Kurmaca ve tiyatro Bediüzzaman’ın anlatım tekniğinde önemlidir. Eserlerinin birçok yerinde temsili hikaye dediği tiyatro ve tahkiye usulünü kullanır. Temsili hikaye dediği bu günkü terimle kurmaca yani bir hakikati anlatmak için sahne kurma tiyatro oluşturma demek. Çünkü asır gözün hakim olduğu bir asırdır. Bu ta 18. asırdan beri böyledir. Ama oraya gitmeye gerek yok Kelam-ı Kadim, anlatımlarında, yani en büyük anlatıcı olan Allah, Kur’an’daki peygamber vakaları ve sair vakalarda olayların can alıcı noktalarını dramatize eder.
Tiyatro olayların en dikkat çekici yerlerini ortaya koyar. Yüzyıllar önce Kur’an mesela Hz. Musa’yı anlatırken; Firavun’dan kaçan Hz. Musa (as) ve ümmeti deniz kıyısına gelirler, orada ümmeti “Ya Musa arkamızda firavun önümüzde deniz, ne yapacağız” derler. Bu an bir yoğunluk anıdır, gerilim ve çözümün anıdır.
Türk tiyatrosu Tanzimatla batıdan tiyatroyu almıştır. Şinasi komedi bir tiyatro ile tiyatronun piri addedilir. Halbuki Kur’an tiyatrosu, Bediüzzaman “Kur’an sineması” diyor. Namık Kemal, Hugo’dan etkilenmiş onun tesiri ile tiyatrolar yazmış, romanı da onun kopyası gibi, acemi kopya.
Hz. Musa ümmetine der ki ”Benim Rabbim beni hiç mahcup etmedi, yalnız bırakmadı.“ Hz. Allah, “Musa asanı denize vur“ buyurur. Asa denize değince bir yol açılır ümmeti güle oynaya karşıya geçerler.
Balzac da, Dosto da, Stendhal de bu yoğunluk anlarını kullanırlar. Bediüzzaman anlatım metodunun nereye gittiğini gördü. Namık Kemal değişimi yeni insanın “lemsi ve başarı olmayan şeye inanmadığı“ tarzında anlatır. Bediüzzaman akışı görüyordu tahkiyenin ama Kur’an‘dan istidlalle yaptı yapacağını.
İşarat’ül icaz isimli eserinin başında tiyatro gibi sahnelenmiş bir bölüm var. Burada şahıslar kurmaca ve gerçek şahıslardan oluşur. Bediüzzaman sahneyi kurmuş, sahnedeki bir kişi ve hareketi şöyle anlatılır.
“Evet, benî Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrâsında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken…”
Beni Adem yani insanlık o büyük çoğunluk bir şahsa benzetilmiş, daha sonra araya yeni bir şahıs girer. Kainat onu anlatır: ”Kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti.” Kainat insan nevine bakıyor dikkatini çekiyor. Ve önceki şahsa soruyor, tiyatronun ikinci şahsı. "Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?" diye ahvallerini anlamak üzere” hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı…”
Üçüncü bir şahıs Hilkat Hükümeti ama hilkat hükümeti fenni hikmeti karşılarına çıkarıyor. Hikmet sorgulama demek doğuda hikmet, batıda felsefe ve hikmet, hilkat hükümeti adına soruyor. ”Hikmet: "Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?"
Sorulan sorular yaratılışın beylik soruları. Şimdi kurmaca değil gerçek bir şahıs ortaya giriyor onu anlatır Bediüzzaman bu tiyatrosunda, bu şahıs Hz. Peygamberdir (asm).
“Bu suale, benî Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu.”
Peygamberimizin verdiği cevaplar yaratılış konusunda en ikna edici anlatımlardır. Bunlar sanat, felsefe ve beşeri dinlerin tıkandığı konuları açıklığa kavuşturur. İnsanlar yokluk karanlıklarından varlık alemine çıkarılmıştır.
“Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır.”
İnsan bütün canlılar içinde seçilmişlerdir.
“Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir.”
İnsanlara büyük bir emanet verilmiştir, emanet dikkat edilmesi gereken, itina ile kullanılan bir büyük sorumluluktur. Bu sadece insana verilmiştir. Diğer canlılara da emanet verilmiştir, onlar küçük emanetlerdir. Arıya bal yapmak, koyuna süt vermek, buluta yağmur yağdırmak. Ama asıl büyük emanet yani kübra insana verilmiştir. O emanet nasıl kullanılacaktır. Onu anlatır Cenabı Nebi (asm):
“Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re'sü'l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelîden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur'ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku!"
Emanet yerinde kullanılacak, ebedi bir saadeti kullanmaya özen gösterecek ve öldükten sonra dirilecek, hesabını verecek hakettiği yere gidecektir.
“Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın verdiği şu cevaplar, Kur'ân'dan muktebes ve Kur'ân lisanıyla söylenildiğinden, Kur'ân'ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.”
Bütün bu anlatımların kaynağı Kur’andır.
İşte Bediüzzaman’ın yaratılışı bir tiyatro gibi şahıslara rollerini taksim ederek anlatımı. Ne kadar farklı anlatımlar kullanmış.