Tasvir’i yazmayı düşünmüştüm, bir bahsi aldım Ayet’ül Kübra’dan, bir kitaba sığacak meseleleri kullandığı kelimelerle anlatır.
“İşte, faaliyet hakikati içinde tezahür eden rububiyet hakikatı, ilim ve hikmetle halk ve icad ve sun’ ve ibdâ, nizam ve mizan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir, kast ve irade ile tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil, şefkat ve rahmetle it’âm ve in’âm ve ikram ve ihsan gibi şuûnâtıyla ve tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır.”
Yaratmanın safahatını anlatır. İlim ve hikmetle, halk ve icad, sun ve ibda. Halk yaratma, yaratmadan sonra icad fiilini kullanır. Yaratma yani halk ve icad birbirinden farklı şeyler. İkisi arasındaki farkı bizim anlamamız ve anlatmamız zor değil mi? Lügatlere baktım halk ve icad birbirinden ayrı. Bizim eserlerdeki kelimelerin anlamlarını tam kapsayan bir lügatimiz yok.
Kelimelerin aralarında sınırlar vardır, o sınırlara riayet etmek gerekir. Bediüzzaman bir sanatçı, tıpkı bir mimar, ressam, bir biyolog gibi bakıyor. İnsana şaşkınlık verecek şekilde ayrıntıyı birbirini takib eder şekilde görüyor ve ifade ediyor. Çok sağlam bir bakışı ve görüşü ve ifade edişi var.
Halk etmek yaratmak ama icad ortaya yeni bir şey getirmek demek. İkisinin sınırlarını bir iki lügatten sonra belirledim. Bizde argo bir söz vardır: ”İcad çıkarma.” Batılı ise icad ede ede bu günlere geldi. Unu hamur yapmak halk ise hamuru pasta, börek, baklava yapmak icad.
Toprağın halkı ama ondan meydana getirilenler icad. İcad edilen şeyler birbirinden farklı. İcad etmekten sonra Bediüzzaman sun kelimesini kullanıyor. Sun meydana getirilen yaratılan şeyin alalade değil farklı özellikleri olan bir şey olması gerekiyor. O da sun demek. Önce yaratmak sonra icad etmek arkasından sanatlı icad etmek. Arkasından ibda kelimesini kullanıyor. İbda güzellikte herşey arasında farkedilen şey demek. Güzelin geometrisi basit olabilir ama ibdanınki farklı. Bir de ibda ilk yaratışta en güzel olanı eksiksiz olanı meydana getirmek. Mesela insan ve diğer bütün canlılar ibda ile yani deneme yanılma yoluyla değil, bir defa da en güzel şekilde yaratılmışlardır.
Ünlü bir fizikçi “Tanrı zar atmaz“ diyor yani ilk yaptığı mükemmeldir. Bediüzzaman “daire-i imkanda daha güzel yoktur.” Yani siz bir papatyanın ondan daha güzel, bir arının ondan daha güzel olacağını imkan sınırları içinde düşünemezsiniz. Yarattığı bütün canlıların en ideal ve kemalli şekilde Kur’an’ın tabiri ile “bihakkın“ olması bu demek.
İşte Rububiyet faaliyeti içinde halk, icad, sun ve ibdanın birbiri arkasından farklılıklarını görmüş, bir sanatçı gözü. Sanatçılar önce görmeyi öğretirler öğrencilerine. Ressam müptedilere kalem ve kağıt verir tabiatta dolaşıp şeylerin resmini tasvirlerini yaptırır. Flaubert bir gece toplantısına katılan aristokratların arabalarını tasvir eder, zannedersin o arabaların yanında uzun süre kalmış, evet bakmasını bilmese o ayrıntıyı göremez ve anlatamaz, çizemez.
İkinci safhaya geldik. ”Nizam ve mizan ile takdir ve tasvir ve tedbir ve tedvir…” Bu cümle halk, icad, sun ve ibdanın ayrıntısı. Bu birbirini takib eden dört fiilin nizam ve mizan ile yapılmış olmaları. Nizam bir şeyin kendi içinde düzenli olması, mizan ise diğer şeylerle onun yanındaki şeylerle onun arasındaki dengenin gözetilmesi. Mesela bir el ve kol kendi içinde nizamlıdır ama iki kol birbirinin eksiği olmadan ağırlıkları ve boyutları bir olan yani mizanlı, dengeli olmasıdır.
Denge bütün kainatı ayakta tutan büyük çapta bütün ilimlerin kaynağı bir kelime ve eylem, aynı zamanda sanatın da anası olan kelimelerden birisi. İnsan bütün uzuvları arasında dengesi olan bir canlı aynı zamanda. İnsan kendi dışındaki bütün canlılarla denge içinde yaratılmış. Ağaçlar, meyveler, hayvanlar ve insan arasında bir denge düşünülmüş. Elmaların büyüklüğü bir denge. Kendi içinde bir de insana göre denge. Kavun ve karpuz yerde yetişiyor çünkü onun dengesi farklı ama elma ağaçta dengede. Güneşin semada asılışı bir denge, bize uzaklığı bir denge, her canlıya verdiği ışın bir denge , her canlıya verdiği ısı bir denge ve renk bir denge. Bediüzzaman görünen fiziki güzelliklerin kanunlarını görür, işte bu nizam ve mizan arka planda yani güzeli güzel yapan şey.
Sure-i Rahmanda mizan kelimesini üç defa kullanır Allahı zülcelal. Bu sure estetik ilminin, sanatın kaynağı olan bir surei muazzam. Güneş de ay da bir hesab iledir. Göğü yükseltti ve mizanı koydu. “Sakın tartıda taşkınlık etmeyin, tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik etmeyin” meallerde ve tefsirlerde mizan kelimesi güme gitmiş. Göğü yani içinde yaşadığımız altında mutlu olduğumuz gök mizan ile, denge ile yaratılmış. Bir yerde yine “göğe bakmaz mısınız nasıl onu direksiz tutarız.” İşte Selimiye ve Süleymaniye’nin kubbesi ile gökyüzü aynı mizan ile ama Selimiye taşlar üzerinde gök kubbe ise bizim anlamadığımız bir mizan, denge ile yapılmış.
Mealde mizanı sadece terazi olarak almışız, halbuki bütün herşeyde denge düşünülmelidir. Terazi sadece tartıda değil eşya ve nesneler arasında dengeyi düşünmek aşırılıklar dengeyi bozar. Resimde denge bütün nesnelerin tabii boyutlarını düşünmektir yani denge bir bütün kelime. Kur’an bir mimarinin bir sanat gözünün eline geçmemiş. Koca mizan kelimesi herşeyde dengeyi düzeltmek şeklinde anlaşılmalıdır. Hani halk arasında denir ya dengesiz. İşte denge bütün kainatın kalbi gibi bir kelime. Rahman suresinde denge bütün ayetlere sinmiş bir kavram ve uygulama.
Resullullahtan (asm) bir örnek: ”Talk bin Ali beni Hanife kabilesinden bir sahabeydi. Medine’ye geldiğinde Hz. Peygamber Efendimiz (asm) sahabisiyle birlikte mescidin inşasıyla meşguldü. Çamur karma ustası olan Talk derhal işe koyuldu ve mescid inşası için çamur karmaya başladı. İşin usulünü bildiğinden düzlük ve kumluk yerden ince kumları seçiyor, çamuru bu kumlarla karıyordu. Onun toprağı ince ve kumluk yerden kürekle alışı ve çamur karışı Peygamber Efendimizin dikkatini çekmiş ve hoşuna gitmişti. Sahabiler Peygamber Efendimizin (asm) “bu Hanifiyi çamur karmaya çağırınız, yaklaştırınız. Çünkü o çamur karma işini en güzel yapanınızdır” buyurduğuna şahit oldular.
Talk bin Ali işini iyi yapan bir insan olarak Resulullahın ona gösterdiği bu takdir hissini ve yaptığını güzel buluşu, hayatı boyunca unutmayacaktı.
Ve yalnızca o değil diğer sahabiler de bu vesile ile Hz. Peygamber’den işini iyi yapan herkes için bir sevinç sebebi olan şu duayı duymuşlardı. ”Allah işini iyi, güzel yapana rahmet etsin.”
Halk, icad, sun ve ibdanın bağlı olduğu fiiller: Takdir, tasvir, tedbir, tedvir. Halk, icad, sun, ibda birbirini takib eder şekilde yapılınca nizam ve mizan ile de takdir yapılıyor/takdir bir şeyin zihinde sınırlarını belirlemek. Mesela Selimiye Sinan’ın zihninde takdir edildi daha sonra ortaya çıktı.
Tasvir yapılıyor / tasvir de yapılan şeyin sınırlarını belirleme biçimlendirme. Bu da mimari resim ve heykelin ana kelimesi, yaratırken, yeni bir şey ortaya koyarken sınırları belirleme.
Tedvir yapılıyor/ yapılan şeyin kendini yönetmesi, yapılan şeyin yapan tarafından yönetilecek şekilde yönetilmesi. Halk, icad, sun ve ibda. Bu dört şeyin yaratılışın eksiksiz yönleri nizam ve mizan ile takdir, tasvir, tedbir ve tedvir ile yapılıyor. Yaratılış değişik, birbirini takib eden birbirinden farklı fiiller ile meydana geliyor.
Bundan sonra on iki fiil daha var. “Kast ve irade ile tahvil ve tebdil ve tenzil ve tekmil”,
şefkat ve rahmetle it’âm ve in’âm ve ikram ve ihsan gibi. Şuûnâtıyla ve tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır.”
Önce yaratılışı biçimlendirme tam anlamıyla, halk, icad, sun, ibda. Sonra bu dört fiili nizam ve mizan dairesinde yapma. Daha sonra takdir ve tasvir, tedbir, tedvir. Nizam ve mizan ile. Buradaki dikkati ben toparlayıp izah etmekte zorlanıyorum. Takdir nizam ve mizan ile /tasvir mizan ve nizam ile /tedbir mizan ve nizam ile / tedvir de nizam ve mizan ile. Akla mantığa uyar bir izah metni ne kadar zor, zevketmek için çok derin bir takip gerekiyor.
Varlık vücut buldu ama yukarıdaki fiillerin birbiri içinde birbiri ile münasebetleri ile, daha sonra vücut bulmuş olan varlığın yaşaması. Hayatının devamına sıra geldi o zaman
“şefkat ve rahmetle it’âm ve in’âm ve ikram ve ihsan gibi şuûnâtıyla ve tasarrufatıyla kendini gösterir ve tanıttırır.“ Yaşamasını devam ettirmek için ona şefkat edip ona taam vermeli ve nimet vermeli, ikram etmeli ve ihsan etmeli. Böylece rububiyet faaliyeti içinde varlığın var olması ve devamlılığı sağlandı.
Yirmi dört fiil ile yaratmak ve yarattığı şeyin devamını sağlamak. Yirmi dört fiil, içiçe birbirinin lazımı bir şekilde yaratma ve varlığının devamını sağlama. Bu tür anlatımlara ve derinlikli tahlillere konunun arkeolojisi deniyor. “İdraki maali bu küçük akla gerekmez/Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez” diyor Ziya Paşa.
Bu bahsi bir sanat eserine, bir resme, bir camiiye uygulamak bir yere kadar… Çünkü onlar sabit yaratılış fiili ise canlı ve sürekli. Fark burada eşyaya varlığa bakmak ve ayrıntıyı görmek ve izah etmek. Bu sanatçı Bediüzzaman’ın görüntüsü.
Allah’ı bilmek varlığını bilmenin gayrısıdır, anlamı bu olsa gerek. Kimse Bediüzzaman’ın anlattığı Allah’ı anlatamaz, iddia eden gelsin, iftirayı bıraksın.