Vermek’, ne güzel bir kelime. Kulak vermek, gönül vermek ve Allah yoluna hayatı vermek… İllâ Allah için vermek, ne veriyorsak O'nun adına vermek. Verirken güzelleşiyor, seviniyor, mü’min olduğunu anlıyor insan. İşte sahabelerin de yaşadığı bu halis sevinçlerden bir numune:
Tâbiîn âlimlerinden Ebû Hâlim, Seleme bin Dinar anlatıyor:
“Bir gün, Ashâb-ı Kiram’dan Sehl İbn-i Sad (ra): ‘Cuma günleri pek sevinçli olurduk’ dedi. ‘Niçin sevinçli olurdunuz?’ diye sordum. Şunları söyledi: ‘Yaşlı bir hanım ninemiz vardı. Su kenarlarına dikilen pazı köklerini toplar, onları bir şömineye koyar, içine biraz arpa ilâve ederek pişirirdi. Bu yemeğin içinde ne iç yağı, ne et yağı olurdu. Cuma namazını kılıp döndüğümüzde onu ziyaret ederdik, onun bize ikram ettiği bu yemeğe kaşık sallardık.” (Buharî, Cum’a; 40)
Vermek güzelleştiriyor insanı. Vermemek, elindeki nimeti kendinden bilmek, kendine ait zannetmek, cimriliktir. Cimrilik ise cehennem ağacından bir daldır.
Allah’ım, kim ne verirse versin, onun eliyle gönderen Sen’sin. Bizi de verenlerden eyle, vermekle sana yaklaşanlardan eyle.
Mevlânâ Câmi’den ibretli bir öykü:
“Bir cömerte sordular: ‘Muhtaçlara verdiğin, yoksullara dağıttığın şeylerden dolayı gönlünde, kibir ve fakirler üzerine bir minnet yüklemek hisleri geliyor mu?’
Cömert şöyle cevap verdi:
‘Hayır, ne münasebet! Ben bir şey verirken, kendimi aşçının elindeki kepçe gibi farz ediyorum. Veren aşçıdır, fakat kepçeden geçiyor. Kepçe, ‘Rızkı veren benim’ gibi bir histe bulunabilir mi?!’
“Verilen rızk insanların elinden çıkıyorsa da, asıl veren Cenâb-ı Hak’tır. Bundan dolayıdır ki, rızka vâsıta olan hiç kimsenin minnet yüklemesi doğru değildir.”
Vermek güzelleştiriyor, insana yakışıyor. Ve onu Allah’a yaklaştırıyor. Hele verenin, verdirenin sadece Allah (cc) olduğunu bilmek ne kadar izzetli ve şerefli, yüksek bir hâldir.
***
Rabbimizin güzel isimlerinden biri de Cevad’dır, yani ‘çok ihsân eden, çok cömert olan’. Rabbimiz, Cevad isminin bir tecellisi olarak yarattığı kâinattaki her bir canlıya bol bol ihsan etmekte, yeryüzünü bir nimet sofrası halinde açmakta, hiç kimsenin sayamayacağı sayısız nimetlerini o sofrada sermektedir. Yine bu ismin tecellisidir ki, bahar ve yaz mevsimlerini gayb hazinesinden gelen binler nimetlerle yüklü birer vagon hâline getirip, onları en tatlı ve lâtif rızıklarla doldurup göndermektedir. Allah cömert olduğu gibi, bizim de cömert olmamızı, bizim de kendi servet ve mallarımızdan gücümüz yettiği oranda yardım ve hayırda bulunmamızı istiyor.
Bir hadis-i şerifte: “Allah tayyiptir, iyiliği sever; ve Allah cömerttir, cömertliği sever” buyurulur. (Tirmizî, Edep; 41)
İnanan bir insan, hakîkî bir tevekkülle Allah’a bağlanmıştır. Her şeyi verenin de alanın da O (cc) olduğuna inanmıştır. Her şeyle birlikte kendisinin ve elindekilerin de, Rabbinin mülkü olduğunu ve O’nun hazinesinin ise bitmez tükenmez olduğunu bilir. Bu bilginin getirdiği güvenle, Hak yolunda yapacağı harcamanın neticesinde, sonsuz hazinelerin sahibi olan Allah’ın (cc) kendisini asla muhtaç bırakmayacağına inanır. İmanı kuvvetlendikçe tevekkülü artar, tevekkülü kuvvetlendikçe cömertliği artar. Cömertlik, inancımızın kuvvetini gösteren ölçülerden biridir.
Hz. Peygamberimiz (asm) bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurur:
“İki haslet vardır ki, onların ikisi de bir mü’minde bir araya gelmez: Cimrilik ve kötü ahlâk.” (Tirmizî, Birr; 41)
Gerçekten de cimrilik kuvvetli bir imanla bir arada olamaz, çünkü hayatı ve hayatına lâzım olan her şeyi yoktan var eden sonsuz merhamet sahibi bir Rabb’e iman eden kimsenin, fakir olacağı endişesiyle cimrilik yolunu seçmesi, Yüce Yaratıcının sonsuz rahmetine olan o temiz imanı zedeler, sarsar. Hem bizdeki mal-mülk de fânidir, her an elimizden çıkabilir. İnanana yakışan, Allah’ın vaadine kulak vermektir, şeytanın telkin ve vesveselerinden uzak kalmaktır.
“Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur ve kötülüğü emreder. Allah ise lütfundan bir mağfiret ve bir kâr vaad ediyor. Allah’ın kudreti geniştir, her şeyi kemâliyle bilir.” (Bakara, 268)
Vermek insanı güzelleştiriyor. Rabbimize yakın ediyor. Bırakın vermeyi, vermeyi istemenin kendisi bile güzel. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Allah, vermek istemeseydi, bize de isteme duygusunu vermezdi. Allah’ım, kim ne verirse versin, o verme duygusunu insanda yaratan da Sen’sin.
Cömertlik yolu, Peygamberlerin yoludur. Her iki dünyanın mutluluğudur. Nasıl olsa elimizden çıkacak olan dünya malı ile Allah’ın rızasını ve ebedî sevapları kazanmak, gönülleri fethetmektir. Bu ne büyük bir şeref ve fazîlettir.
Hz. Ali (ra):
“Dünya sana yöneldiği zaman, ondan Allah yolunda harca” diyor. “Çünkü o Allah yoluna harcamakla yok olmaz. Dünya senden uzaklaştığı zaman, yine ondan Allah yolunda harca, çünkü o senin elinde kalmaz.”
Vermek, sevmek demektir. Allah için vermek, onun en güzel isimlerinden biri olan Cevâd ismine aynadarlık etmektir.
***
Vermek kolay değil… Güzel hasletler her zaman ve herkeste doğuştan bulunmayabilir. Bir insan cömert olmayabilir veya hayır ve iyiliğe karşı elini alıştırmış da olmayabilir. Ama şurası bir gerçek ki, her güzel haslet gibi cömertlik de, irâdemizi zorlamakla elde edilir. İnsan vere vere, vermeye alışır. Vermek duygusu, onun bir melekesi haline gelir. Ruh, vermekten ulvî bir zevk almaya başlar.
Evet, hiçbir karşılık ve menfaat beklemeden, sadece Allah için yapılan yardımlar ve ikramlar, inanan insanların ebedî kârıdır, kazancıdır. Fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine yapılan yardımlar, Allah nâmına ve O’nun emri dairesinde olmadığı takdirde, boşu boşuna gider ve birtakım tehlikeli sonuçlar doğurur.
Bediüzzaman Hazretleri, bizi bu konuda uyarır:
“İhsanlar (yardımlar), zekât nâmına olmazsa, üç zararı var. Bazen de faydasız gider. Çünkü, Allah nâmına vermediğin için, mânen minnet ediyorsun, bîçâre fakiri minnet esâreti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duâsından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenâb-ı Hakk’ın malını, ibâdına vermek için bir tevzîat (dağıtım) memuru olduğun hâlde, kendini sahib-i mal (mal sahibi) zannedip bir küfrân-ı nimet ediyorsun.
“Eğer zekât namına versen, Cenâb-ı Hak nâmına verdiğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükrân-ı nimet gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye (boyun bükmeye) mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duâsı senin hakkında makbul olur.” (Mektûbat, 22. Mektub)
İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, dünya malını ve servetini zehirli bir yılana benzetir. Uzman doktorlar, onun zehrini ustaca alıp insanlara şifâ vesilesi kılarlar. İşini bilmeyen acemîler ise, yılana kendilerini sokturmak sûretiyle zehirlenirler.
Ey sevgili Allah’ım, Rabbim, Rahman’ım! Biz bu dünyada senin misafiriniz. Sofra Senin, nimetler Senin, karşında boyun bükmüş duruyoruz. Senden gelen her şeye râzıyız. Sen bizi, bizden daha çok düşünürsün. Her hâlimizi bizden daha iyi bilirsin. İhsan ve in’âmını bekliyoruz. Ümidimizin boşa çıkmayacağını biliyoruz. Âmin.
Yeni Asya