Ergenekon davasında geçen sene bir telefon görüşmesi haberlere bomba gibi düşmüştü.
Hani bir hanımefendi bir mahkeme için;”o bizden demişti” ya…
Tabi o zaman Ergenekon davasının hızlı seyri esnasında ülkenin kabuk değiştirmesi olayı gerçekleşeceği için olayın seyrine kapılmış bu sözün perde arkasındaki dehşet silüetine pek dikkat etmemiştik.
Şahsen kendi adıma söylüyorum, Ergenekon için şöyle düşünüyordum; “artık bir olay Türk mahkemelerine intikal etmişse mutlak adalet gerçekleşir.”
Bu sebeple o sözün arkasını deşmeyi akıl etmemiştim.
Ama bugün yaşananlara baktığımızda işin ne kadar korkunç olduğunu anlıyoruz.
Meğer olay “mülkün temeli”ne kadar inmiş.
Yani “mülkün temeli” tehlike altına girmiş.
Eğer ki bir ülkede adalet mekanizması güvenirliğini yetirmişse orada yaşamak en büyük tehlikedir.
Zira hak savunması yapılamayacak…
Hiçbir zaman adalet yerini bulamayacak…
Diyelim ki herhangi bir olay için mahkemelik olmuşsan güvenirlik psikolojin berbat olacak, haksızlığa maruz kalacak endişesi senin dünyanı karartacak.
Yani iş evrensel hukuk kurallarının dışında inisiyatiflere kalacak.
Ve eğer düştüğün mahkeme fikren sana ters düşüyorsa anan ağlayacak.
Hakikaten bu işin tasvirini yapmaktan zorlanıyorum.
Aslında bu işin böylesine korkunç olmasının sebebi yargıya verilen (teşbihte hata olmasın) “tanrısal güç”tür.
Şöyle düşünün; bir savcı istediği bir bahaneyle sana dava açabilir ve bir hakim istediği biçimde seni suçlu görüp sonuçlandırabilir.
Ve isterse idam bile edebilir
Hani Napolyon’un bir sözü vardı ya: “bana öyle bir kelime söyle ki seni idam etmeyeyim.”
Yani bir başka deyişle bir manada hayatımız bir hâkimin dudakları arasındaki söze bağlıdır.
Bu durumun aksini iddia eden varsa buyursun söylesin.
Madem hakikat böyle…
Madem yargıya ve yargı mensuplarına bu kadar dehşet bir güç verilmiş, fert ve toplum olarak kaderimiz yargının elinde ise buna paralel olarak da bir güvensizlik oluşmuşsa buyurun böyle bir ülkede siz yaşayın.
***
Yukarıdaki cümlelere bakıp yargıya karşı bir düşmanlığımın olacağı kanaati hasıl olmasın.
Ben şahsen Türk adalet mekanizmasında son derece adil bir ruhun olduğunu biliyorum.
Zira yaşadıklarım ve gördüklerimle bunu ispatlayabilirim.
Mesela sadece Bediüzzaman’la ilgili açılan sayısız mahkemeler baktığımızda… Ki bu mahkemelerin birçoğunda devletin hâkim güçlerinin mutlak bir “idam isteği” olduğu halde mahkemelerimiz her defasında beratle karar vermişlerdir.
Bence Bediüzzaman’la ilgili bu kararları bile Türk adaletine güveni tek başına sağlar.
Hele benim şahsen yaşadığım bir olay vardı ki eğer yargı mensuplarımız güvenilir olmasaydı suçsuz yere ağır hükümler giyebilirdim.
Bir zaman yazdığım bir yazıdan dolayı bir zat beni mahkemeye vermişti.
O zat ile aramdaki maddi farkı kıyasladığım zaman ben bir karınca idim o ise bir Ağrı dağı kadar vardı.
Aslında öyle bir gücü vardı ki mahkemeler satılık olsaydı istediği mahkemeyi satın alabilirdi.
İşte o zaman mahkemelerimizin asla satılık olmadığını görmüş ve Türk adaletine tamamen güvenmiştim.
Lakin bugün gidişat çok farklı bir seyir göstermektedir.
Bugün yargı organlarımız ideolojik davrandığına dair emareler gözüküyor.
Zaten her hangi bir sisteme ideoloji girerse oraya “taraftarlık” da girer.
Taraftarlığın girdiği bir yerde ise hak hukuk beklemek safdillik olur.
Dolayısıyla Ergenekon davasında “sizden- bizden” muhabbetleri yapılırken, yargının “katsayı” kararında eski kararlarıyla tamamen çelişir tutum gözükmektedir.
Daha önce YÖK ile hiçbir zaman çelişmeyen yargının bir bölümü bugün YÖK’ü hiçe saymış, Ergenekon tarafını tutar bir görüntü sergilenmiştir.
Her şeyden önemlisi Ergenekon zihniyetinin bugün yargıya tutunup ayakta durması ve karşı atağa geçmesidir.
Şöyle düşünün ki ülkeyi işgal eden kuvvetlerle savaşmış onları sıkıştırmış tam püskürteceğiniz zaman içerden taze bir kuvvetle onlara yardım ediliyor ve karşı atağa geçiliyor.
Bu gün ülkenin bulunduğu durum aynı bu misal gibidir.
Ergenekon denilen illet ıslak imza skandalıyla askeri gücünü kaybedip bitti bitecek derken yargının imdadıyla tekrar topyekûn bir saldırı başlatmış oldu.
Ve şu andaki ülkenin her tarafında meydana gelen çeşitli kargaşaların hepsi Ergenekon’un yargı dayanağından kaynaklanıyor.
Maalesef bu dayanak ise en zorlu bir dayanaktır.
Mukavemetin en sert olduğu bölgedir.
Bu mukavemetin kırılması bir çok şeye mal olacağa benziyor.
Dikkatinizi çekerim: şu an adalet mekanizmamız ikiye ayrılmış durumdadır.
Bir taraftan generaller “neden ihtilal yapmaya teşebbüs ettin” diye sorgulanırken diğer taraftan değişimi ve demokrasiyi engellemek adına tekrar parti kapatma kararı alınmaya çalışılıyor.
Bir taraftan MİT mensupları yargılanırken diğer taraftan Apo’un hücresi bahane edilip sokaklar savaş alanına dönüştürülüyor.
Ve bu duruma kazanımlarını kaybeden malum güçler çanak tutuyor.
Ama o kadar zorlu yollardan buralara kader gelmişiz ki bu korkunç savaşın da son bulacağına bütün kalbimle inanıyorum.
Lakin benim özelikle üzerinde durmak istediğim ve bu yazıyı yazmaya sebep olan düşüncem şu:
Ülkemizde her şeye hesap sorma imkânı olduğu halde, neden yargıya hesap soracak bir merciimiz yok?
Yani gelecekte mutlaka yargıyı yargılayacak bir sistem olmak zorundadır.