Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Ahzab Sûresi 30-34. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
30. Ey Peygamber hanımları! İçinizden kim apaçık bir çirkinlik yaparsa, ona azab iki kat artırılır. Bu ise, Allah’a göre pek kolaydır.
31. Fakat içinizden kim, Allah’a ve Resûlüne itâat eder ve sâlih bir amel işlerse, ona mükâfâtını iki kat veririz ve (Cennette) onun için (çok) hoş bir rızık hazırlamışızdır.
32. Ey Peygamber hanımları! (Siz,) kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz; eğer (Allah’dan) sakınıyorsanız, o hâlde (yabancı erkeklerle konuşurken) konuşmayı yumuşak (bir edâ ile) yapmayın ki kalbinde bir hastalık bulunan kimse tamah etmesin; ve (bir şey söyleyeceğinizde ciddiyetle) güzel bir söz söyleyin!
33. Hem evlerinizde (vakarınızla) oturun ve evvelki câhiliye devri (kadınlarının) açılıp saçılması gibi, ziynetlerinizi ızhâr etmeyin; (*) namazı hakkıyla edâ edin; zekâtı verin; Allah’a ve Resûlüne itâat edin! Ey Ehl-i Beyt! (**) Allah (bu emirleriyle), sizden ancak kiri (günâhı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.
34. Hem evlerinizde Allah’ın âyetlerinden ve hikmetten (size) okunanları düşünün! Şübhesiz Allah, Latîf (bütün incelikleri bilen)dir, Habîr (her hâlinizden haberdâr olan)dır.
(*) “Kur’ân ise merhameten, kadınların hürmetini muhâfaza için, hayâ perdesini takmasını emir eder. Tâ hevesât-ı rezîlenin (rezil heveslerin) ayağı altında o şefkat ma‘denleri zillet çekmesinler. Âlet-i hevesât, ehemmiyetsiz bir metâ‘ (eşyâ) hükmüne geçmesinler.” (Zülfikār, 25. Söz, 39)
(**) “Ehl-i Beyt”, lügat ma‘nâsıyla “ev halkı” demektir. Bu ifâdeyle, Resûl-i Ekrem (ASM)’ın kendileriyle birlikte, hanımları bulunan muhterem vâlidelerimiz ve çocukları; kezâ Hz. Fâtıma (ra), Hz. Ali Efendimiz (ra) ve iki oğlu olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimiz (ra) kasdedilmektedir. (Râzî, c. 13/25, 210)
“(Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm) fermân etmiş ki: ‘Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz (sıkıca yapışsanız), necât bulursunuz (kurtulursunuz). Biri: Kitâbullahdır, diğeri: Âl-i Beytimdir.’ Çünki, Sünnet-i Seniyenin menbaı (kaynağı) ve muhâfızı (koruyucusu) ve her cihetle iltizâm etmekle (uymakla) mükellef olanı Âl-i Beyttir. İşte bu sırra binâendir ki, Kitab ve Sünnete ittibâ‘ edilmesi (tâbi‘ olunması) bu hakîkat-i hadîsiye ile bildirilmiştir. Demek Âl-i Beyt’ten, vazîfe-i risâletçe (peygamberlik vazîfesince) murâdı (kasdı) Sünnet-i Seniyedir. Sünnet-i Seniyeye ittibâ‘ı terk eden, hakîkî Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi, Âl-i Beyt’e de hakîkî dost olamaz.” (Lem‘alar, 4. Lem‘a, 17)