
Say şimdi Sen bin ma’zeret: anlat benim küllâhıma!
Hasbe’l-beşer evlenseler, Sendin gülen ahbâba, hâ?!.
Evlendiğin târîhi bul, CAN ver de son mısra’ıma:
DÂMÂD SAÎD KARDAŞ SANA EL-FÂTİHA, EL-FÂTİHA! [2]
[1] Tam, mısra’ târîh. Hicrî 1404.
[2] Ta’miyeli târîh. Son mısra’a, can kelimesinin değeri eklenince mîlâdî 1984 târîhi bulunur.
Vefat, doğum ve önemli zamanlara ebced hesabıyla bir dörtlük ile tarih düşürmeyi ihmal etmeyen Ekrem hocam ölmeden evvel, “kendim için yazmıştım, vâdem henüz dolmamış” dediği ta’miyeli tarih:
“Hesâb eder idi “ebced”le, gayr için târîh;
O, şimdi kendine yazmış bu nazmı böyle sarîh…
Gelip “Benân” beni gösterse, baksanız makbûr,
Deyin hemen bana, târîh-i hicridir: “mağfûr”!.. (Hicrî 1429)”
24.01.2008, 14 Muharrem 1429
Benân: parmaklar, parmak uçları
Makbûr: kabre konulmuş, gömülmüş
Mağfûr: ölmüş, bağışlanmış, günahının afvı için duâ edilen
Yine bir tanışma ve sohbet esnasında; nasılsınız hocam diye soran bir misafirine; “sorma ya, damad beni ihtiyarlattı”, daha sonra taaccüb içerinde kalan misafire; “dede oldum da” diyerek latife yapmıştır.
Bir sohbet esnasında dersi sen yap diyen Mustafa Kılıç Hoca abiye “Sen Kılıç, ben Kılıç ama senin kılıç daha keskin” diyerek ders okumaya başlamıştır.
Bir anısında, Siirt’te erik fiyatının pahalı olduğunu duyunca satıcıya bu “erik değil errik’tir” demiştir. (Errik Siirt’te çok pahalı anlamında kullanılan bir kelimedir.)
Yine Siirt’te olduğu dönemlerde Osman Kıngır ağabeyin dükkanında “Finduk fi induk?” diye sorarak (fındık varmı manasında) latife yapmıştır.
Her gün düzenli olarak Kur’an-ı Kerim, Hizb’ü-l Hakâik ve Risale-i Nur okurdu, hatta vefat etmeden evvel yoğun bakımda iken bizlere hitaben “artık ezber yapın, yoğun bakımda okunacak kitap vs. yok, bildiğim tüm Kur’an, Cevşen, Hizb’ü-l Hakaik’i tekrar ediyorum” diyerek ancak bu şekilde vaktimizi boşa harcayamayacağımızı ifade ediyordu.
Ekrem Kılıç hocamın son duasında dediği gibi; “Cenab-ı Hakk’ın afv-ü rahmeti, Hz. Peygamber’in (sas) şefaati cümlemize imdâd etsin.” Bir kez daha Allah’tan rahmet ve mağfiret dilerim. Ruhu şâd, mekânı Cennet olsun inşallah, amin.
Allah’a emanet olun.
RUHUNA EL-FATİHA.
Sizleri Ekrem Kılıç hocamın yazmış olduğu bu güzel hatırasıyla baş başa bırakıyorum.
Batman Hâtıraları
İlk gençlik yıllarımda, bir şeyhi ziyârete
Gittiğim yerdi Batman. Şâyandır bu hayrete:
Bilmeden istikbâli, “Keşke burda yaşasam.”
Diye içimden geçti. Kabul olmaz mı duâm!..
Yıllar sonra bir baktım, Batman’a atanmışım;
Fakat ne yazık ki, o hâlimden usanmışım.
Tam tersine bir yolu tutup gitmekteyim ben;
İnkâr zulümâtına düşmüş çırpınıyorken,
“Nurcu” diye hışımla baktıklarımdan, evet,
Can kurtaran simidi gibi geldi bir dâvet.
Bekâr pansiyonunda karşı odada kalan,
Nâzik, kibar, efendi Hayreddin ile Ken’an;
Onları ziyârete gelen mübârek zâtlar:
Birbirinden ayrılmaz Hacı Mirza’yla Uçar,
Daha birçok arkadaş pansiyonda toplanır.
Dost hasreti içime bir ok gibi saplanır.
Bunlar gibi samîmî, kardeşâne yaşamak;
İsterim elbet, fakat,acep nasıl olacak?
Bir vesîle çıktı ve odalarına gittim;
Buyur ettiler beni. Garip şeyler işittim;
Kalın ciltli bir kitap okuyordu birisi.
Devam etti kesmeden. Artık geldi gerisi:
Beşinci Şua imiş, sonra öğrendim bunu.
İlgimi çekti hemen; dedim, istesem şunu.
Kalkarken “O kitabı ödünç vermez misiniz?”
“Okur, veririm hemen. Beni bilmez misiniz!”
Kitap meraklısıyım; herkes bilir nerdeyse.
Bir paket yapıp beni uğurladılar; neyse,
Sordum: “O mevzû nerde?” “Sonlardadır.” Dediler.
Bakın siz şu taktiğe: Mektûbât’ı verdiler.
Bilmezdim bunu elbet; hikmeti varmış meğer.
Mânevî dertlerime derman oldu bu eser.
İlk sayfadan başladım, sürdü geç vakte kadar,
Her mektup yüreğimde kopardı fırtınalar.
Bir hafta sonra bitti. Beni de bitirdi ya!
Her derdime bir çâre, bir çözüm getirdi ya!
Teslim oldum, çok şükür, hakîkate böylece;
Duâ ile anarım, hepsini gündüz, gece.
Sırayla Külliyât’ı verdiler birer birer.
Normal vakitte olsa ne kadar zaman sürer.
Derse götürmediler hepsini bitirmeden;
O zaman âdet öyle, yol yoktu kestirmeden…
Hilmi ve İrfan Beyler, Pekmezoğlu ve Karaş..
Bir çok yaşlı ağabey ve daha genç arkadaş…
Rahmetli Ali Uçar, köyde asker-öğretmen,
Fırtına gibi eser şehre inince hemen.
Diyarbakır’dan Fikret Özdemir’le misafir
Dişçi Kadri, Abdunnûr ve Sarıkamış gelir.
Ağabeyler: Abdullah Yeğin, Sungur, Hulûsî,
Saîd, Bayram, Bâdıllı sık uğrarlar husûsî…
Rahmete kavuşanlar, hâlâ yaşayanlar var.
Yaşadık on üç sene acı – tatlı anılar.
Geldi geçti an gibi, şükür olsun Allâh’a;
Son verelim burada. Selâm ibâdullâha!
Antakya, 14.10.2012