"Sonbahar geldiği zaman çiçeğin bile arzusu dünyadan göçmektir..." Lazar İştvan, Vesta Rahibesi'nden...
İnandığını söyleyememekten daha büyük esaret var mı? Duvarları kendinden ve kabullerinden birşey. Görünmez duvarlar ama nihayetinde duvarlar ve varlar. Yani orada öylece duran soruların, itirazların, şüphelerin ve güvensizliklerin var ve seni susturuyorlar. Yahut da sen, bir sebepten, belki korkaklıktan, belki hürmetten, belki yanlış anlaşılma korkusundan, belki menfaatinin elden gitmesinden dolayı söyleyemiyorsun. Bundan daha fenası olabilir mi? Seni içine doğru bastırmışlar tıpkı bir çamaşır sepeti gibi.
İçini dökemiyorsun, içine çöküyorsun, tıpkı bir karadelik gibi ışığın sende yitiyor. Çıldırırsan bunun için çıldırırsın. Ve dilerim, öyle kalacağına, çıldırırsın. Mezarına böyle gitmemelisin. O şüpheler; kefeninin içinde, kalbinin içinde, kafanın içinde kalmamalı. Çünkü öylesi bir anda hepsi ortaya çıkar. Sessizlik tüm pişmanlıkların ve acabaların yankılandığı yerdir. Burada, bu kalabalık dünyada, saklanarak gözden yittiğini, endişelerini yitirdiğini, unuttuğunu veya unutulduğunu düşünebilirsin. Fakat acaba hakikatte öyle mi? Bunu ancak yalnızlıkta ve sessizlikte sınarsın.
Tıpkı Atala/Rene'de Chateaubriand'ın dediği gibi: "Eğer kalp heyecanlarından korkuyorsan ıssız yerlerden sakın! Büyük ihtiraslar sessizlik içinde yaşarlar. Onları çöle götürmek kendi muhitlerine kavuşturmak demektir."
İmansızlık boşluktur. İçine düştüğümüz boşlukların en sahicisidir. Belki diğerlerinin annesidir. Amaçsızlık aslında bu boşlukta yürümektir. Varacağın bir yer olmadan yürümek. Diğerleri ondan haber verdikleri kadar boşturlar. O boşluk, meşgul olacak başka birşey kalmadığında, birkaç metrelik bir çukurda, alabildiğine sessiz, alabildiğine karanlık, alabildiğine sen ve sen... İşte öyle bir yerde sorulardan kaçamazsın.
Bediüzzaman 'bir yalnızlık kurtarıcısı' olarak imanın altını çok çizer. Vahşet-i mutlakadan kurtarıcımız imandır. Dostun varlığına iman etmekle o dostun kudret elinden çıkan herşey dostlaşır. Birşeyleri anlamak/anlamlandırmak değildir yalnızca iman. Kuşatamasak da bütünün bir amacının olduğunu öğrenmektir. "Bütünün amacına iman etmek..." Tevhid biraz da bu. Herşeyi 'bir olan Zat' yaratıyor. O zaman herşey 'bir amaca dönük' çalışıyor. Aynı amaç için çalışanlar aynı anadan doğanlardan daha fazla kardeştir.
İman kardeşliği aslında önce amaç ve tanım kardeşliği. Amaçlarımız ayrılmışsa imanımıza tekrar be tekrar bir bakalım. Orada bir farklılaşma olmamışsa amaçlarımız ancak zâhiren ayrılmıştır. Hâlâ aydı duvarın tuğlaları hükmündeyiz. Aynı kapıda hizmet ediyoruz aynı Sultan'ın rızası için. O halde neden şüphelerin yalnızlığında birikelim? Yalnızlık hissi bütünden kopuştur. Ve bu kopuş önce bütünün amacından kopuştur.
"Yalnız neden yalnızdır?" diye sorarım sana. Kendisiyle konuşulmadığından mı? Sevilmediğinden mi? Etrafında kimse olmadığından mı? Bence bütün bunlar yalnızlığın şubeleri. Kaynağı ise daha gerilerde, kalpte...
Yalnızlığın madeni amacını yitirmek. Nereden geldiğini, nereye gittiğini, ne yaptığını yitirmek. Kaybolmak. 'Nereye gittiği anlaşılmayan çok yollar' içinde şaşkın kalmak. Bu soruların cevabını bulamadığında yalnız kalıyorsun. Bu sorularının cevabı varsa zindanda dahi olsan bahtiyarsın. Münker ve Nekir kardeşler sual etsinler, sen cevap ver, ne güzel! Haşri beklerken canın da sıkılmaz. Ama yalnız kaldığında cevapları toparlayacak kadar sormuş muydun hayatta, merak etmiş miydin hayatta, okumuş muydun hayatta, 'Neden?' demiş miydin hayatta, dikkat etmiş miydin hayatta? Yani demem o ki: Dersini biraz da bu dünyada çalışman lazım.