Her yeni kitap yeni bir dünyadır, kendi fikrinize bakmak için yeni bir ayna... Bazen bir kitabın size kazandırdığı yeni bir bilgiyi, belki yeni bir bakış açısını, kendi tefekkürünüzle bir yılda kazanamazsınız. Okumak bu yönüyle pek kıymetlidir. Hele hele ilgi alanınıza dair farklı gözlerin, fikirlerin, kalemlerin emeklerini okumak “ayrıca” bir zenginliktir; bir iken bin kılar sizi... Sayinizi bereketlendirir, düşünce dünyanızı zenginleştirir.
Şu gün itibariyle yine böyle bir kitabın sonuna gelmiş bulunmaktayım. Bir dostumun; “Elimden gelse buradaki her editöre okuturum, hatta okumalarını mecbur tutarım!” tavsiyesiyle elime aldığım kitap, her bölümünde tekrar be tekrar bu dostumun düşüncesine hak verdirdi.
İletişim Yayınları’ndan çıkan bu kitabın ismi; “Zaman İçinde Bediüzzaman”dı. Belki pekçoğunuzun zaten ismen varlığını bildiğiniz kitap, içerik olarak (kendi adıma konuşayım) bana çok yeniydi. Yine “Yolcu” belgeselini hazırlayan insanların emek ürünü olan bu eser, özellikle Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’nı ne denli “sağlam verilerle” oluşturduğumuz konusunda beni bir hayli düşündürdü. Geçmiş malumatımı bir yönüyle yeniden sorgulattı. Öğrendiğim bir kısım bilgiyi yeni baştan, daha ince delikli bir elekten geçirmem gerektiğini ihtar etti. “Hakkın âli olan hatırı adına bunu yapman gerek!” dedirtti.
Kitabın; “Zaman içinde siyasî söylemi değişen bir Bediüzzaman var” iddiası değil benim asıl üzerinde durmak istediğim. Benim asıl üzerinde durmak istediğim, kitapta birazcık ince okumalarla yakalanan Tarihçe-i Hayat boşlukları... Hassaten Şahiner ağabeyden gelen hatıra üsluplu bilgilerin içerdiği bazı boşluklar... Kitap bunları birkaç yerde çok iyi yakalamış.
Buna ilaveten yine Üstadın kontrolünden geçen Tarihçe-i Hayat’la başka kaynaklarda geçen bilgiler arasında da uyumsuzluklar yakalamış ki, hakikaten pek ca-yı hayret ve dikkat şeyler. Şimdi anlatmaya kalksam, birkaç yazıda ancak bitirebileceğim meselelerden birisi de Nikola Nikolaviç ve Üstad arasında geçen hadise...
Malumunuz, Üstad, Risale-i Nur külliyatında her yerde “Rus’un bir kumandanı” diyerek bahsediyor ondan... Bediüzzaman’ın ona verdiği bir isim yok. Fakat yıllar sonra gazetede yayınlanan bir hatıradan sonra, hadiseyi doğruluyor ve Şualar’da ilgili bölümde şöyle diyor: “Aslı doğrudur.” Ama ilerde yine o komutandan bahsedecek olduğu zaman “Rus’un bir kumandanı” gibi ifadeler kullanıyor, isim yine geçmiyor.
Ancak o hatırada yer alan Nikola Nikolaviç ismi, kesin bir bilgi olarak kalıyor Nur talebelerinin hafızalarında... Şualar’da da aynı metnin yer almasıyla “Üstadın onayı var!” diye düşünülerek hiç sorgulanmıyor. Hatıra hep Nikola Nikolaviç üzerinden anlatılıp duruyor... Fakat bu kitapta öyle bir bilgiyle karşılaşıyorsunuz ki, şaşırmadan edemiyorsunuz: Meğer o dönemin Kostroma esir kampı kayıtlarında Nikola Nikolaviç’in orayı denetlemeye geldiğine dair bir bilgi yokmuş. Üstelik o dönemde ağır Bolşevik baskısı altında olan çar ailesinin bu kadar rahat bin kilometre ötede bir denetlemeye katılması pek mümkün değilmiş. Onların Moskova’dan bu denli uzaklaşması zormuş.
Haydi, müelliflerin bu yorumları bir kenara, böyle önemli birisinin Kostroma denetlemesinin resmi kayıtlarda yer almaması, hakikaten imkansız gibi... Peki, o halde? O halde bu kumandan bir başkası ve belki, Bediüzzaman onun ismini bilmediği için “Rus’un bir kumandanı” tabirini kullanıyor. Fakat hatırada öyle bir naklediliyor ki; çar soruyor; “Beni tanımadılar mı?” Üstad tanıdığını, ismini de söyleyerek ifade ediyor. O halde külliyat içinde neden ismini hiç kullanmıyor? Bu biraz garip değil mi?
Hasılı bizim Tarihçe-i Hayat yazımı hususunda hatıra naklinden bir üst mertebeye geçmemiz şart... Daha müdakkik olmamız, sorgulamamız şart. Yoksa başka birileri birkaç yıllık bir araştırmayla bizi tarihçe yazımı noktasında eleştirebilecek pekçok şey bulabilirler. Bu kitap ve düşündürdükleri üzerine ben de Ahmet Nas ağabeyim gibi birkaç yazı yazmak istiyorum. İlki bu oldu. Kitabın Tarihçe-i Hayat eksenli kimi sorgulamaları bana çok “ilginç” geldiğinden sizlerle paylaşacağım. Bana “dokunduğu” için zikretmek istiyorum. Tevfik Allah’tandır.