Mahir Duman'ın yazısı
Güneyimizde alevler. Kuzeyimizde seller. Yüreğimizde hüzünler. Ciğerlerimiz yandı. Kalplerimiz tutuştu. İçimiz dağlandı. Yurdumuz yangın yeri.
Bizi darda bırakma Yâ Hannan!
Kendimize zulmettik. Bize acı Allah’ım! Bizler merhametini hak etmesek de... Zavallı hayvanlara, yanıp kavrulan börtü böceğe, beli bükülmüş yaşlılara, günahsız bebeklere merhamet et.
Cehennem narında yakma Yâ Mennan!
Rabbimiz, sen bizleri depremlerle salladın. Terör belasıyla sınadın. Salgınlarla uyardın. Sellerle ikaz ettin. Anlamadık. Anlayamadık… Kuraklıklarla, mevsim değişiklikleriyle, şu dünyanın fani oluşunu gösterdin. Uyanmadık, uyanamadık.
Günahımıza bakma Yâ Rabbi!
Yurdumuz cennetti. Cennet gibiydi. Gölleri, dereleri, su kaynaklarımızı kuruttuk. Yeşili kovduk yanımızdan, yöremizden. Ölü balıklar karaya vurdu. Bir birimizi boğazladık. Cansız bebekler sahillere sürüklendi. Dünyamızı, misafirhanemizi patlamaya hazır bombaya çevirdik.
Dünyayı başımıza yıkma Yâ İlâhi!
Üstadımızın tanımıyla: “Dünya, şeyhuhet itibariyle müşevveştir.” Yaşlı dünyamızın, beli bükülmüş, saçı sakalına karışmıştır. Sebebi ise bizleriz. Kendi evimizi, yuvamızı başımıza yıkıyoruz. Yanan ciğerlerimizi söndürecek sularımız gün be gün azalıyor. Dağlardaki, yaylalardaki çeşmelerimiz akmaz oldu. Ormanlarımızı yok ediyoruz. Gerçi petrol buluyoruz. Doğal gaz kaynakları keşfediyor seviniyoruz. Bunlar da lazım elbette. Ancak hava, su, orman… elzemdi. Bilemedik.
Cehennem ateşine sokma Yâ Rahman!
Dünyamızı yaşanamaz hale getiriyoruz. Şunu biliyoruz: Dünyanın da belli bir ömrü var. Bu kaçınılmaz sondan kurtuluş yok. Şuna da inanıyoruz. Sen nurunu tamamlayacaksın. Kâfirler istemese de… Sağlam kaynaklarda geçen “güzel günleri” göster bize. “İttihad-ı İslâm”ı yaşat ümmete.
Azabınla sıkma Yâ Rahim!
Bizden, dinimizi yaşamamızı istedin. Biz ise sadece anlattık, anlattık… Sağlam bir itikada sahip olamadık. İfrat ve tefritten kurtulamadık.
İnancımızı amele dökemedik. İmam Gazali’nin: “İlmiyle amel etmeyen âlim; başkasını giydirdiği halde kendisi çıplak iğne gibidir.” sözüne mâsadak olduk: Yapmadıklarımızı söyledik. Oysa anlatmadan önce yaşamalıydık.
Beceremedik. Gazabını celbedecek işler yaptık. Şunu da iyi biliyor: “Rahmetim, gazabımı geçti” buyuruyorsun. Bu müjdeyle teselli buluyoruz.
Nar-ı cahîme atma Yâ Tevvab!
Her şeye rağmen ümidimiz tam. Öyle okuduk, öyle iman getirdik. Bizi affedeceğini biliyoruz. Zira gidilecek başka bir kapı yok. Hayatlarını “iman hakikatlerinin neşri”ne vakfetmiş şu gençlerin gayretlerini, geceleri seccadesini gözyaşlarıyla ıslatan âşıkların dualarını boşa çıkarma Allah’ım! Tek tek af kapısını çalma zamanıdır. Huzurundayız.
Kapından kovma Allah’ım!
Hz. Rabia, birisinin yalvarışlarını duymuş: “Af kapılarını aç Allah’ım!” diyormuş. Hazret şöyle demiş: “A ahmak, o kapılar ne zaman kapandı ki…” Madem güneş batıdan doğmadı. Öyleyse tövbe kapısı hâlâ açık demektir. Affına, merhametine, keremine sığınıyoruz. Bir bağrı yanığın feryadıyla niyaz ediyoruz: “Günah işlemek bize yakışmıyor Allah’ım! Lâkin affetmek Sana çoook yakışıyor. Beni de bizi de affet!”
Bize, hayatı zindan etme Yâ Rauf!