Kime?
Hepimize.
Nasıl yani?
Yaratılmış olan şey bir mektuptur bize Ondan.
Okumasını bilen için.
Ağaçlar birer mektuptur Yaratan’dan. Baştan aşağıya Rabbimizi anlatan.
İmzası ise, dal uçlarındadır. Yapraktadır, çiçektedir, meyvededir, çekirdektedir.
Evvel ve Âhir’dir Allah. Zâhir ve Bâtın’dır Allah.
Okuyana…
Anlayana…
Bilene…
Görene…
Görenedir görene, yoksa köre ne?
...
Bu duygularımızı Ârif Nihat Asya “Ağaç” adlı şiirinde çok güzel ifade eder:
Bir ağaç ki,
eğile eğile
İbadet olmuş.
Bir ağaç ki,
ağaç deyip geçmek
âdet olmuş.
...
Şimdi..
Ağaç dallarında meyveler çağırıyor bizi.
Görmeye, maşallah demeye.
Başıboş dolaşmalara, başıboş seyirlere vakit yok.
Yoksa…
Boşa geçen günlere yazık olur.
...
Yüzlerce saatimiz okullarda yabancı dil öğrenmekle geçti.
Hesabını yapanlar var.
Geceli gündüzlü tam otuz gün ediyor.
Az değil…
Şimdi, ne kaldı geriye peki o öğrendiklerimizden, o üç beş kelimeden gayrı.
Bir dil daha vardı.
Her ne hikmetse, onu niye öğretmediler bize?
Neden o dili bir türlü öğretmediler soralım?
Nasıl bir dildi o?
Söyleyelim…
Kolaydı, basitti, ruhun diliydi o.
Yediden yetmişe herkesin bileceği.
Herkesin kolaylıkla öğrenebileceği bir dildi o.
Ama esirgediler onu bizden.
Diller üstü o dili, bir türlü öğretmediler bize.
Yaratanın yarattıklarına Onun adına, Onun namına ve Onun hesabına bakmanın dilini itinayla kaçırdılar, öğretmediler.
Birkaç isimsiz kahraman da çıkmayaydı yamandı halimiz.
Hem dünyamız, hem ahiretimiz. Toz dumandı.
Yandıydık işte, o zaman yandıydık.
Çok şükür Kuran’ın nurları sayesinde yepyeni bir bakış açısı kazandı aklımız ve dahi kalbimiz.
Kalbimiz yaratanından bir mektup bildi, her ne yaratılmış ise onu.
Açtı, okudu birer birer o mektupları ve Rabbine şükretti.
Böylesi makbuldü ve güzeldi…
Gözümüz eseri gördü, aklımız ressamı merak etti, sanatkârını sordu.
İman gözü buydu işte. Doğrusunu gördü.
Tabiat ancak ilâhi bir eserdi. Onu bir eser, bir resim olarak bilmek kâfiydi.
Aklımız, kalbimiz peşine düştü, soruların cevabını aradı.
Resmin arkasındaki ressamı sordu.
Sanatkârını merak etti.
Resmi, ressam diye yutturmaya kalkanların tuzağına düşmedi çok şükür.
Resim ayrı şeydi, ressam başkaydı.
Resmi, ressam diye yutturmaya kalkanların oyununa gelmedi.
Tabiat, doğa, her kim, her ne derse desin..
Yaradanın o güzel isimlerini ve tecellisini gizleyemez hiç kimse.
Perdeler ve kelimeler arkasına saklayamaz hiç kimse.
Çünkü mızrak çuvala sığmaz.
Aldık elimize tabiat risalesini yeniden okuduk.
Yeniden okullu olduk.
Diplomanın cehaleti gidermediğini gördük.
Okul bitince tahsilin bitmediğini, bilâkis yeniden başladığını gördük.
Bir harf yazarsız olmaz.
Bir iğne ustasız olmaz.
Bir köy muhtarsız olmaz.
Bunları bilen aklımız ve kalbimiz, bu dünyanın da sahipsiz ve mâliksiz olmadığını bildi.
Arayan buldu, soran ulaştı.
Kendi aklını kendine kâfi görenler ise, düz yolda şaştı.
Dumanı gören her ne kadar göz ise de, ateşin varlığına hükmeden akıldı. Amma, imanlı bir akıldı. Nurlu bir kalpti.
Gözlüksüz göz ne ise, imansız akıl da aynen oydu.
İnancın ve imanın nuruna erişemeyen akıl her daim perişandır.
Göz görmek için ne kadar güneşe muhtaç ise, akıl gözü de hakikatleri görmek, yaratanını bilmek için Kuran ve vahiy güneşine öyle muhtaçtır.
Karanlıklarda kalır yoksa insan aklı.
Dengesini kaybeder, sağa ve sola toslar durur.
Işık varken, el yordamıyla yol almaya gerek yoktur.
İşte imanın verdiği huzur budur. Kalbe verdiği sevinç budur.
...
Şimdi ferman vaktidir…
Cenâb-ı Hak’tan gelen fermandır bu…
Toprak sırlarını açtı, açıyor…
Kuru dallara can geldi; şimdi de meyveler geliyor.
Bu günlerde bu mektupları okumanın tam vaktidir.
İşte ağaçlar, işte meyveler ve işte siz…
İmanın gözüyle bakana her şey bir mektuptur Yaratan’dan.
Hem de sizin için özel yazılmıştır.
Şahsa özeldir bilesiniz.
Belki de bu mevsim, bu mektup son fırsattır hepimize.
Hatırlayalım dedik. Kaçırmayalım inşaallah.
Çok harika işler oluyor gözler önünde.
Her biri görülmeyi hak ediyor.
Biz yapsaydık biz süsleseydik, ağaçları meyvelerle biz donatsaydık herkesin görmesini isterdik. Herkesi görmeye davet ederdik…
Madem yaratanımız böyle güzel yapmış ve sanatlı yaratmış, madem bizi de seyre ve görmeye çağırıyor. Öyleyse, imanlı kalp gözümüzü de yanımıza alarak çıkalım yaz mevsiminde bahçelere.
Kuru dallara can gelişini görüp, mahşer günündeki dirilişimizin de bir küçük örneğini hatırlayalım.
Toprak altındaki cesetlerimizin çürüse de tekrar dirileceğini; bedenimiz ölse de ruhumuzun ölmediğini; bedenimize ait her bir zerrenin, bir gün tekrar Allah’ın emriyle, iradesiyle ve kudretiyle tekrar yaratılacağını görelim.
Bedenimizi ilk defa ve de hiç yoktan yaratan Allah (cc), tekrar yaratmaya elbette muktedirdir.
İnsan kendine kıyas edip de yapılamaz zannettiği şeyleri, Rabbinin sonsuz güç ve kudretine verince, gayet mümkün görmektedir.
Maşallah, barekallah diyerek takdir edilmeyi bekliyor her şey…
Ağacı yaratan kim ise, onun başındaki meyveyi de yaratan odur.
Yaratan yarattı mı böyle harika, böyle kolay yaratıyor işte…
Her baharda çiçekler, her yaz mevsiminde meyveler, hep ama hep yeniden yaratılıyor. Ne çiçek, ne yaprak, ne de meyveler hiçbiri birbirine benzemiyor.
Bu işleri sıradan görmeyin sakın.
Her an gibi, her gün gibi, her nefes gibi, her bahar da yenidir ve her ağacın başındaki meyve de yenidir asla birbirine benzemezler; hepsi birer mucizedir.
Mucize, insanı aciz bırakan demek.
Bütün bu harika işleri, her şeyin sahibi olan Allah’tan başka kim yapabilir ki!.. Ondan başka bunlara kimin gücü yeter ki!..
Her şeyi yapamayan, hiçbir şeyi yapamaz. Çünkü herşeyin, her bir şey ile alâkası vardır.
Kur’an, her ağaçta, öldükten sonra dirilişin bir küçük örneğini aklı başında, kalbi yerinde her insana ders veriyor.
Ne mutlu bu dersi alanlara ve ölümden ötesine bu dikkat ve şuurla hazırlananlara.
Dünya denilen bu harika ve canlı müzenin misafirlerine, hayret dolu bakışlarla gezmek, görmek, açıp okumak ve Rabbine şükretmek yakışıyor.