Gergin bir sabah, tatsız bir kahvaltı, berbat bir gün. İş, aş, eş. Hayatımızın özeti bu. Bir ömür boyu uğruna nice fedakarlıklar yaptığımız üç şey. İşi ve aşı olanlar ama eşi olmayan meşhurlar da vardı. Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Tanpınar. Edebiyatımızın üç melalli ismi. Hayatları boyunca hiçbir kavganın içine girmediler, hayatı kıyıdan seyrettiler daima. Evlenecek kadar cesaretleri yoktu. Yahya Kemal dokuz yıllık Paris rüyasından sonra yurda dönmüş, her türlü ihsan-ı şahaneden istifade etmiş, hiçbir şeye karşı çıkmamış ve taraf olmamış bir nikbin.
Eğil Dağlar, Aziz İstanbul zoraki söylenmiş gibi. Rahatı için feda etmeyeceği hiçbir kutsal yok hazretin. Şiiri bile kendisi gibi yüreksiz ve ruhsuz. Yapma çiçekler gibi. Sessiz Gemi’nin Mallarme’nin Deniz Meltemi’nden intihal olduğunu Peyami Safa ispatlamıştı vakti zamanında. Ahmet Haşim onun kadar uzun yaşamadı, şiiri için bir şey söyleyemem ama düz yazıları şahane. Gurabahane-i Laklakan, Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi çok enfes. Kavganın ve hayatın dışında ama yine de enfes. Bütün evlilik teşebbüsleri yarıda kaldı.
Nazım’ın hicviyesi çok zalimce ama doğru. Hayatı boyunca gözleri önünde cereyan eden hiçbir yanlışa bir defa olsun yanlış dememek ne kadar acı! Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali gibilerini bunlardan ayıran en önemli fark bu değil mi? Hayatın içinden konuşmaları, kral çıplak deme cesaretini gösterebilmeleri. Neyzen Tevfik’in bir mısraı kadar bile yapamadılar bunun. Yahya Kemal Neyzen Tevfik’in deyişiyle “ıkına ıkına” yazardı şiirlerini. Bu tasannuyu görmek çok zor değil. Şiirinde şekil var ama ruh yok. Çünkü yaşadığı sahici bir ızdırap yok. Peyami Safa, Necip Fazıl, Kemal Tahir her şeye rağmen bir davaya, bir meseleye inanmışlardı.
Yahya Kemal’in tek davası davasızlık, tek me’selesi mes’elesizlik. Öğrenicisi Tanpınar daha farklı biraz. Arada, arafta, arkada. Mezkur davasızlığı ve mes’elesizliği iliklerine kadar duyumsamış biri. Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Beş Şehir gibi eserleri bir dava, bir mes’ele arayışı hepsi. Hocasına göre daha derin, daha entelektüel. Belki şiirde onun gerisinde kaldı ama düşüncede onu çok aştı. Sanat denen hülyanın prizmasından seyrediyordu hayatı. Sanatın dışına çıkmamak için hayatın dışına çıktı. Orhan Pamuk’un “üstadım” dediği tek kişi Tanpınar. Hiçbir eserinde üstadının önüne geçemedi. İstanbul, Şehir ve Hatıralar bile Beş Şehir’in gölgesinde kaldı. Belki en fazla zorladığı eseri Masumiyet Müzesi ama yine taklidin kokusu geliyordu. Pamuk Kar romanı ile sosyal ve siyasala temas etmesi bakımından üstadı Tanpınar’dan ayrılır, bir parça Sabahattin Ali’ye yaklaşır.
Günümüzde Huzur’u anlayarak ve lezzet alarak okuyacak bir genç var mıdır, sanmıyorum. Tanpınar muayyen bir zevke, duyuşa, düşünüşe tercüman oluyordu ve bunun tarihsel olduğu bir gerçekti. Samiha Ayverdi, Safiye Erol aynı tarihselliğin içinde cevelan eden birkaç romancı. Hilmi Yavuz Tanpınar’ın iki eski arasında inşa etmeye çalıştığı yeniyi inşa edemediğini söyler Edebiyat Okumaları’nda. Mektepten memlekete, kökü mazide olan ati söylemi birer retorik olmanın ötesine geçemedi.
Akif, Fikret, Nazım, Necip Fazıl bunlar bir mes’ele için yaşadılar. Abdülhak Hamit, Yahya Kemal, Haşim, Tanpınar bunların en büyük zaafı bir mes’elelerinin olmayışı. Başka bir ifadeyle birinciler güzel ile birlikte doğrunun ve hakkın peşine düştüler, ikinciler güzelde kaldılar sadece. İyi bir mısra bulmak bütün hayatlarının tek gayesi idi. Bunu başardıktan sonra sokakta insanların boğazlanması, haksızlıklar, hukuksuzluklar umurlarında değildi. Yılan kendilerine dokunmasın isterse bin sene yaşasın misali. Nazım Hikmet hapisteyken üvey baba adayı Yahya Kemal işret sofralarında keyif çatmakla meşguldü. Bu bir kumaş, bir karakter farkıdır. Her devrin Yahya Kemalleri de var, Nazım Hikmetleri de.