Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle vitaminlerin keşif hikâyesinden bahsetmemiz gerekiyor. 1800’lü yılların sonunda, insan sağlığı için gerekli besin maddeleri üzerine araştırmalar yapan bilim insanları protein, yağ, şeker ve nişasta yanı sıra bazı minerallerin de temel besin maddeleri olduğunu düşünüyordu.
O dönemde iskorbüt, beriberi ve pellagra gibi bazı hastalıkların neden ortaya çıktığı anlaşılmaya çalışılıyordu. Uzun yolculuklar sırasında taze sebze ve meyve yeme imkânı olmayan denizcilerde görülen iskorbüt hastalığı belirtilerinin, denizciler karaya ulaşıp dengeli beslenmeye geçince ortadan kalktığı tespit edildi. Bu nedenle hastalığın nedeninin besin yetersizlikleri olabileceği düşünüldü.
Beriberi hastalığının nedeninin bir mikrop olduğunu düşünen Hollandalı askerî doktor Christiaan Eijkman ise deneylerinde kullandığı tavuklar arasında özellikle işlenmiş beyaz pirinç yiyenlerde hastalığın görüldüğünü fark etti. Pirincin işlenmesi sırasında açığa çıkan kepekli kabuklar tekrar tavuklara yedirildiğinde ise tavuklarda iyileşme görüldü. Bu sonuçlardan yiyeceklerdeki bazı besin maddelerinin alınması durumunda önemli sağlık sorunları ortaya çıkabileceği anlaşıldı.
Sonraki zamanlarda vitamin olarak adlandırılacak besin ögelerinin işlevini ve önemini kavramsal olarak ifade eden ilk bilim insanı Britanyalı biyokimyacı F. Gowland Hopkins oldu. Hopkins, 1912 yılında Journal of Physiology dergisinde yayınlanan araştırmasında, temel besin maddelerinin yanı sıra büyüme için eser miktarda da olsa gerekli maddeleri “yardımcı besin faktörleri” olarak tanımladı.
Vitamin terimini ilk defa Polonyalı biyokimyacı Casimir Funk, 1912 yılında yayımlanan makalesinde kullandı. Funk, o dönemde henüz bilinmeyen ancak sağlık için gerekli maddeleri vitamine olarak isimlendirdi. Bu sözcük, İngilizcede yaşam için gerekli anlamına gelen vital ve azot içeren organik maddeler için kullanılan amine kelimelerinin birleşimidir. Sonraki zamanlarda bütün vitaminlerin amin yapısında olmadığı anlaşılsa da bu maddeler için vitamin terimi kullanılmaya devam edildi.
ABD’deki Wisconsin Üniversitesi’nden biyokimyacı Elmer V. McCollum, 1913’te, yağların sağlık üzerindeki etkilerini incelerken sütten elde edilen yağlarda bulunan bir maddenin deneylerde kullanılan hayvanların sağlıklı bir şekilde büyümesini ve gelişmesini sağladığını keşfetti. McCollum’un “yağda çözünen faktör A” olarak isimlendirdiği bu madde günümüzde A vitamini olarak isimlendiriliyor. McCollum, ayrıştırdığı ikinci maddeyi ise “suda çözünebilen faktör B” olarak isimlendirdi.
1920 yılında Britanyalı biyokimyacı Jack C. Drummond, Funk’un kullandığı vitamine terimi yerine vitamin kelimesinin kullanılması, ayrıca o zamana kadar tanımlanmış olan yardımcı besin faktörlerinin “yağda çözünen faktör A”, “suda çözünen faktör B” gibi karmaşık isimlendirmeler yerine A vitamini, B vitamini şeklinde isimlendirilmesi fikrini önerdi. Bu sayede ilk keşfedilen vitaminler olan A, B, C, D, E vitaminlerine alfabetik sırayla isim verildi. Ancak bu isimlendirme yöntemi daha sonra keşfedilen vitaminlerde uygulanmaya devam etmedi. Örneğin 1929 yılında keşfedilen K vitamininin isimlendirilmesinde, işlevi (K vitamini kanın pıhtılaşmasını yani koagülasyonu sağlar) dikkate alındı.
Günümüzde ise vitaminlerin isimlendirilmesinde Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği (IUPAC) ve Uluslararası Biyokimya Birliği’nin (IUB) belirlediği kurallar dikkate alınıyor.
Kaynaklar:
Williams, P., “The missing vitamin alphabet”, Nutrition & Dietetics, Cilt 73, s. 205–214, 2016.
Semba, R. D., "The discovery of the vitamins”, International Journal for Vitamin and Nutrition Research, Cilt 82, Sayı 5, s. 310-315, 2012.
https://www.nobelprize.org/prizes/themes/the-nobel-prize-and-the-discovery-of-vitamins/
https://library.missouri.edu/specialcollections/exhibits/show/food/food-and-chemistry/discovering-vitamins
Bilim Genç