Wall Street'e dayanan küresel ekonomik krize Bediüzzaman’dan çareler
Risale-i Nur Külliyatının bütününe dikkatle bakanlar Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin, İslamiyeti, klasik tarzda “Yapılması–yapılmaması gerekenler silsilesi” gibi anlatmadığını, “Yüzde doksan dokuzunun insan saadetiyle ilgili olduğunu” söylediğini hemen görür. Hatta İslam’ın bırakın tamamını, sadece ibadetinin bile “Dünya ve âhiret SAADETLERİNE vesile olduğu gibi, maaş ve maâde, yani dünya ve âhiret işlerini TANZİME sebep…ve şahsî ve nev'î KEMÂLÂTA vasıta…” (Nesil Yay.R.Nur Külliyatı,İ.İ'câz – 1215) olduğunu belirterek bu asırda, hele bu son yıllarda İman ve Kur’an Hakikatlerinin bütün insanların çok ihtiyacı olan en şifalı deva olduğunu öne sürer, anlatır, ispat eder. Ona göre “İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaçla yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir.” (Age.)
Bu sebeple de “insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister…” ancak Bediüzzaman’a göre, insan bu üstün yapısı sebebiyle ihtiyacı olanları, tek başına üretemez, temin edemez. Bu ihtiyaçlar için, insanın çok sanatlara ihtiyacı vardır. Fakat “bütün san'atlara vukufu olmadığından, ebnâ-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki, her birisi, semere-i sa'yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.” diyerek, bütün insanların, sosyal bir varlık olduğunu, doğru dürüst, insanca yaşayabilmesi için başka insanlara da muhakkak ihtiyacı oluşunu anlatır. Çünkü, insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için insana üç kuvvet verilmiştir. Ancak, O’na göre “… İnsandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sâni tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarîsiyle terakkîsini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından...“ insanların, imtihan gereği fıtraten sınırlandırılmadıkları anlaşılmaktadır. Onlar, kendi ihtiyarları olmadan, düşünce ve fiillerinde frenlenmezler.
Ancak, ihtiyaçların temini için üretilenlerin değiş-tokuşunda, bugünkü ifadesiyle fiyatlarının ve hatta ücret ve maaşların tespitinde, yani ”… muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir.” Ve “Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye, çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır.” Malların fiyat tespitinde, maaş ve ücretlerin belirlenmesinde insanlık maalesef adaleti henüz temin edememiştir. Hatta bu meselede insanlık öyle kötü bir seviyeye gelmiştir ki ta Amerika ve hatta Batının hemen pek çok ülkesinde bu yangın her tarafı sarmıştır. Bediüzzaman’ın belki yüz sene önce söylediği” Gayr-i zaruri ihtiyaçların, ihtiyaç haline getirilmesi, ihtiyacın ondan, yirmiden yüzlere çıkarılması!” maalesef çılgınlık seviyesinde geçerliliğini korumaktadır. (Y.Şafak,N.Gündoğan,18.09; 21.09; 06.10.2011 tarihli yz.)
Koca koca devletler, dünyanın hemen bütün gelirinin büyük yüzdesini elinde bulunduran küçük bir grubun temsilcisi firmalar, üretim yerine Kur’anın menettiği faizi, borsa oyunlarını ticaretin aslı unsurları yapmışlardır. Onlar yüzünden çıkan, şimdi onların da kapısına dayanan bu yangın, sadece onları değil, dünyayı da tehdit eder hale gelmiştir. Ürün ve hizmet üretimi olmadan, para ticaretinden para kazanan Wall Street'in; dünyanın para merkezi, dünyanın başkenti, New York’un, ayni tarzda çalışan bütün müesseselerin, insanlığı ve insanları sömürenlerin karşısına, bugün adeta bütün Batı dikilmiş, dikilmeye devam etmektedir.
Kur’an, 1400 küsur yıldır insanlığı bu illetten korumaya çalışmıştır amma, insanlar buna kulaklarını tıkamış, kalplerini kapamışlardır. Hıristiyanlığın Lideri Papa bile –Gazetelerde gördüğüme göre- daha geçtiğimiz aylarda “Galiba biz de Müslümanların faiz yasağına uymalıyız…” mealinde sözler demişse de oldukça geç kalmıştır. Bediüzzaman Said Nursi’ye göre “…Âyet-i Kur’âniye âlem kapısında durup ribâya "Yasaktır" der. "Kavga kapısını kapamak için banka (ribâ) kapısını kapayınız" diyerek insanlara ferman eder, şakirtlerine "Girmeyiniz" emreder. (Söz Y.Evi, 25.Söz-549).
Çünkü sermayesi olmayan faaliyet göstereceklerle, faaliyet gösteremeyen ama sermayesi olanları adilane bir birlikteliğe getirmesi gereken bankalar ve belki borsalar, Wall Street ve onun gibi düşünen, onun gibi kumarbazca cevelan eden zalimler, maalesef Bediüzzaman’a göre “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!" "Sen çalış, ben yiyeyim." dedikleri için, birkaç asırdır insanlığın saadeti selbolmuştur.(age). Hatta Bediüzzaman Said Nursi, “Kur’ân’ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden, ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir. “ diyerek bizi düşünmeye, tâbi olmaya çağırır. Diğer arzî fikirlerin ölümlü olduğunu anlatır.
Çünkü O’na göre”… Medeniyetin bütün cem’iyât-ı Hayriyeleri…, bütün cebbârâne şedit inzibat ve nizâmatları…, bütün ahlâkî terbiyegâhları…, Kur’ân-ı Hakîmin iki meselesine karşı muâraza edemeyip mağlûp düşmüşlerdir.” Ve hala da mağlubiyetlerle- son ayların TV haberlerine bakılırsa açıkça görülür- perişandırlar. Akıllanmaz ve Kur’anı dinlemezlerse; bu ateşin, başta Wall Street’iyle beraber New York’a dayanmasına, Avrupa Birliğinde olmasına rağmen bazı ülkelerin adalarını bile satmaya çıkarmasına bakılırsa durum çok vahimdir ve insanlık Kur’an dışında çaresizdir.
Koca koca ilim adamlarından(!) bazıları yüz yıla yakın bir süre dünyayı, insanlığı amansız bela ve musibetler içinde kıvrandıran komünizmden bile, utanmadan tekrar çare olarak bahsetmeye kalkmaktadır. Hâlbuki Bediüzzaman Said Nursi, bu fikre de geçen yüz yılın ilk çeyreğinden itibaren Kur’andan, Sünnet’ten devalar sunmuştur. O, Komünizm veya Sosyalizm’deki, bütün insanların eşit olmaya zorlanması temel fikrinin yanlışlığını anlatır: ” Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkîde muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev-i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla, mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir.” (Söz Y.Evi, Lem’alar, 22.Lem’a, 284) der.
Ancak Eşitlik, zahiren güzel görünür:
“Fakat nev-i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsavat-ı mutlaka kanununa zıttır.
Çünkü Fâtır-ı Hakîm, kemâl-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsulât aldırır ve bir sahifede çok kitapları yazdırır ve bir şeyle çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.
İşte o sırr-ı azîmdendir ki, Cenâb-ı Hak, insan nev'ini, binler nevileri sümbül verecek ve hayvânâtın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır.
Sair hayvânat gibi kuvâlarına, lâtifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.
İşte, nev-i insanın tenevvüünün en mühim mayası ve zembereği, müsabaka ile, hakikî imanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdiliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir (Age.)
Kısacası insanlar eşit yaratılmamıştır. Onlar ancak hukuk önünde eşit olabilirler.
Hayatı, bir daha dirilmemek üzere sona eren Bolşeviklik ve Sosyalizm düsturlarını tekrar ortaya çıkarmaya çalışan hala “ortaçağın memesinden süt emenlerin” yanında maalesef birçok ilim(!) ve fikir(!) adamı da var ki. mantıksızlıkta ve gericilikte çok farklı olmayan bir davranış göstermektedirler. O büyük yangının geldiği seviyeyi göremeyip hala sıcak para akışı, borsanın şu meselesi, finasman açığının şu konusu gibi Kur’anın semavî yüksek düsturları yanında esamisi bile okunamayacak, belki kendilerinin bile inanamadığı defalarca denenmiş silik, değersiz, arzî fikirleri, pansuman tedbirleri tekrar tekrar ısıtıp, allayıp pullayıp takdim etmeye, tam tabiriyle yutturmaya çalışmaktadırlar. Fakat artık işleri zordur. İnsanlık bunları yutamayacak, bu bayat efkarı hazmedemeyecek kadar perişandır.
ASM’ın müjdesi gerçekleşmek üzeredir. Hz. İsa’nın AS ayak sesleri duyulmaktadır. İslam’la birleşecek Hakiki İsevi’ler ortalıkta gezinmekte, BSN.nin Nur Külliyatı etrafında düzenlenen Sempozyumlarda boy göstermektedirler. Görmek için iz’an ve ihlâsla temizlenmiş iman gözlüğüne ihtiyaç vardır. (Bkz:Nesil Y.Evi, Mektubat, 15.Mektup- 371)
Halbuki “Kur’ân, “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne” olan birinci kelimeyi, esasından "vücub-u zekât" ile kal’ eder, tedavi eder. "Sen çalış, ben yiyeyim” olan ikinci kelimenin esasını "hurmet-i ribâ" ile kal’ edip tedavi eder. “ İnsanları faizden kaçmaya, zekât vermeye davet eder.
Bu arada Merhum Akif’in “Mimsiz medeniyet” yani “Deniyyet” veya “Tek dişi kalmış canavar” olarak vasıflandırdığı bu Wall Street, New York emsali Medeniyetleri(!)Bediüzzaman Said Nursi, geçen asrın başlarında, ”Medeniyet-i Habise” olarak dillendirir. Hatta daha da ileri bir görüşle: ”Devletler, milletler muharebesi, tabakât-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecîr olmak da istemez. “ deyişini, televizyonların uzun süredir göstermekten bıkmadığı Dünya Ekonomik Krizi haberlerini seyretme esnasında hatırlayınca, hala sömürgecilik bakanlığı olan güya Batılı(!),demokrat(!),medeni(!) devletlerin sonunu görür gibi oluyor, inanın çok heyecanlanıyorum.
Bunlar gerçekleşirken masumların zarar görmemesini de dillendirerek kırk yıllık rüyalarımı, hayallerimi; namaz arkasındakiler dahil, bütün dualarımda önemli yer tutan, insanlığın toplu saadeti ile ilgili kısmını, “Yarabbi, benim vücudumu öyle büyüt ki, cehennemi doldurayım, orada ehl-i imana yer kalmasın” mealinde feryat eden Hz. Ebubekir’e; “Bir müminin cehennemden kurtulması için cehenneme girmeye hazırım” diyen Bediüzzaman’a biraz olsun benzeyebilmek; ve daha ziyade doğduğunda ve kıyamet gününde “Ümmeti,, ümmeti” diye bizler için yüreği yanan, ASM.’a ittiba için tekrar daha candan bir şekilde dillendiriyorum.
Esasen bu konuları Risale-i Nurdan defalarca okumak, dinlemek lazım. Çükü orada bu işin temeli, esası zikredilmiştir. Nur Talebelerinden bu sahadaki ilim adamlarının, Risale-i Nur Külliyatını, A.Mermer Bey’in “Ucu açık metin” olarak görmesi gibi düşünüp, Kutsi Kaynakları da içine alan ciddi çalışmalar yapmaları lazım. Bediüzzaman gibi “Kur’anın dersi, Resul-ü Erkemin talimiyle “ deyip, kendi sahalarında Nurları konuşturmaları gerekir. Bizim gibi tahsilli cahillere işi bırakmamaları, süratle ilmi makaleler yazıp, panel ve konferanslarla ve hatta sempozyumlarla, bu büyük belayı izale için, insanlığın az kalmış ömrünün saadetli geçebilmesi için, bütün dünyaya İmanî ve Kur’anî Hakikatleri takdimlerine çok ihtiyaç var.
İnşallah sahanın kompetanları dünyevileşmekten kurtulup, akademik oyun ve oynaştan vakit bulup, “Ümmeti Muhammedi, sahil-i selamete çıkaran gemide hademeliğe soyunarak,”; “..bataklıktaki % 80’e mütehayyire topuzsuz safi nur uzatarak” ve dahi “Eski Said olarak değil de sadece İmana çalışan, geniş dairelere usulsüz bulaşmayan Yeni Said gibi” daha “Nurcu” olarak koşmalarını, onlardan bekliyor, insanlık adına onlara yalvarıyoruz.
Bir zamanlar, Nesil Yayınlarında “Bekir Berk Salonunda” seminere çağrılan bazı fikir adamlarının dediği gibi “Dünya manen Nur Talebelerinin insanlığın büyük dertlerine çare üretmesini, Risale-i Nurdan devalar çıkarmasını bekliyor.” sözünü avazım çıktığı kadar bağırarak tekrar ediyor, gereğini onlardan rica ediyorum. Bir an önce bütün ilmî enaniyetleri bir tarafa bırakarak, Nurun farklı hizmet tarzını ifade eden, zahiren farklı meşreplerinde bulunan yüzlerce arkadaşımızın artık meydana çıkması lazım.
Buz parçası hüviyetindeki enaniyetlerini müşterek İslam havuzuna -M.Karabaşoğlu’nun üzülerek ifade ettiği gibi havuzda da erimeden durması için sarıp sarmalamadan atması şartıyla- atarak, imamlık şerefini arkadaşlarına vererek, yekdiğerinin kusurlarına gözünü kapayarak, kısacası Nurun Düsturlarına uyarak çalışması lazım.
Bediüzzaman İşarat’ül İcazda üstte anlattığım satırların devamında meseleyi daha da açar. Üreticiyi de tüketiciyi de hodgam, infiradi, kısır düşünceden kurtarmak gayesiyle; adaletin temini için külli akla ihtiyaç olduğunu anlatır. Böyle külli aklın kanunla olabileceğini ve bu kanunun da dinle ortaya konabileceğini ifade eder. Daha sonra dinin düsturlarının tatbiki için ihtiyaç olan merciden, bu mercinin de ancak Peygamberler olacağından bahseder. Onların ise kendilerini halka kabul için imtiyaza ihtiyaçları olduğunu, bu ihtiyacın ise mucizeler olduğunu anlatır ki bunlar gerçekten çok harika izahlardır.
Konuyu ibadetin dünya hayatını da tanzim edişine dayandıran Bediüzzaman, esasen tam da bu asrın derdine deva sunmaktadır. Sadece bunların iyi ve ısrarlı bir tarzda ihlâslı olarak takdimine ihtiyaç vardır.
Bediüzzaman, “…bütün Müslümanlara karşı - bütün insanlara da- sabit bir münasebet peyda…” etmek “.. kavî bir irtibat ve bağlılığa” ulaşmak için ihtiyaç olanın Allah’a, Ahiret’e iman gibi imanî meseler olduğunu söyler. Bunların en temel hakikat oluşunu bütün eserlerinde büyük bir açıklık ve vukufiyetle ortaya koyuşunu bu satırlarla ifade etmek oldukça zor. Ancak isteyenler Nur Külliyatından okuyabilirler. Sahanın uzmanlarının ise bu meseleleri daha da sarih ve tafsilatlı ifade etmeleri zaruridir.
Üstad’ı bir de “Zından-ı atalete düşmenin sebepleri’nden takip etmek lazım. Orada insanın, “…medenî-i bittab' olduğundan “ bahseder. İ.İcaza atıf yapılarak üstte de anlatılan sosyal varlık oluşuyla ilgili durumu, çok yüksek yaradılışlı halleri, en güzel şeyleri isteyen fıtratı, ihtiyaçlarının tesviyesinde ise başkalarına muhtaç vaziyeti nazara verilir. (Nesil Yay. R.Nur Külliyatı, Münazarat-1958)
Böyle bir insan, O’na göre :”…hakkını onlar içinde(beraber yaşadığı diğer insanlar içinde) aramağa mükellef “tir. Yani ihtiyaçları onlardan temin edecek. İhtiyacı olan parayı da onlardan kazanacaktır. Fakat Mübadelede, fiat ve ücretlerdeki denge meselesinde işler Dünya Ekonomik Krizinde olduğu gibi iyi gitmez. Çünkü bu konuda adaletli davranışa, her iki tarafı da; üreticiyi de tüketiciyi de düşünen; sermayenin hakkını da, emeğin değerini de adilane ortaya koyarken ”…insanın âmâlini dağıtan fikr-i infiradî ve tasavvur-u şahsî karşı çıkar. “ İnsanı hodgam, menfatperest bir değerlendirmeye iter.
Beydaba’nın güvercinleri gibi hep birlikte problemin üzerine gidilmesi zaruridir. İktisad ve Sosyoloji ilminin asırlar öncesi ulaşması gereken bir Kur’anî hakikat, bu husus; hala ulaşılamayan bir muğlak mesele gibi bütün bakirliğiyle meydanda durmaktadır. Dalalet vadilerindeki nefisler direnerek Kur’anın rehberliğinden mahrum kalırken, müminane hayat sürenler de maalesef ne kadar önemli olduğunu henüz idrak etmiş değillerdir.
Cenab-ı Hak Kur’an’da “Müminlerin aralarındaki işleri meşveret hallettiklerini..” söylemektedir. ASM, farklı fikirler, hakikati daha doğru ve iyi bir şekilde ortaya çıkarır, manasında ‘Ümmetin ihtilafı ile iftihar ederim” der. Ulemanın müşterek kanaatini Bediüzzaman, "İnsanların en hayırlısı, onlara faydalı olandır.” diye “ mücahid-i âlîhimmet” olarak vasıflandırarak “.. mübarezesine çıkarınız.” (Age.) diye yol gösterir. Hatta, “Kimin himmeti, milletiyse, o tek başına küçük bir millettir” i nazarımıza ilaç olarak arz eder.
Bu fikirlerin, şu sıralarda insanlığın büyük ve çaresiz kalınan bir belası olan Dünya Ekonomik Krizinin, tam şifa verici ilacı; yok edici kezzabı gibi olduğunu görmek lazım. Ancak bu, R.Nurları okuyunca, Kutsi Kaynaklara uyarak anlatılanlara tabi olunca mümkün olabilir.
Ayrıca 12.Sözün 2,3. Esaslarına da dikkatle bakmak çok iyi olur. Orada olduğu gibi Rüyada Bir Hitabede de ayni mesele anlatılır. Bu Faiz medeniyeti masaya yatırılır.
Bu medeniyet, “..beş menfî esas üzerine teessüs etmiştir. Nokta-i istinadı kuvvettir. O ise şe'ni, tecavüzdür. Hedef-i kasdı, menfaattır. O ise şe'ni, tezahümdür. Hayatta düsturu cidaldir. O ise şe'ni, tenazu'dur. Kitleler mabeynindeki rabıtası, âheri yutmakla beslenen unsuriyet ve menfî milliyettir. O ise şe'ni, böyle müdhiş tesadümdür. Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi teşci' ve arzularını tatmin ve metalibini teshildir. O heva ise şe'ni, insaniyeti derece-i melekiyeden dereke-i kelbiyete indirmektir, insanın mesh-i manevîsine sebeb olmaktır. Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. “(Nesil Y.Evi. R.Nur Külliyatı, Rüyada Bir Hitabe-2049)
Wall Street, New York ve benzerlerini kasdederek:
“Bu medeniyet-i hazıra, beşerin yüzde seksenini meşakkate şekavete atmış; onunu mümevveh (hayalî) saadete çıkarmış, diğer onu da beyne-beyne (ikisi ortası) bırakmış. Saadet odur ki: Külle ya eksere saadet ola.
Bu ise ekall-i kalilindir ki, nev'-i beşere rahmet olan Kur'an ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder. “ diyerek bu zalim felsefenin tarzını da izah eder:
“Hem serbest hevanın tahakkümüyle, havaic-i gayr-ı zaruriye havaic-i zaruriye hükmüne geçmişlerdir. Bedeviyette bir adam dört şeye muhtaç iken; medeniyet yüz şeye muhtaç ve fakir etmiştir. Sa'y masrafa kâfi gelmediğinden hileye harama sevketmekle, ahlâkın esasını şu noktadan ifsad etmiştir.
Cemaate nev'e verdiği servet haşmete bedel, ferdi şahsı fakir, ahlâksız etmiştir.Kurûn-u ûlânın mecmu-u vahşetini bu medeniyet bir defada kustu!Âlem-i İslâm'ın şu medeniyete karşı istinkâfı ve soğuk davranması ve kabulde ızdırabı cây-ı dikkattir.” (Age.)diyerek asırları aydınlatır.
Ama talebeleri bu güzel hakikatleri yeterli tarzda insanlığa takdimde muvaffak olamamışlardır.
Wall Street, New York’ta, Yunanistan, İspanya gibi pek çok Batı Ülkesinde hayatı pahasına meydanları doldurarak uzun süredir feryad edenler İslam Medeniyetini beklemekte, onu çağırmaktadırlar. Belki de Somali’liler bile büyük bir heyecanla O’nu beklemektedir. Ve hatta devletimiz, Somali’ye toplanan beş yüz trilyonluk yardımı bile, kısa sürede, o medeniyetten kalan ahlakî kırıntılarımızla ortaya çıkarabilmiştir, dense yalan olmaz..
Çünkü bu medeniyeti Bediüzzaman Said Nursi şöyle tarif eder.
“Şeriat-ı Ahmediye'nin (A.S.M) tazammun ettiği ve emrettiği medeniyet ise ki,
medeniyet-i hazıranın İNKİŞAINDAN inkişaf edecektir.
Onun menfî esasları yerine müsbet esaslar vaz'eder.
İşte nokta-i istinad, kuvvete bedel haktır ki, şe'ni adalet ve tevazündür.
Hedef de menfaat yerine fazilettir ki, şe'ni muhabbet ve tecazübdür.
Cihet-ül vahdet de unsuriyet ve milliyet yerine, rabıta-i dinî, vatanî, sınıfîdir ki,
şe'ni samimî uhuvvet ve müsalemet ve haricin tecavüzüne karşı yalnız tedafü'dür.
Hayatta düstur-u cidal yerine düstur-u teavündür ki, şe'ni ittihad ve tesanüddür. Heva yerine hüdadır ki, şe'ni insaniyeten terakki ve ruhen tekâmüldür. Hevayı tahdid eder, nefsin hevesat-ı süfliyesinin teshiline bedel, ruhun hissiyat-ı ulviyesini tatmin eder. “(Age.)
Cenab-ı Hak bizleri o medeniyete uygun yaşatsın. Bir an önce Nurlu Müminlere, bütün insanlığa, iki cihan saadeti bahşedecek o medeniyeti ortaya koyacak gayret versin. Böyle bir medeniyeti Müslüman İsevilerle birlikte inşa etmeyi bizlere nasip etsin. Çünkü Bediüzzaman’ göre “..geniş dairelerdeki o vazifeyi “Müslüman İseviler” yapacaktır.
Bediüzzaman Hazretleri bu konuda da fikir serdeder.
“İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsâ AS.mın şahsiyet-i mâneviyesinden ibaret olan hakikî İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlâhiyenin semâsından nüzul edecek, halihazır Hıristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek, mânen Hıristiyanlık bir nevi İslâmiyete inkılâp edecektir. Ve Kur'ân'a iktida ederek, o İsevîlik şahs-ı mânevîsi tâbi ve İslâmiyet metbû makamında kalacak, din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır. Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlûp olan İsevîlik ve İslâmiyet, ittihad neticesinde dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken, âlem-i semâvâtta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsâ AS, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i Külli Şeyin vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır. Madem Kadîr-i Külli Şey vaad etmiş, elbette yapacaktır.”Bize olsa olsa fiilen ve kavlen Amin demek düşer.