Yarını bekleyen bugünü yaşayamaz

Selim GÜNDÜZALP 111

Odamdaki lambanın ışığı etrafında vızıldayıp duran şu minnacık sineğin bile hayatımda bir yeri var. Şu sırtımı yasladığım sandalyenin, şu elimde tuttuğum kalemin, şu baktığım duvardaki yazıların, şu ayağımı değdirdiğim döşemenin ve gözümü her nereye çevirdimse, gördüğüm her şeyin hayatımda bir yeri var. Hepsi bu koroya dâhiller. Her şey yerini bulmuş gibi bu tabloda o güzelliği tamamlıyorlar. Ne varsa, her şey mutlu görünüyor çevremde. Ne bir fazla, ne bir eksik... Her şey yerli yerinde.
İnsan bazen kendi zayıflığını, acizliğini anlamalı, görmeli. Her şey sonsuz bir kuvvetin etkisi altında. Her şeyin, Yaratanın ilmi ve bilgisi dâhilinde olduğunu görmekle, hissetmekle, kendi konumunu daha iyi anlıyor insan.

Birkaç saatte yaratılan karınca sayısı, neredeyse dünyadaki insan nüfusuna denk. ‘Ben ben’ diyen insanın biraz keyfini kaçırıyor bu rakamlar, ama haddini de bildiriyor doğrusu. İnsanın yaşaması için her şey o kadar güzel ayarlanmış ki, sorumluluktan kaçması olsa olsa onun zayıflığının ve tembelliğinin bir işaretidir.

Her sabah pırıl pırıl bir güneş doğuyor. Her sabah gök kubbe ve gökkuşakları kuruluyor. Akşamüzerleri, göllerin kenarında, yüksek dağların eteklerinde tepelerdeki karlar bile güneşin ışınlarından nasibini alıp pespembe oluyorlar. Her şey memnun yerinden, her şey ama her şey…
Küçücük bir ot bile durumundan memnun büyüyor. Yaratan nasıl yaratmışsa, her şeyin yeri ve yurdu kendine göre, yolu yöntemi kendine göre. Her şey İlâhî bir neşe içinde, işinde gücünde ve dahi zikrinde. Kâinat kitabının en başından en sonuna kadar tek bir harfi bile birbirine yabancı değil. O kitabı yazan, ahenk içinde birbiriyle ilişkilendiren sonsuz bir güç, bir kudret, bir bilgi ve ilim sahibi olan Allah olmaz mı?
***
Bir ağacın altında ellerimi kaldırıp duâya durduğum bir gün, kuru bir yaprak düştü avucuma. Elma da düşseydi fark etmezdi. Biri yıllar önce kanunu gördü, kanunun arkasındaki kudreti belki de göremedi. Oysa mü’min bir bakış, “Allah’ın izni olmadan bir yaprak düşmez, hiç meyve ya da elma düşer mi?” der. Bir yasayı, düştüğü yerden alır, hak ettiği yere yükseltir. “Kudretsiz kanun olmaz” der.
Bir tablo gibi o sözü duvarda seyreder.
“Ey insanoğlu! Düşeni görüp de düşüreni görmemek, O’nun izni olmadan hiçbir şeyin olamayacağını görmemek, hangi göz, hangi akıl, hangi kalp iledir?” der, levhayı duvara çiviler.
“Tabiat dedikleri şey (…) kanundur, kudret değildir, Kadir olamaz.” (Lem’alar, Yirmi Üçüncü Lem’a, 186)
***
Bir mektup aldığınızda önce isme ve imzaya bakarsınız, öyle değil mi? İmza ve isim her şeyi size açıklar. Siz kim, mektup kim? Ama mektup bir ağacın eliyle uzatılan meyve olursa, Allah’tan size gönderilmiş bir mektup olur işte, ağaçlar da postacınız olur. O eşsiz yaratılış da Yaratanın o mektup üzerindeki imzası olur. Anlamayan akıllara, görmeyen gözlere sokulur. Mektubu okumadan önce imzaya bakın bir kere, imzayı görün.

“Ne yalan söyleyeyim, bugüne kadar hiç de böyle bir mektup okumadım” diyorsa içinizden bir ses, bir şeyleri fark edeceksiniz hayatınızda. Ebedî hüsrana mahkûm olan şeytan Allah’la aramızdaki bağlantıyı koparmak istiyor. Hırsız boş eve girmez. Hazinelerden daha değerli olan inancınıza sahip çıkınız. Gün ortasında soyulmayın. Ele güne de rezil olmayın. Vicdanınızla karşı karşıya kalmaktan asla korkmayın. Vicdanın sesi, her karanlığı yenecek kadar beyaz, her sesi bastıracak kadar yüksektir. Çekinmeyin, vicdanınızın sesini dinleyin. ‘Allah’ deyin. “Tabiat, doğa” demeyin. Ağzımızdan çıkanı kulağımız da duysun.

Dünyayı cennete çevirmenin yolu, dünyayı cehenneme çevirecek işlerden uzaklaşmakla başlar. Bunun da yolu kanunları koyan kim ise, O’nun emirlerine uymaktan geçer. İnsanların bulup koydukları kanunların hükmü ve yaşatmaya çalıştıkları toplumların hayat süresi birkaç yüzyılı geçmemiştir. Kartondan evler gibi teker teker yıkılıp gitmişlerdir tarih sahnesinden.
Aldatanlar utanmazlar. İkiyüzlüdürler. İşleri budur zaten. İçi boşaltılmış toplumun da varacağı yer ya intihar, ya sefahat ve zevklerin peşinde doludizgin koşturmaktır. Bu yutturmaca şimdilerde 21. yüzyılda dünyanın her tarafında yaşanıyor. Şeytanca bir oyun oynanıyor. Hani huzur? Hani hak, adalet, hukuk? Hani eşitlik? Yüzyıllar geçti, ne verdiniz insanlığa, ne değişti? Akılların ve ruhların tutsak alındığı dünyada neyi düşünecek insanlar, neyi hissedecek? Doğru diye gösterilen neyin peşinden gidecekler? Körler ve sağırlar, bizi ancak böyle ağırlar. Medeniyet dediğin tek gözü kalmış bir canavar. Bir dişi de vardı ya onu da ‘ham’ etmişler. Kim ettiyse… Ama yine bizim haylazlığımızla ve aymazlığımızla besleniyor.

Bizi kendimize getirecek bir sese kulak vermemiz gerekiyor. Hemen, şimdiden, bugünden başlayarak. Bir bugün, bin yarına bedeldir.
Bize ait olmayan bir hayatı yaşamak niye? Sırtımızdaki kambur niye? Boşuna dememiş atalar, “Siz binek olmaya razı oldukça, önüne gelen size semer vurur” diye.

Çağın sorusu, “Olmak ya da olmamak” değil; “Ölmek ya da ölmemek”. Üst üste gelen ve biriken o kadar mesele var ki, birinden birini çözmekle işler bitmiyor. En doğru karar, en kestirme yol, insanın kalbinden ve ruhundan işe başlaması. Yeni bir göz, yeni bir dil, yeni bir kalp, yeni bir akıl ve düşünce bu işi başarır ancak.

Sıradan insanların hayatını yaşamak niye? Kendinde bu cesareti bul ve sınırı geç. Güneşin doğuşunu beklemeden bulunduğun yerden bir nara patlat, “Ruhuma istiflediğiniz dünyayı alın, başınıza çalın!” diye. Kalk ve o kapıdan çık git.
Hayatı dolu dolu yaşadığını zanneden bomboş insanlara bak; içlerinin nasıl boşaldığını bu noktadan çok daha iyi göreceksin o hayatların.
Şeytanın açtığı yolda yürüyenler, ancak onun şarkısını söylerler. Nerede felâket günlerinin dostları? En yakınındaki o sesler ve gölgeler nerede?

Hazineler kıymetinde duygularını yitirenlerden ve sahip oldukları değerleri kasaya kilitleyenlerden ya da toprağa gömenlerden uzaklaş. Dünyamıza bir şeyler oldu. Maddenin gözleri kamaştırdığı bir dünyada mânâya yer kalmadı adeta. “Benim hayatım, benim yolum bu olamaz” de. Bir tek insan ve bir tek adım, gittiği yol doğruysa eğer, bütün toplumu değiştirmeye ve dönüştürmeye değer. Muktedirdir o ayaklar. Kurban olayım o yolun yolcularına. O yolun şahidi vicdandır, imandır, Allah’tır. ‘Allah’ de yürü. Yürü de yollar da yürüsün seninle… Bırak onları, havuzlarının içinde debelenip dursunlar. O tuzağa düşmemiş, yakalanmamış olanlara koş sen, koş be küheylan, koş... Elinin içinde ellerini hisset ve o elleri sımsıkı yakalayıp geçir karşı kıyılara. Çoğalın, çoğalın… Bir gülü sulamak, bin gül içindir… Yanan ruhları hep beraber kurtarmak için koşun, koşun… Yangınları söndürmek için koşun. Yangınlar seyredilmez.

İnsan insanın kokusunu alır. İlâhî bir misyonu yüklenenler o kokunun âşıklarını bulurlar. Hayvanlar bile o kokuyu alırlar. Ashab-ı Kehf’in köpeği aldığı gibi…
***
Hisler yelpazeyle dağıtılamaz. Küçük küçük vuruşlar, büyük meşe ağaçlarını bile devirirler. Kurtul şu eşyanın esaretinden. Kurtul şu benim dediğin şeylerden. Unutma, ne kadar çok şeye sahipsen, o kadar çok şeyin esirisin ve o kadar çok şey istersin. Sadelik yakışır insana. Sadelik zarafettir, en son ulaşılan bir mertebedir. Arzular ambarının sonu yoktur.

Sadece durup bakmak ve hiçbir şey yapmamak, kötülük yapmaktır.
Düşmanı olmayınca, herkes kahramandır. İş, düşmana rağmen, engele rağmen başarmaktır.
Bak, bahar geliyor. Cemreler düşmek üzere. Dal uçlarında çiçekler açıyor. Bak, bütün kâinat uykudan uyanıyor. Kör olsa bile insan, çiçeklerin kokusunu duyar.

Şeytanın yarını bitmez, şeytan insanı yarınla aldatır. Vicdanının sesini dinle, nefsini, şeytanı uyut. Hırsızı yakalamak için hırsız tut. İçindeki delikleri, gedikleri tıka ki, arsızlar, uğursuzlar ve dahi hırsızlar girmesin, hazinelerini çalıp yağmalamasın. Uyan artık, uykudan başını kaldır. Bak, sabah oldu…
Sormalısın kendine: “Şafak öncesi kargaları uyandıran ezan sesi beni niye uyandırmıyor?” diye…
“Yarın iyi bir insan olacağım diyorsun. Neden bugünden başlamıyorsun?”

Ağ, sudan çıkmayınca balığın düştüğü durumdan haberi olmaz. Elinden geleni yap, gerisini Allah’a bırak. Özgürlüğün tadını alan, köleliğin yükünü taşıyamaz. Kalk Allah aşkına, kalk... Sen de bir meşale yak. İçinin ateşi yeter çevreni ısıtmaya. Bir damla suda boğulma. Kalk… Kalk da güneşi sevindir… Büyük gemilere büyük denizler gerek. Senin ateşin, senin güneşin her yere ulaşır. Bu ateşe kar mı dayanır? Kalk ve dolaş. Gerçekler vizesiz gezer. Uyandır uyuyanları. Bin kargaya bir taş yeter.

Yarını bekleme, geç olabilir. Bugünden başla.
Yarını bekleyen, bugünü yaşayamaz.
“Gelecek günler ise, mâdem gelmemişler, şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp, bağırıp çağırmak gibi bir divâneliktir.”
(Sözler, Yirmi Birinci Söz, 244)

Yeni Asya

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.