Yaratılış çekirdeği ve Peygamber (asm) nuru

Misafir Kalem

Prof. Dr. Osman Çakmak’ın yazısı

Bigbang ve İlk Yaratılış

Kainatın peygamberin nurundan yaratıldığı ve tüm varlıkların Peygamberin nuru ile alakadar olmasını Kozmoloji, İzafiyat ve Holografi teorileri,  “Kuantum Teorisi”  gibi  inkılapçı bakış açısından baktığımızda  açıklayıcı sonuçlara ulaştığımızı görürüz.

Big Bang yaratılış patlaması ve kainatın bir balon gibi şiştiği ve büyüdüğü, galaksilerin büyük bir süratle birbirlerinden uzaklaştığının keşfi, geçtiğimiz yüzyılda kozmoloji denen evren-bilimin en büyük zaferlerinden birisi oldu.  Bu keşifle birlikte bilimde yeni bir dönem başlar. Kainat her geçen gün şişip büyüyor, akıl almaz süratte genişlemişti. Demek ki kainat elbette ki, geçmişte daha küçüktü. Galaksiler ve galaksiler arasındaki “uzay” birbirine yakın hatta bitişikti. Daha da önceki dönemlere gidildiğinde hiçbir genişlemenin olmadığı bir “zaman aralığı” bulunmalıydı. Yaratılıştan öte “belirsiz ve tarifsiz” durumlarla karşılaşıldı. Fizik ötesi bir durum arz ediyordu “yaratılış çekirdeği”. Soyut bir öz çıkıyordu karşımıza. Kainatın bir çekirdekten çıktığı, bu çekirdeğin ise madde cinsinden olmadığı açıkça belirmişti.

Milyarlarca yıl önceydi, henüz Güneş yok, Dünya ve gezegenler ortalıkta gözükmüyordu. Galaksiler ve galaksiler arasındaki "uzay" birbirine yakın hatta bitişik haldeydi. Daha da önceki dönemlere gidildiğinde hiçbir genişlemenin olmadığı bir "zaman aralığı" çıkıyordu karşımıza. İşte bu kâinatın ilk doğduğu an olmalıydı. Bir noktadan sonra daha da öteye gidildi. Öyle ki "yaratılıştan" önceki zamana varıldı. Yaratılış çekirdeği, madde ve fizikî kanunlarla açıklanamaz haldeydi.

İşte Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi olan CERN'deki deneyler, her şeyin tek bir şey halini aldığı o "belirsiz ve tarifsiz" yaratılış çekirdeğinin neden ibaret olduğunu açıklayabilecek ipuçlarına ulaşmaya çalışyor aslında. Yani bir tür peygamber Nuruna ulaşma gayreti olarak da görebiliriz. Tabi bu bir bakış açısı ve inanç meselesi.

Yani asrın deneyi denilen  bu çalışmalarda bir bakıma kâinatın ilk günlerine gidildi, küçük yaratılış patlamaları tekrarlandı. Amaç, bu patlamalarla tüm olayların tek bir denklemle ifade edileceği sonuçlara ulaşmak. Bilim camiasında, bütün formüllerin temelinde yatan ana formüle ulaşmanın heyecanlı bekleyişiydi.  Yani tüm çabalar Kainatın başlangıçta metafizik karekterli bir “çekirdek”   olduğunu teyit etmektedir.  Peki o çekirdek kainatın yaratılışına temel olan peygamber nuru olabilir mi?

Sorunun cevabi yorumunu yazımızın sonundaki bölümlere bırakalım ve kainatın yoktan yaratıldığı ve başlangıçta bir çekirdek halinde olduğunu, tüm varlıkların temelde birbiri ile bağlantılı olduğu gerçeğini  teyit eden açıklamalara devam edelim.

Maddenin çekirdeğini, temelini bulmak için yüzyıllardır süren arayışların içine girdik. Maddenin derinliklerine daldık. Önce atomları, sonra yüz bin kat daha küçük olan atom çekirdeğini, ardından da atom çekirdeğindeki alt yapılar olan protonları, nötronları ve diğer yüzlerce "temel parçacıklar"ı keşfettik.. Hayvanat bahçesini andıran bir parçacık dünyası bulduk karşımızda. Yani parçacık dünyasında tesadüf ve karmaşa değil bir hiyerarşi ve düzen karşımıza çıktı. Özellikle atom altı dünyada ve kuvvetler dünyasında “birlik” en açık bir fizik gerçeği olarak karşımıza çıktı. “Birleşik alanlar teorisi “ ve “Büyük birleştirme teorisi”, aslında her şeyin temelde tek şeyden oluştuğunu söyler.  

İlk Atomun Mahiyeti

Big Bang {Büyük Patlama) adı verilen ve kainatın başlangıçta nasıl oluştuğunu izaha yönelik teoride, çoğunlukla kabul edilen bir “ilk atom”un  durumu  tekrar gözden geçirilmektedir ve  yeniden anlamaya çalışılmaktadır. Bu ilk “atomun” yaratılış “çekirdeğinin”  nasıl bir şey olduğu bir muamma olduğu gibi  bu “atomun” içinde tüm kainatın nasıl sıkıştırıldığı da bir muammadır.  

O ilk atomun, o derece büyük miktarda enerjiyi içine sıkıştırılmış vaziyette nasıl var olduğu cevap verilmesi imkansız görülmektedir. Üstelik  kainatin  işleyişi, bunca faaliyet ve hikmetlerlerin,  bir patlamanın neticesi ile ortaya çıkabilecek kadar basit ve tek yönlü  olduğu nasıl düşünülebilir?  Sayısı belirsiz işleyişler, milyarlarca tür her an zuhura gelen farklı fiiller bir patlamanın ardından oluşan çok büyük bir enerji ve bunun yol açtığı genişlemeyle nasıl izah edilebilir?

Bir tavus kuşunun özelliğini içinden çıktığı geride kalan kırık yumurta kabuklarında aranamayacağı gibi kainatın yaratılışından sonra ortaya çıkan güzelliği Bigbang tan arta kalan maddede, yada maddenin derinliklerinde bulmaya çalışmak öyle abesle iştigal halini alır. Aynada parlayan ve görünen aynanın olmadığı gibi maddede tezahür eden   özellikler maddenin kendisinde aranmamalıdır.

Bir hücre kromozomunda insanın tüm özellik ve nitelikleri toplandığı gibi kainatı da bir insanda toplamak Sonsuz  Kudret tecellilerine sahip  olan Yaratana zor ve ağır gelmeyecektir. Öyleyse  Hz peygamberde  tüm kainatın güzelliklerinin toplanmasını  Yaratan’ın sonsuz isimleri açısından bakmalıyız. Kendi küçücük  ve dar ölçülerimizle değil.

Maddenin Yaratılış Sırrı

Tüm varlıkların Peygamberin nuru ile alakadar olmasını “Kuantum Teorisi”nin ortaya koyduğu, inkılapçı bakış açısından değerlendirdiğimizde açıklayıcı sonuçlara ulaşabiliriz.

Atom fiziği alanında gözlenen parçacıklar, kendi başlarına izole-ayrık  varlıklar olarak hiç bir mana ifade etmez. Kuantlar ölçeğinde her şey sanki birer ada gibi birbirinden bağımsızdır

ama bu sayısız adaların alttan okyanus tabanından birbirine kara bağlantıları mevcuttur. Böylece fert (cüz), tüm olana (küll) bağlanır. Tüm parçaların arasında münasebetlerin devam ettiği bir doku ve örgü bütünlüğü vardır. “Kuantum Teorisi”nin anlatmak istediğine “Hologram Teorisi” de destek vermektedir. Bu teori, bütün var edilmişlerin aynı  bütünün parçaları olduğunu, dolayısı ile hepsinin özlerinin bir ve birbirine eş bulunduğunu, her birimin bütünün bilgisini içinde taşıdığını ve ona uygun gelişme sağlanırsa, bütünün tam gö-rüntüsünü yansıtabileceğini ileri sürmektedir. Bütün bilgilerin her an ve her yerde kullanıma hazır bulunduğunu söyler. Evrenin parçalanamaz bütünlüğü ve her şeyin her şeyle bağlılığı, yani evrendeki birlik, bilimcilerin en çok dikkatini çeken kozmos gerçeği haline geldi. Bu gelişmeler ışığında Bediüzzaman’ın vurguladığı, tüm varlıkların peygamberin nuru ile alakadar olması ve o “hakikatin özünü” taşıması konusu daha anlamlı ve anlaşılır hale gelmektedir.

Yaratılış Ağacı

Yüksek Enerji ve Atom fiziği alanındaki çalışmalar gösterdi ki Planck uzayının da altındaki son derece küçük taneciklerden  galaksi sistemlerine kadar varlık âlemi, her birim, bir üst sistemin bilgisi ve denetimi altında bir iş bölümü ve  düzen içinde yaratılmıştır.

Varlığı bir piramit gibi aşağıdan yukarı düzene koyduğumuzda piramidin tepe noktasında insanın yer aldığını göreceğiz. Veya bu âlemi bir ağaca benzetelim. Bu muhteşem ağacın

meyvesi insandan başkası değildir. O muhteşem ağaçta Arzımız, Güneş Sistemi’nden bir dal ya da yaprak mesabesinde kalır. Bahar midemize çalışıyor, Güneş gözümüze. Ciğerlerimizle havayla alışveriş halindeyiz.  Çiçekler bizim için bezenmişler. Şu görünen âlem, bedenimizin imdadına durmadan koşuyor. Bedenimiz de her an ruhumuza hizmet etmektedir.

Bütün ihtişamıyla üzerimizde boy gösteren gök kubbeyi bir kitap gibi okur, mütalaa eder, ondaki sırları çözeriz. Bu şeref sadece bize, yani insanlara verilmiş. İlahî hikmetin gereği, yaratılış  ağacının da bir çekirdekten yaratılmasıdır. Hem öyle birçekirdek ki, madde âleminden başka diğer âlemlerin numunesini ve esaslarını da içine alsın.   Kainatın gerek Ilahî ilimdeki ilk özetine, gerek fizik âleme çıkışındaki o çekirdek varlığa “Nur-u Muhammedî” denilmesinden anlaşılıyor ki, Allah’ı bilmede, onu hamd ve tespih etmede en ileri mertebeye ulaşan, Allah Resulü’dür (a.s.m.). Bütün Ilahî isimlerin en ileri mertebesine de O (a.s.m.) mazhardır. Bu durumda, kainatın yaratılmasından asıl gaye de O olacaktır. Yaratılış sırlarını

Kur’an’ın ışığında dile getiren Bediüzzaman, koskoca kainat ağacının Peygamberimizin bir insanın mahiyetinden yaratılmasını akla sığıştıramayanlara şöyle cevap verir: “Bir nevi âlem gibi olan muazzam çam ağacını buğday tanesi kadar bir çekirdekten halk eden Kadir-i Zülcelâl, şu kainatı, ‘Nur-u Muhammedi’den (a.s.m.) nasıl halk etmesin veya edemesin!” “Şimdi madem şu insanlar içinde, şu Kainat Sânii’nin makâsıdını en mükemmel bir surette bildiren ve şu kainat tılsımını keşfeden ve hilkatin muammasını açan ve rububiyetin mehasin- i saltanatına en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm” olduğuna göre âleme çekirdek olmaya en lâyık da Hz Muhammed’dir (a.s.m.). (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 568) “Ve insanın kıymetini ve vazifelerini ve kemalâtını bildiren rehber-i a’zam ve insan-ı ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair beyan ettiğimiz bütün kemalâtı ve vazifeleri en ekmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nasıl kainat insan için yaratılmış ve kainattan maksud ve müntehap insandır; öyle de, insandan dahi en büyük maksud ve en kıymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve Samed, elbette Ahmed-i Muhammed’dir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 356)“Hem sabıkan isbat edildiği üzere: Şu kainatın Sanii, birinci işkalin cevabında gösterilen makasıd için şu kainatı, bir saray suretinde yapmış ve tezyin etmiştir. O makasıdın medarı, Zat-ı Ahmediye (a.s.m.) olduğu için, kainattan evvel Sani-i kainatın nazar-ı inayetinde olması ve en evvel tecellisine mazhar olmak lazım geliyor. Çünkü, bir şeyin neticesi, semeresi, evvel düşünülür. Demek; vücuden en ahiri manen de en evveldir. Halbuki, Zat-ı Ahmediye, (a.s.m.) hem en mükemmel meyve, hem bütün meyvelerin medar-ı kıymeti ve bütün maksadların medar-ı zuhuru olduğundan en evvel teceli-i icada  mazhar, onun nuru olmak lazım gelir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 579-580).

Tasavvufta Nur-u Muhammedî

Bütün varlık âlemlerinin peygamberin nurundan yaratıldığı teması tasavvuf anlayışında genişçe yer alır. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir. Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. Tasavvufta sık sık kullanılan ve kutsi hadis olarak da rivayet edilen, “Sen olmasaydın ben kainatı yaratmazdım” (Aclûnî,II: 164; Hâkim el-Müstedrek, II: 615) ifadesiyle varlığın Hz. Muhammed için yaratıldığı anlatılır.

Risale-i Nur’un birçok yerinde de bu hadis nazarlara sunularak kainatın yaratılış

sebebi olarak Hz. Muhammed (a.s.m.) gösterilir. Emirdağ Lahikası’ndaki bir mektupta, bu hadis-i kudsîye dair yazılan “Bu hitap zahiren Hz. Peygamber Aleyhissalatü Vesselama müteveccih ise de, zımnen hayata ve zevi’l-hayata racidir” şeklindeki bilgiyi Bediüzzaman tadile muhtaç görür ve şöyle izah getirir. “Çünkü küllî hakikat-ı Muhammediye  (a.s.m.) hem hayatın hayatı, hem kainatın hayatı, hem Ism-i Âzam’ın tecelli-i azamının mazharı ve bütün ziruhların nuru ve kainatın çekirdek-i aslisi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmasından, o hitap, doğrudan doğruya ona bakar. Sonra hayata ve şuura ve ubudiyete onun hesabına nazar eder.” Hz. Peygamber’in (a.s.m.) risâlet ve nübüvveti temelde, diğer bütün peygamberlerden önce idi. Nitekim o, bir hadislerinde, “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur” buyurmaktadır. Diğer bir hadislerinde de, “Hz. Âdem, henüz çamur ve

balçık arasında debelenirken, Ben peygamber idim” buyurmaktadır.

Bu mesele, tasavvufçularca “hakikat-ı Ahmediye” unvanıyla geniş bir şekilde ele alınır. Onların bu mevzudaki mülahazalarında, hakikat-ı Ahmediye, aynı zamanda kainatın da hakikati olarak işlenir. Bununla da, Hz. Peygamber’in (a.s.m.) cihanşümul büyüklüğü ve vazifesinin ve mahiyetinin azameti ve en büyük risâlete mazhariyeti anlatılır.

Bediüzzaman, kainatın Peygamberin nurundan yaratıldığını muhtelif eserlerinde dile getirir. “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur” (Keşfü’l-Hafâ, 1:265) hadisini buna delil gösterir. Yine Bediüzzaman, her şeyin bir sebebe bağlandığı bu hikmet dünyasında, şu görünen âlemin başlangıcının bir çekirdekten yaratılmasının Ilahî hikmete daha uygun olduğunu ifade eder ve tüm varlıkların hakikat-ı Muhammediye’den nur aldığını ve o nurla alakalı olduğunu ve temelde o nurun bulunduğu üzerinde durur. Evet, Big Bang Teorisi’ne göre âlem nihayet derecede küçük bir “kozmik yumurta”dan açılmıştı. Bu kozmik yumurtayı Peygamberin nuru ile ilişkilendirebilir miyiz? Malum, bir damla su okyanusu temsil edebilir. Hücrede insanı, atomda galaksiyi görebiliriz.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.