RİSALEHABER
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Isparta İmam Hatip Okulu talebesi iken 1958’in Nisan ayından, 1959’un Ekim ayına kadar bir buçuk sene müddetle Bediüzzaman Said Nursi hazretleri ile aynı evde beraber kalmış ve bilfiil hizmetlerini görmüştür.
Ömer Özcan 2015 yılında Zekeriya Kitapçı’yı Konya’da evinde ziyaret etmiş ve çok kıymetli hizmet hatıralarını kaydetmiştir. Bu hatıralar bugünlerde yayınlanan Ağabeyler Anlatıyor-7 kitabında neşredilmiştir.
Prof. Kitapçı’nın hatıralarından Masonlar, Siyonistler ve Yahudilerin yaptıkları nedeniyle büyük bir ümitsizliğe düştüğünü ancak Bediüzzaman Said Nursi ile görüştükten sonra ümitsizliğin ve korkunun kaybolduğunu şöyle anlatmıştı:
BEDİÜZZAMAN’A İLK ZİYARETİMİ YEİS VE BİTKİNLİK İÇİNDE YAPTIM
Bediüzzaman Hazretlerine ilk ziyaretiniz hangi tarihte, nerede ve nasıl gerçekleşti? Neler konuştunuz?
Hüsrev ağabeyle görüşmelerimiz devam ederken bir gün bana; “Zekeriya kardeşim, sen Üstad’a ziyarete gidebilirsin” dedi. Sene 1953.
Bu arada önce şunu söyleyeyim; Risale-i Nur’u yazarken bir taraftan diğer kitaplardan da okuyordum. O sıralarda okuduğum en ciddi kitaplardan birisi de merhum Yusuf Ziya Uygur beyin ‘İnkılâplar, İhtilallar ve Siyonizm’ adındaki kitabıydı. Kitap Yahudilerin insanlığın başına nasıl bela oldukların anlatıyordu. Bu kitap benim bütün ümitlerimi tüketmiş, hayattan koparmış ve koyu bir çaresizlik içine sürüklemişti. Bunlar arasında, Cevat Rifat Atilhan’ın ‘İğneli Fıçı’ kitabı da vardı ve benim yaralarıma tuz ve biber ekmişti.
İşte böyle bir zamanda bin bir türlü ruhi bunalımlar içinde kıvranıp durduğum bir sırada beynimde bir şimşek parladı. Bediüzzaman’a gitmeliydim artık... Hz. Üstad’ın evi, bizim İmam Hatip Okulu’na dolayısıyla kaldığım yurda çok yakındı.
Koyu bir kış günüydü. Doğruca Hz. Üstad’ın evine gittim. Titrek elimle O Sultan’ın kapısını çaldım. Bayram Yüksel Ağabey açtı kapıyı. Hz. Üstad’ın yanına beraber girdik. Üstad karyolasında yarı oturur bir şekildeydi. Yanı başındaki duvarda muazzam bir şecere, soy kütüğü vardı. Odasında sıradan bir halı, ortasında bir soba yanıyordu ve etrafa tatlı buhurdan kokusu yayılmıştı. Sobanın sıcaklığı hissediliyordu. Bediüzzaman tok bir sesle: “Gel Kardaşım” dedi bana. Yanına varınca elini anlıma koydu ve başımı okşadı. Hz. Üstad beni sanki ilk defa tanıyor değil de, uzun bir zamandır yanındaymışım gibi bir hava içinde kabul etti. Elini öptüm ve edeple önüne oturdum.
Hz. Üstad şöyle bir bakınca insanın halet-i ruhiyesini röntgen gibi çeker, hemen okurdu. O, benim perişan kalbimin röntgenini de çoktan çekmiş bulunuyordu.
Yahudilerin ve Masonların haris emellerinden anlattı
O, asrın mürşidiydi. Bana: “Kardaşım! Sen ne hale gelmişsin böyle?” dedi. Sonra Risale-i Nur’dan ve onun yüksek hakikatlerinden bahsetti. Risale-i Nur’un, okuyanlara şimdiye kadar hiçbir zarar vermediğini, bilakis gönül ve kalplere şifa verdiğini söyledi. Çok gür ve tok bir sesle ve kendinden çok emin bir şekilde konuşuyordu. Yahudilerin ve Masonların haris emellerinden anlattı. Tekrar Risale-i Nur’a dönerek, Risale-i Nur’un Anadolu’da Küfr-ü mutlakın ve Komünizmin belini kırdığı gibi masonluğun da belini kıracağını ve bu milletin imdadına yetişeceğini söyledi. “Kardeşim! Yeise düşme, moralini bozma... İstikbal İslam’ındır... Hiç korkma... Küfrün, zulmün karşısında Risale-i Nur sizin için tam bir ilaçtır... Kurtuluş Risale-i Nur’dadır...” şeklinde çok yüksek seviyede bir ders verdi.
Hz. Üstad’ın bu sözleri bana sonsuz bir ümit vermişti. Sonra Üstad bana: “Sen hoş gelmişsin kardaşım, sen hoş gelmişsin kardaşım” dedi. Tabi ben bunun manasını bilmiyordum. Bayram Ağabey bana dokununca anladım. Üstad’ın elini tekrar öptüm ve bütün yeis, ümitsizlikten kurtulmuş bir halde huzurundan ayrıldım.
Artık hiçbir şeyden korkmuyordum
Bu dersten sonra sizdeki o yeis ve bitkinlik bitti mi?
Tamamen bitti... Bediüzzaman’ın yanından çıktıktan sonra gönül dünyamdaki dalgalanmalar, hırçınlıklar gitmişti. Gönlümde, kalbimde hiçbir yeis, hiçbir korku kalmamıştı. Adeta bir çocuk gibi yeniden doğmuştum. O anı hiç unutmuyorum. Kendimi öyle hafif hissediyordum ki, birisi ‘üff’ dese uçup gidecek kadar hafiflemiştim. Artık hiçbir şeyden korkmuyordum. Risale-i Nur okuyanlar hapse girermiş, başlarına iş açılırmış gibi şeyler aklıma bile gelmiyordu. Düşündüğüm tek şey vardı; Üstad’ı seveceksin! Risale-i Nur’u okuyacaksın! Yazacaksın! Onun yüksek hakikatlerini korkmadan çekinmeden herkese ilan edeceksin...