Yalnızlık bir edebiyat teması olarak romanda, şiirde, tiyatroda ve daha başka metinlerde çok kullanılmış. İnsan hayatını etkileyen bir durumdur. Fikri, felsefi, cinsel, dini olmak üzere çok çeşitli yalnızlık çeşitleri vardır. Edebiyat bunlara farklı şekillerde yaklaşır. Edebiyatın bunlara yaklaşım tarzı çok anlam doğurmaz, kişi yalnızlığından şikayet eder, çok zaman yalnızlığını ortaya koymaktaki ustalığı onun başarısı olarak kabul edilir.
FUZULİ VE YALNIZLIK
Fuzuli’nin kimsesizliğini, yalnızlığını anlattığı şu beyitleri çok anlamlıdır.
Yetdi bikesliğim ol gayete kim çevremde
Kimse yoh çizgine girdab-ı beladan gayrı
Ne yanar kimse mana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapum bad-ı sabadan gayrı
1-Kimsesizliğim o dereceye geldi ki etrafımda bela girdabından başka dönüp dolaşan yok.
2-Gönlümdeki ateşten başka kimse bana yanmaz. Bahar, saba rüzgarından başka kimse kapımı açmaz. (Ali Nihat Tarlan, Fuzuli Divanı C 2)
Fuzuli, bütün ömrünü Hille–Kerbela-Necef-Bağdat arasında çok dar bir bölgede geçirmiştir. Bunu Türkçe Divanı’nın mukaddimesinde anlatır. Fuzuli’nin yaşadığı topraklar o devirde Osmanlı ve İran orduları tarafından birçok kez alınmış, elden ele geçmiştir. Bu karışık devirde Fuzuli’nin sürekli bir koruyucu bulamadan, yoksulluk içinde bir ömür sürdüğünü kaynaklardan öğreniyoruz. Necef’de Hz. Ali türbesinde türbedarlık etmiştir. Sonra düşmanlarının etkisiyle bu görevden uzaklaştırılmış ve aynı işin yeniden verilmesi için Seyyid Muhammed Necefi adındaki bir şahsa kaside yazarak ricada bulunmuştur. Fazla gelir getirmeyen önemsiz işlere bile razı olması Fuzuli’nin çektiği yalnızlığı, kimsesizliği anlatır.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat’ı aldığı sıralarda Fuzuli’nin biraz daha rahata kavuşmuş olduğu düşünülebilir. Bu arada şair Padişah’a “Geld-i burc-ı evliyaya padişah-ı namdar” mısraının içinde bulunduğu kasidesini sunmuştur.
Fuzuli vakıf gelirlerinden ve üstelik zevaid kaydıyla bağlanan dokuz akçe maaşını almakla güçlüklerle karşılaşmış. Nişancı Celalzade’ye yazdığı ve Şikayetname diye anılan mektubunda bundan alaylı bir dille şikayet etmiştir. Hayatında çektiği sıkıntılar sebebiyle Anadolu şairlerinin gördükleri saygı ve yaşadıkları rahat hayata imrendiğini hatta vatanı olan Bağdat’ı bırakarak Osmanlı ülkesine gitmek istediğini anlıyoruz.
Fuzuli ister isen izdiyad-ı rütbe-i fazl
Diyar-ı Rumı gözet terk-i hak-i Bağdat et
(Haluk İpekten, Fuzuli s 25-26)
CAHİT SITKI VE YALNIZLIK
Cumhuriyet devri şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı da yalnızlık konusunda Fuzuli’den geri kalmaz bir hayat sürmüştür.
Aynalar
Aynalar, aynalar, sevgili aynalar
Yok beni anlayan seven sizin kadar.
Öldükten sonra da yine sizin kadar
Kim beni düşünür hayalimi saklar
Aynalar ne olur siz yalnız aynalar
Onu koynunuza alsanız aynalar;
Rüzgarda savrulan güneş, yağmur ve kar
Kuştüyleri gibi renk renk hatıralar
Olan hayalimle kalsanız aynalar,
Kırılacak en son parçanıza kadar!
Cahit Sıtkı’nın bu şiiri onun aynalardan dostluk bekleyecek kadar yalnız ve kimsesiz olduğunu yanılsama değil, bir realite olarak ortaya koyar. Sanatsal bir mabud gibi şairin benliğinde yer etmiştir aynalar. Onu koynuna alacak olan da aynalardır, yaşarken de öldükten sonra da onu anlayan, seven yalnız aynalardır.
Anlaşılmamıştır, sevilmemiştir, düşünülmemiştir şair. Ürkütücü ve vahşi bir yalnızlık. Şiir okuyucusu bu şiiri okurken şairin nasıl bir cehennemi yalnızlık içinde olduğunu düşünür ve üzülür.
Cahit Sıtkı’nın bir de Yalnızlık adı altında bir şiiri vardır:
Geniş siyah gölgesi hayatımı kaplayan
Tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık
Kalp çarpıntılarıyla günleri hesaplayan
Bir benim, benim olan bir masaldır yalnızlık,
Gördüm yapraklarımın bir bir döküldüğünü
Baharda yaşamanın bilmedim nedir tadı
Gemi yüzü görmeyen bir limanın hüznünü
Kimsesiz gönlüm kadar hiçbir gönül duymadı
Bir ayna parçasından başka beni kim anlar
Bir mum gibi erirken bu bitmeyen düğünde
Bir kardeş tesellisi verir bana aynalar;
Aynalar da olmasa işim ne yer yüzünde
Yalnızlık şairin etrafını bir daire gibi saran karanlık bir gölgedir. Başında bir kanat germiş kartaldır yalnızlık. Bir insan kartal ve karanlık gibi iki vahşi ve ciddi baskı üreten öğe arasında tarif edilmedik azaplar ve ruhi buhranlar çeker. Etrafı karanlık, başında vahşi bir kartal. Şairin gönlü yalnızlıktan liman görmeyen bir gemidir, gençliğinin tadını bile yalnızlık yüzünden görmemiştir. Hayat bir bitmeyen düğünse de şair o şen salonda bir mum gibi erir.
Şairlerin ruhu ile çocukların ruhu birbirine benzetilmiştir psikanalistler tarafından. Şair saf bir dünyadan şiir söyler, o saflığı bulduğu anda söyler. Ayna nasıl temizlenir saf bir hale geldiğinde gösterirse, ruh da çocukluk saflığında bir duruma varlığında şiirin kendine yansıması ile dile gelir ve kağıda dökülür. Masal çocuklara has bir dünyadır, ama üretici bir fondur, şair de üretici havasını yalnızlığın masal atmosferinde bulur.
Cahit Sıtkı yalnızlıktan şikayet ederken farkında olarak olmayarak sanatının atmosferini, mayasını ve kaynağını verir. Yalnızlık. Böyle bir yalnızlıktan şikayet edilmez, böyle yalnızlık dostlar başına denilir. Etrafı bir karanlık ile çevrili ve başında vahşi bir kartal bekleyen insanın bir tek yaşama şansı kalmıştır, kendi içine eğilmek, iç deneylerle hayatını zenginleştirmek. Eğer başında bir kartal, çevresinde karanlık olmasaydı Cahit Sıtkı hayatın fani ve verimsiz, üretken olmayan ayrıntısında günlük işlerin telaşında kaybolup giderdi. Cahit Sıtkı adı ise nüfus kütüğünde bir isim olarak kalırdı. Falan tarihte doğru, filan tarihte öldü. Sağ olsun o kartal, var olsun o karanlık, içinden Cahit Sıtkı çıkmış.
Şairlerin kalbi kanun tellerine benzer, rüzgardan bile bir anlam çıkarır. Cahit Sıtkı yalnızlık ile gariplik gibi birbirinin amcaoğlu olan iki temanın tesirindedir. Garipliğinden de şikayet eder.
Gariplik
Babam kırdı beni ilkönce babam
Dosttan gördüm kahrın danıskasını
Nankör çıktı iyilik ettiğim adam
Sevdiğim kız da savdı sırasını
Her şey onu kendi içine kapanmaya iter, her olay bir saz ve kanun teline dönüşür, onun dünyasında. Sanki bir gizli şahıs onu içine kapanmaya iter, ona yaklaşan her şeyi ona düşman haline getirir. Dünyayı bir değirmen olarak görmek Batıda ve bizde genel bir benzetmedir. Şair o değirmenden de etkilenir, değirmenin durmasını ister. Değirmenci baba yani Allah’ın da onu realitelerden uzak tutmanı ister.
Değirmen
Suyun kurusun kanadın kırılsın değirmen
Yetişir beni öğüttüğün
Bırak cahilliğim sağlığım gitmesin elden
Bilmek yanmakmış büsbütün
Ben ettim sen etme kuzum Değirmenci Baba
Boşuna değil bu telaş
Öğrettiğin acı şeyler gelmiyor hesaba
Mola ver dönmesin bu taş.