Daha önceki bir yazımda Risale-i Nur kaynaklı bir eğitim modeli önermiştim. Bu modele göre ders müfredatları seçmeli olacak, isteyen aileler çocuklarının Yaradılışa göre açıklanmış ders kitaplarından eğitim görmeleri şıkkını seçebileceklerdi. Şimdi bu önerimi daha da açacak, eğer böyle bir müfredatın oluşturulması şimdilik mümkün değilse yapmamız gerekenlerin neler olduğuna değineceğim.
Şu anda çocuklarımızın ellerinde bulunan ders kitaplarındaki pek çok bilimsel konu materyalist, evrimci, tesadüfçü açıklamalara göre hazırlanmış durumda. Bilhassa biyoloji kitaplarında hayatın tesadüflerle oluştuğu ve tesadüflerle devam edip bugüne geldiği anlatılıp duruyor. Bu ise özgür ve isteğe bağlı olması gereken eğitim hakkının gaspı anlamına geliyor. Çünkü milletimiz inançlı bir millettir. Atalarının “şempanze” türü bir hayvan olduğuna, kâinatın ve hayatın tesadüfen oluştuğuna, güçlü olanın üstün olduğuna bizim milletimiz asla inanmaz.
Böyle bir inancı kabul etmeyen insanlara, akıl ve mantıktan uzak bir felsefeyi zorla aşılamaya çalışmak, insan haklarına da aykırı bir uygulama olmalıdır. Üstelik meselenin bu yönü bilimsellikle de izah edilemez. Zira kâinatın ve hayatın tesadüflerle oluştuğu iddiası bugüne kadar bilim tarafından ispat edilememiştir. Bundan sonra da böyle bir imkânsız düşüncenin ispat edilemeyeceği de açıktır.
Üstelik bizim insanlarımız bilimi sever, bilimin ispat ettiği her gerçeğe da saygı duyar. Bugüne kadar dünyanın yuvarlaklığını, gezegenimizin kendi ekseni ve güneş etrafındaki dönüşünü inkâr eden bir vatandaşımıza rastlamadım. Çünkü bu gibi gerçekler hiçbir şüpheye yer vermeyecek derecede bilimin yöntemleriyle ispat edilmiş gerçeklerdir.
Bu noktada itiraz bilime değil, bilim adına önümüze sunulan “tesadüfçü ve evrimci” felsefi inancadır. Herhangi bir dini inancın insanlara zorla kabul ettirilmeye çalışılması insan haklarına aykırı olduğu gibi, herhangi bir felsefi düşüncenin de insanlara zorla kabul ettirilmeye çalışılması hukuk dışıdır. Bu meselenin insan hak ve özgürlüklerine bakan kısmıdır.
Nesillerimizi bu maddeci felsefelerin tasallutundan kurtarmadıktan sonra ilerlemiş olmanın hiçbir anlamı da yoktur. Çünkü eğitim yoluyla önümüze konulan bu felsefeler, öz medeniyetimize kavuşmamızı engelleyen ve her seferinde “başka bir mimsiz medeniyeti” doğurmaya aday olan felsefelerdir. Böyle felsefelerle beyinleri bulanan çocuklarımızın adalete, ilme, ahlaka dayanan safi bir Medeniyeti inşa etmelerini ise asla bekleyemeyiz.
O halde ne yapmamız gerekiyor? Ben önerimi gür sesle haykırmaya devam edeceğim. Ders kitapları Allah’ın ve dinlerin varlığını kabul eden inançlı insanlara göre de düzenlenmelidir. İsteyen aileler bu ders kitaplarının müfredatını, isteyenler de başka felsefelere göre hazırlanmış müfredatları seçebilmelidir. Çünkü insanı merkeze alan devletlerde toplumlara herhangi bir felsefi inanış zorla dayatılamaz, dayatılmamalıdır.
Şimdilik böyle seçmeli bir müfredatın hazırlanması mümkün değil deniyorsa, o zaman
ikinci bir önerimiz olacak. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitaplarında Alevilik inancına da yer verildiği gibi, tesadüfçü felsefeyle anlatılan ders kitaplarında Yaradılış bakış açısına da bolca yer verilmelidir. Her bilimsel konu en az iki farklı yorum içermelidir. Birinci yorum evrim ya da tesadüf felsefi inanışına göre ise, ikinci yorum da Yaradılış inanışına göre yapılmalıdır. Yani öğrenciler iki inanışı da karşılaştırmalı olarak öğrenmelidir. Bu durumda bilimsel gerçek değişmeden, isteyen istediği yorumu kabul eder.
Mesela prokaryot ve ökaryot hücrelerin biyolojik yapılarının anlatıldığı konu, önce genel hatlarıyla anlatılır. Mesela şöyle bir anlatım yapılabilir:
“Prokayot hücreler tek hücrelidirler. Hücre zarları vardır ama zar yapılı organelleri yoktur. Bu hücrelerin DNA’ları stoplazmada bulunur. Bu hücreler fizyon bölünmeyle çoğalırlar.”
Diyelim ki böyle bir ortak anlatım yapıldı. Bu anlatımın altına şu anda zaten kitaplara hâkim olan “evrimci” yoruma göre bir açıklama yazılacağı gibi, ikinci olarak da “Yaratılış” inancına uygun bir açıklama yapılmalıdır.
Örnek:
2. Yorum (Yaratılışa Göre) :
1- Bu hücreler müstakil ve mükemmel olarak yaratılmış hücrelerdir. Düzenli olmaları, DNA’larındaki ilim vd. mükemmellikleri Yaratıcı tarafından oluşturulduklarını gösterir. Üstelik o hücreler bütün kâinatı kuşatan ihtiyaçlarını temin edemezler. Bütün bu ihtiyaçları onlara Yaratıcıları tarafından verilmiştir.
2- Canlı, düzenli ve bilinçlice oluşturulmuş görünen Bakteriler, hayat sahibi, düzenleyici ve bilinçli bir Yaratıcı tarafından oluşturulmuşlardır.
3- Düzenli, mükemmel, ökaryot hücreler de prokaryot hücreler gibi kendi kendilerine olmamışlar, bilinçli ve hayat sahibi bir Yaratıcı tarafından oluşturulmuşlardır.
Elbette bu örnekler daha da geliştirebilir. Biyoloji kitaplarındaki fotosentez, hücre solunumu, mitoz bölünme, ekoloji, bitki anatomisi, hayvan anatomisi vb. bütün konularda zaten var olan evrimci yorumun yanında Yaratılışı anlatan yorum da mutlaka yazılmalıdır. Hem böylelikle çocuklarımız farklı bakış açılarını da öğrenirler, hayata çok renkli olarak bakabilirler. Hem de on yıllardan beri gasp edilmiş en mühim bir insani hak olan “özgür felsefi inanış” hakkı da gençlerimize verilmiş olur.
Sonuçta çocuklarımızın hepsi de ortak bilimsel gerçeği öğrenmişlerdir. Ancak bu gerçeğin yorumlamalarında farklar oluşmuştur. Zaten bu farklı yorumlar, kabul etsek de etmesek de zihinlerde var olan yorumlardır. Bu maddeci ve tabiatçı bakış açılarına göre eğitim görmeye mecbur kılınan bizler, her defasında “bu gibi felsefi yorumları değil, Yaratıcının varlığını gösteren fenlerin hakikatlerini” dinledik. Ancak böyle bir zorundalık bile büyük bir zulümdür. Müslüman birisinin Yahudi, Hıristiyan birisinin de kendisini saklayarak Müslüman görünmek zorunda bırakılması kadar alçaltıcıdır bu uygulama.
Tabii ki öncelikli tercihimiz iki inanışa göre yazılmış ders müfredatlarının seçmeli olmasıdır. Ancak böyle bir imkân yoksa bu ikinci önerimiz dikkate alınmalıdır. Yeni bir medeniyet inşa etmek istiyorsak, o medeniyetin hikmetini ya da felsefesini inşa etmeliyiz öncelikle. Bu da zorla yapılacak bir inşa değil, milyonların gönüllü olarak katıldığı bir inşa süreci olmalıdır. Çünkü atalarımızın da söylediği gibi “zorla güzellik olmaz”
Yetkililere birkaç konuda daha seslenmek istiyorum. Müzik dersleri “blok flüt” öğrenilemeyen dersler olmaktan çıkarılmalıdır artık. Öğrenilemeyen diyorum, çünkü müzik dalı bütün sanatlarda olduğu gibi yaratılıştan gelen bir yeteneğe dayanır. Çocuklarımızı öğrenmek bile istemedikleri tek bir müzik aletine mahkûm etmek de anlamsızdır. Bu alanda seçenekler arttırılmalıdır. Müzik dersleri sadece “batı müziğini” aşılayan dersler olmaktan çıkarılmalı, müfredata doğulu bestekârların, musikişinasların müzik anlayışlarının yanı sıra besteleri ve güfteleri de eklenmelidir. Ney, bendir, tambur, kanun, ud, saz gibi kendi medeniyetimizin ürünü olan müzik aletleri de çocuklarımıza tanıtılmalı, öğretilmelidir. Batıda olduğu gibi müzik sınıflarında bütün müzik aletleri bulunmalı, öğrenciler yeteneklerine uygun aleti kullanarak kendilerini ifade edebilmelidirler. Bu dersleri birkaç bilindik melodinin tekrarlandığı dersler olmaktan çıkarmalı, Itriler, Dede Efendiler gibi müzik üstadları yetiştiren medeniyetimizin temel musiki felsefesi de çocuklarımıza sezdirilmelidir.
Resim derslerinin müfredatı da oldukça ruhsuzdur. Sadece bu dersler yoluyla bizi uluslararası alanda temsil edecek yüksek kabiliyetlerin keşfedilmesi imkânsızdır. Bu ders öğrencilere sanat sevgisini ve bilincini aşılamayı hedeflemelidir öncelikle. Kendi medeniyetimizin resme denk gelen ebru, minyatür ve hat sanatı gibi görsel sanat türleri de bu derslerin konusu haline gelmelidir. Böylelikle öğrencilerimiz mirasçısı oldukları yüksek medeniyetin de farkına varacaklardır. Ayrıca bu dersin de bir yetenek işi olduğu unutulmamalı, müfredat farklı yetenekler göz önüne alınarak yeniden hazırlanmalıdır. Kısaca sanat içerikli derslerde de çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkmamızı sağlayacak yüksek bir medeniyetin temelleri geç kalınmadan atılmalıdır.
Müfredatımıza yeni eklenen seçmeli Arapça dersi öz medeniyetimizin inşası ve komşularımızla beraberlik adına olumlu bir gelişmedir. Ancak müfredata seçmeli Kur’an-ı Kerim dersi de eklenmeli, çocuklarımız Kur’an-ı Kerim’i hem lafzıyla hem de tefsirleriyle öğrenmelidir. Çok da konuşulmayan ancak medeniyetimiz ve dilimiz açısından oldukça önemli olan bir başka meseleye de değinerek yazımı bitireceğim.
Müfredatta Osmanlı Türkçesi adıyla seçmeli bir ders daha konulmalıdır. Böylelikle isteyen çocuklarımız binlerce yıllık medeniyetimizin en önemli anahtarı olan Osmanlı yazısını ve kelime hazinesini öğrenebilir. Arşivlerimizde bekleyen binlerce yıllık ilim hazinelerine ulaşabilecek, medeniyetimizin mezar taşlarını, abidelerini okuyup anlayabilecek bir gençlik yetiştiremezsek, ne Büyük Türkiye’den, ne de yüksek bir medeniyet inşa etmekten bahsedemeyeceğimizi unutmayalım. (OD)