Bu yazı aslında sorularımın yazısıdır. Bir zamandır kendi içimde sorguladığım birşeye dairdir. Okuyanlar şaşırmasınlar. Cevabı da içinde yoktur. Yalnız sorusunun hatırı için yazılmıştır. Belki okuyanlardan bu yazıyı malayani bulanlar da olacaktır, garipsemem.
Evet, herkes soru sormak ihtiyacı hissederek gelmiyor bu dünyaya. Yalnız daha önceden hazırlanmış cevapları duymakla tatmin oluyor birçoğumuz. Ne yazık veya ne mutlu bana ki, öyle değilim. Böyle şeyleri yazmaktaki cüretimi de buradan alıyorum: Cahil elbet cesur olur. Allah beni cahilliğimin şuurunda ve itirafında herdaim cesur eylesin. Aksi dilekte değilim, olmadım, olmayacağım inşaallah. Amin.
Rivayet edilir ki; Hz. Rabia’ya sormuşlar: “Kadınlar erkeklerden daha eksik olmasa, onlardan da peygamber gönderilmez miydi? Halbuki biz Kur’an’a bakıyoruz, hiçbir kadın peygamberden bahsedilmiyor.” Hz. Rabia, bu kinayeli soruya şu anlamlı cevabı vermiş: “İyi de bizim içimizden ‘Ben sizin ilahınızım!’ diyen bir Firavun da çıkmadı.”
Bu manidar cevap kulaklarıma nicedir küpe bakıyorum ben hayata. Cahiliyenin tortusu diyebileceğim pekçok insafsız hükmün de, aynen yukarıdaki hükmün Kur’an’a dayandırılmaya çalışılması gibi, hakikatlere yaslandırılmaya çalışıldığını görüyorum. Bu zamanda taşı gediğine koyacak, bu insafsızların ağızlarını kapatacak Hz. Rabia misali pek fazla insan yok. Varsa da hemen feministlik yapmakla suçlanıyorlar. Hz. Rabia’nın şu cevabı verdiği çağda feminizm diye bir akımın etkin olmadığını bilmiyorlar. Hz. Rabia, bu cevabı verirken feminizme yaslanmıyor; insafa, vicdana ve adalete yaslanıyor. Bu yüzden cevabı da mukavemetsuz oluyor.
Buna yakın sözleri her yerde işitebilirsiniz: Kadınlar daha dedikoducu, kadınlar daha fena, kadınlar daha şöyle, kadınlar daha böyle, hatta kadınlar yarım şeytan... Bu düşünce bir noktada erkeğin kendi günahının sorumluluğunu almama, bir başkasını/ötekini suçlama meylini de ortaya çıkarıyor. (Tam bir nefs-i emmare yeteneği.) Hz. Meryem ve Züleyha ekseninde hep Züleyha hatırlanıyor da kimse “Bu Meryemler de aynı cinsiyetten değil miydi yahu?” diye sormuyor. Yahut da Kur’an’da bahsi geçen bütün peygamberlerin erkek oluşuyla bunun bir üstünlük vesilesi olarak (asabiyet-i cahiliye benzeri) şeytanî gururunu yaşıyorlar da “Ama bütün dalalet önderleri de erkek değil mi?” diye hayrete düşmüyorlar.
Bunu her yerde işitebilirsiniz. Her yerde. Cahilin dilinde de, âlimin dilinde de... Evet, ulemamız bile kendince nedenler bularak kadınların eksikliğini savunabiliyorlar. Mesela kadının erkeğin kaburga kemiğinden (bu bir teşbih de olabilir oysa) yaratıldığını zikrederek bu noktada kadını dilinin altında pis bir baklayla “erkeğin arta kalan malzemesinden, yedek parça gibi birşey” seviyesine indirebiliyorlar. Mevzuu anlatırken bu zeminde anlatabiliyorlar. Halbuki aynı insanlar şunu sorgulamıyorlar: Toprağın bir parçasından yaratılan Âdem topraktan üstündü. Ateşten yaratılan şeytan da ateşten üst bir varlıktı. Nurdan yaratılan melekler de öyle. Peki neden erkeğin kaburga kemiğinden yaratılan kadın erkekten daha aşağıda oluyor?
Bunun bizim camiada gelip dayandığı son nokta tesbihat. Tesbihatta geçen “Allahümme ecirna min şerrin nisa, belain nisa, fitnetin nisa” gibi ifadelerden hareketle “Kadınlar kendilerinden Allah’a sığınılması gereken şerli varlıklardır” hükmünü çıkaran zihin aynı Üstadın Hanımlar Rehberi’nde şöyle söylediğini unutuyor:
“Az olmayan bu nevi vukuat da gösteriyor ki; mübarek taife-i nisaiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe’ olduğu gibi, fısk u sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes’ud bir aile hayatını geçirmeğe mahsus bir nevi mübarek mahlukturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin, âmîn.”
Veyahut şöyle dediğini: “Hemşirelerim! Mahremce bu sözümü size söylüyorum: Maişet derdi için; serseri, ahlâksız, firenkmeşreb bir kocanın tahakkümü altına girmektense, fıtratınızdaki iktisad ve kanaatla, köylü masum kadınların nafakalarını kendileri çıkarmak için çalışmaları nev’inden kendinizi idareye çalışınız, satmağa çalışmayınız.”
Görüldüğü gibi Üstad yukarıda bu taifenin mübareklerini korumak için dua ediyor. Onlara ilişecek şerlilerin şerlerinden aman diliyor. Ve biraz aşağısında da kötü karakterli bir erkekle evlenmeye çalışmaktansa nafakalarını kendilerinin çıkarmalarını, bunun daha faziletli olduğunu tavsiye ediyor. Ben şimdi tesbihatta geçen bu ifadeleri erkeklerin bir nevi kadınlardan daha masum yaratıklar olmalarına yoran kardeşlerime şöyle bir sual etmek istiyorum:
Tesbihatın bu şekilde olmasının sebebi Üstadın ve beraber tesbihatı okuduğu insanların erkek olmasıyla bir alakası olamaz mı? Nihayetinde Üstadın alelekser (kendisini görebilen) talebeleri erkeklerdendi. Belki de kadınların okuyacağı bir tesbihatta (eğer Üstada sorulsa) bu cümleler farklı olacaktı. Belki onlarda da yukarıda Hanımlar Rehberi’ndeki metinde geçtiği gibi erkeklerin şerrinden korunmaları için dua edilecekti. Tesbihattaki metin bu şekilde diye bundan kadınların genelde fitneci varlıklar olduğu hükmü çıkmaz ki...
Gerçi bu konularda surları delmek zor, ama denemek gerek. Bir keresinde tesbihatın içinde yer almayan ama hakkında bir hadis bulunan bir istiğfarı farz namazdan sonra okuduğum için bir ağabeyimden “Tesbihatın dışına çıkma!” ile başlayan bir fırça yemiştim. Onun sert tepkisinden dolayı bu istiğfarla ilgili hadisi Kütüb-ü Sitte’de okuduğumu da söyleyememiştim. Sırf bu vakıa bile bizim bazı konularda farklı düşünmeye ne kadar namüsait olduğumuzu gösteriyor. Ama vicdan taassuptan hoşlanmaz. Birinden birisini seçmek gerek. Ben bu meselede Hz. Rabia annemin yanındayım. Burada da, kabul ederse, mahşer gününde de...