Yahya Kemal, mazimin kıymetli isimlerinden biri. Beşir Ayvazoğlu ile adım atmıştım dünyasına. Önce “Eve Dönen Adam”, sonra “Bozgunda Fetih Rüyası”nı zevkle okumuştum. “Sessiz Gemi”, “Süleymaniyede Bayram Sabahı”, “Rindlerin Akşamı”, “Mehlika Sultana Aşık Yedi Genç” hafızamda hâlâ. Şiirde ne kadar tatlı ise nesirde o kadar tatsız Yahya Kemal. “Eğil Dağlar” zoraki okuduğum nesir yazıları. Ben, Yahya Kemal’den çok onun Türk Edebiyatına gözde bir armağanı olan Tanpınar’ı sevdim. Onun için Tanpınar’ın hatırası hocasından fazladır bende.
Yahya Kemal, yetmiş dört yıllık ömründe maddi ve manevi hiçbir ızdırap çekmemiştir. Ömrü boyunca rahatını sarsabilecek hiçbir konuda kendisini riske atmamıştır. Her şeyin en güzelini, en rahatını istemiş ve bu isteklerinin büyük bir kısmına kavuşmuştur. Gittiği her yer, kaldığı her ev, oturduğu her sandalye rahat ve yüksek olmalıdır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, milletvekilliği yaptığı Ankara’da o yılların en tanınmış ve en lüks oteli olan Taşhan’da kalmaktadır.
Yahya Kemal, kendisi için hazırlanmış huzuru yaşamayı hedefleyen bir ruh yapısına sahiptir. Huzursuz yerleri huzurlu hâle getirmek onun işi değildir. O değil bir evin, bir odanın bile eziyetini çekmeye katlanmamıştır. Ferdi savunmuş ve ferdi yaşamıştır. “Bir evin eziyetini” çekmemek için evlenmemiştir. “Millet” dememiş, “milliyet” demiştir. O kadar ki, milletin en küçük unsuru sayılan “aile” bile rahatsız etmiştir onu.
Yahya Kemal, maddi bir sıkıntı çekmediği gibi, manevi bir ızdırabı da yaşamış değildir. Nasılsa, bir gün uğradığı “Atik Valde’den inen sokakta”, “kaç defa geçtiğim bu sokaklar“ diyorsa da, birçok şeyi yeni keşfetmiş gibidir. Ramazan’dır. “Nurlu neş’e” ile kaplanan “kerpiçten evleri” farketmiştir. “Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz” derken duyduğu incecik ızdırabı, yine o rahat hâliyle silebilmektedir: “Mâdem ki böyle duygularım kaldı çok şükür.”
Tarih, onun anlattığı tarihtir. Aydın, ancak onun çevresinde ve onu anlayabilenlerdir. Hangi dostu bu “aydın”lığın üzerine bir cehâlet zulmeti çekmek ister? Millet mi?.. Diğer insanlar mı?.. Onlar, zaten “ışıklı kafalar”ın rahatı için çalışan, ölen ve savaşan küçücük karıncalardır. Yüksek düşünceler onların “gök kubbesi”nin çok üzerindedir. Asıl olan “Kendi Gök Kubbe”sidir.
Yahya Kemal, bu millete öylesine uzak, öylesine yabancıdır ki, o milletin “Yüzünde göz izi var/Sana kim baktı yarim” gibi hiçbir zaman ulamayacağı şiirleri, çamaşır tokaçlarken, orak biçerken, ayran içerken söylediğinin farkında olmamıştır. Ve o milletin hakir gördüğü, “ham ervah”tan bir ufacık cüruh zerresi sandığı “ışıklı kafa” taşımayan fertlerin, bu şiirlere şiir bile semekten ar edip yahni derecesine mahnı veya mani dediğini düşünememiştir.
Baskıya boyun eğmeyen, dinine ve örfüne saldıranın gözlerine pençelerini daldıran bu millet; kimi zaman savaşmadan da demokratik kurallarla da kendilerine layık görmedikleri idarecilerini başlarından atmasını bilmişlerdir. Bir zaman tek partinin baskısıyla muzdarip olan millet, “Yeter, söz milletindir!..” diyerek o baskıcı ve tek parti sultasına dayalı hükûmeti kahir bir ekseriyetle devirince Yahya Kemal oldukça rahatsız olmuştur.
Benlik derecesine varan bir ferdiyetçilik, bu düşüncenin verdiği rahat bir hayat, aşırı rahatlığın verdiği huzursuzluk, bu huzursuzluğu üzerinden atmak için çevresinden eksiltmediği dostlarla süren uzun sohbetler… Her şeyi bir vasıtaya gördürmek, kımıldamadan saatte üçyüz kilometre yol katetmek. Hazırlamadığı yemeklerde bile eksik lezzete tahammülsüzlük, bitmeyen bir nefsine hürmet arzusu, oturduğu şezlongdan zamana hükmetmek. Sorumluluğa girmemek, yönlendirmek ama öne geçmemek… Sevdalanmak, sevişmek ama çile ve zorluğuna katlanmamak. Aşkı bile hareketsiz, kımıltısız, cefasız olarak algılamak…
Atatürk zamanında da Milli Şef İnönü zamanında da milletvekili olarak kalmayı başarabilmiştir. Sosyal konulara uzak durmuş kimsenin derdiyle hemdert olmamıştır. Ne Nazım gibi kanunların yasakladığı bir düşünceye yaklaşmış, ne de Akif ve Necip Fazıl gibi “Allah” diyerek zindanlara, sürgünlere uzanmıştır. Ne Fikret gibi padişaha dil uzatıp Osmanlı düşüncesine ters düşmüş, ne de halifeyi överek cumhuriyet ve laikliğe karşı olmuştur. Kimseye muhalif olmayan, kimseden muhalefet bulmayan bir anlayış.
Medreseler kapatılırken, tekke ve zaviyelerin kapısına kilit vurulurken, harf inkılabı olurken, İstiklal Mahkemeleri’nde haksız yere binlerce âlim ve fâzıl insan infaz edilirken, en yakın bazı şair arkadaşları hapislerde ve dürgünlerde çürürken, yaklaşık yirmi yıl Ezan Türkçe okunurken, namaz Türkçe kılınırken, kafatası ölçümleri ile ırkılığın daniskası yapılırken kısaca şenaat ve denaatin her türlüsü pervasızca işlenirken şairimiz Yahya Kemal sessizdi. Oralı bile değildi. Bu zulümleri yapanların sofrasında midesini tıka basa doldurma peşindeydi.
Hâsılı, tek namusu güzel bir mısra olan Yahya Kemal şiirde çok leziz ama fikirde tam bir rezil. Bir düzen adamı. Tek fikri: fikirsizlik. Tek mes’elesi: mes’elesizlik. Tek tanrısı: menfaat. Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin! (Ayrıntılı bilgi için bkz: Sadettin Kaplan, Beş Şair, Saka y. İstanbul, 2005)