Yaşasın, onu anlamamıza vesile olan Kur’an! O, Kelam-ı Ezelîden geldiği için ebede gidecektir.
Onun hakikati üstünde hakikat, onun hükmü üstünde hüküm yoktur ve olmayacaktır.
Nefsin, bizi dünyaya peşkeş çeken, onun süfli ve geçici ziynetlerine; murdara ve harama, mala ve mülke, paraya ve pula, şehvete ve tamaha bizi sevk ve icbar eden rezil baskılarından kurtulmanın yegâne çaresi Kur’an’a uymaktır. Resullulah’ın hayat tarzı olan İslam’a ittiba etmektir.
İslam kopmaz bir hablu’l-metin, Kur’an büyük bir reh-numâdır. Şu pis oyunlardan; şu kirli ve badireli tuzaklardan kurtaracak odur. O ipe sımsıkı sarılıp o yoldan gitmektedir selametimiz, kurtuluşumuz.
Haklı ve meşru hürriyetten hakkıyla yararlanmak, hürriyetin, aynı zamanda bağımsızlık ve istiklâliyet temin eden kudretinden yararlanmak ancak iman ile olabilir. Çünkü imansız bir yürekte hürriyet yüktür, bârdır, dârdır, sefahattir ve en küçük menfaat için tezellül ve rezalettir… İman; ancak iman insanı insan eder, belki insanı sultan eder.
İman bir intisaptır çünkü. Her bir şeyi Yaratıcısıyla bağlar ve O’na isnat eder. Eşyayı ademden ve nesepsizlikten kurtarır. Her bir şeyi O’na abd eder.
O’na hakkıyla abd olan, Allah’a gönülden bağlanan; O’nun kudret ve iradesinden başka odaklara, mahfillere, dengelere, global veya yerel güçlere ve bilumum halklara ubudiyet etmeye, kulluk etmeye, onlara tabasbus etmeye tenezzül etmez!
İman’ın, Allah’ın önünde secdeye vardırdığı baş, eğer yeterince farkında ise, dünyaya meydan okur!
* * *
.
Her bir mümin kendi imkânınca iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmakla mükelleftir. Herkes kendi küçük âleminde, yani kendi bedeninde bir kumandandır ve kendi nefsine karşı büyük cihadı yapmakla sorumludur. Demokrasi denilen şey, ‘kişinin, kendisine karşı da sorumlu olduğu hakikati’ni kavrayamadığı için ferdi ve dolayısıyla toplumu çürümekten alıkoyamıyor. Bireyi nefsinin ve isteklerinin bağımlısı kölesi yapıyor.
İslam ise insanı hem çevresine ve hem kendisine karşı dikkate çağırır. Bu çerçeveden, etrafımızdaki her şey; giydiğimizden tutunuz harcadığımız ve kazandığımız paralara varıncaya kadar her bir şey, bir değere, bir duruşa, bir kıymete sahiptir. Peygamberimiz “ Ed-dünya mel’ûnetun ve melûnîne ma fihâ” buyurmuş. (Yani bir şey ahiret hesabına kullanılmıyorsa -bu para olabilir, saltanat olabilir, devlet olabilir, güç olabilir, vakit olabilir ve ömrümüz olabilir- o şey sizi cehenneme götürür…) Böylece müminin dünya ve onun nimetleri karşısındaki gerçek duruşunu net bir şekilde ortaya koymuştur. Bu duruş, cennet ve cehennem kaygısı olan herkesi bağlar.
Allah, kulun kendisine yönelen sevgisini, Hz. Muhammed’e itaate bağlamıştır. “De ki (Ey Muhammed) eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun!” Öyleyse, her bir insan, şu beden denilen kâinatındaki bütün varlıkları (yani nefs, akıl, his, latife her ne varsa hepsini…) ve bütün hal ve filleri Allah’a itaat edecek duruma getirinceye kadar cihad (mücadele) etmelidir. Bu cihadda başarı elde etmenin en kestirme yolu Resulullahın sünnetine uymaktır…
* * *
Ey evliya-yı umur! Ey milletin siyasi işlerini görenler; halka hizmet olan siyaset yolunu seçenler! Başarı ve toplumun size teveccühünün devamını istiyorsanız, hareketlerinizi, Adetullah kanunlarına bina ediniz! O’na güvenerek ve O’nun hatırını gözeterek işlerinizi yürütünüz.
Ötekinin berikinin hatırını güderek, şundan bundan korkarak, havf ve tamah ile hareket ederseniz, takdir makamından tard edilir başarısızlıkla cezalandırılırsınız! İzzet gibi halkın sevgisi de Rabbin kontrolündedir. Halkın sizi sevmesini istiyorsanız, O’nun sizi sevmesini sağlayın. Çünkü her şeyin dizginin onun elindedir.
Ekser peygamberlerin bizim de içinde bulunduğumuz şu coğrafyada zuhur etmiş olması gösteriyor ki, bu memleket insanlarının makine-i tekemmülatının buharı diyanettir. Bu topraklarda bir terakki, bir ilerleme, bir güçlenme isteniyorsa mutlaka dinin kudretinden yararlanılmalıdır.
* * *
Din-i hakiki ile bu insanları beslemedikçe ve onun hikmetleri ile şu topraklar sulanmadıkça beklediğiniz başarıyı elde edemeyeceksiniz. Nitekim edemiyorsunuz. Her fiiliniz her teşebbüsünüz tepki alıyor. Şunun korkusu bunun belası, şunun kriterleri, ötekinin dikteleri arasında helak olup gidiyorsunuz!
Bu sözlere itimat etmiyorsanız, bin yıllık tarihinize bakın! Bu millet ne zaman dinine hakkıyla sarılmışsa yükselmiş, ne zaman ihmal etmişse çökmüştür. Hıristiyanlıkta ise bunun tam tersi geçerlidir. Çünkü Hıristiyanlık bir vaaz ve öğüttür; nizam içermez. Kur’an ise bir hüküm ve hikmettir. Hayatın her alanını kuşatmıştır; Bazen bir tek hakikatini ihmal, azim sıkıntılara neden olur. İşte oluyor…
Biz kınayıcıların kınamasını bir yana bırakıp sımsıkı İslam’a sarılırsak, kısa zamanda göreceğiz ki, Asya ve Afrika tarlaları, Rumeli bostanları ve hatta Ziyon dağları İslam’ın renkleriyle revnak olmuş çiçeklerle bezenmiştir…
Dünya için din feda edilmez beyler! Hele üç beş murdar kuruş için hiç edilmez! Bugüne kadar ettik de ne kazandık!
Nefesi tükenmiş bir baskı düzenini, insafsız bir tiranlık sistemini muhafaza etmek için bugüne kadar hep dini ve dindarı rüşvet verdik! Üç beş kuruş murdar para gelecek diye dini tefecilerin nezdinde rehin bıraktık, ne elde ettik? Dinin meselelerinin terk ve feda edilmesinden, zarardan başka ne gördük?
Milletin kalp hastalığı za’fı diyanettir. Bu milletin bütün somatik ve psikosomatik hastalıkları iman zaafından kaynaklanmaktadır. Bugün kendisiyle övündüğümüz o Kurtulmuş Savaşı’nı kazananların sahip oldukları tek imkân yüreklerindeki imandı. Kalpleri o sağlam iman ile dop dolu olduğu için ülkeyi çiğnetmediler.
Çaresizlik, yokluk, parasızlık çepeçevre kuşatmıştı onları. Silahları, mermileri, barutları yoktu. Paraları da yoktu ama imanları vardı. Her birinin imanı ‘hubbu’l-vatan’ı da içine almıştı. Çünkü biliyorlardı ki “vatanı sevmek imandandır” Yeniden o azmi kazanabilmenin yegane çaresi imanı güçlendirmek ve Kur’an’a sarılmaktır.
Bizim meşrebimiz, muhabbete muhabbet, husumete husumettir. İmanımızdaki zaaf, bizi dünkü kardeşimizle hasım eyledi. Bizi birbirimize düşürdüler. Kimimiz dinci olduk, kimimiz laik! Her geçen gün sevgiye daha çok ihtiyacımız varken, her gün yeni husumetlerle bu toplum tiftik tiftik atılıyor…
Bu keşmekeş içinde bizi yeniden ayağa kaldıracak temel düstur; islam kardeşliği çerçevesinde insanlarımız arasında yoğun bir sevgi akışını sağlamak ve insanlığı, insanlık ekseninde kucaklayarak, zalime karşı insan fıtratı ekseninde yürekleri bir araya getirmektir.
İnsanın buna ihtiyacı var: beşerin buna ihtiyacı var. Hanif İslam’da; yani insan fıtratının ortak paydasında bir araya gelmeyi beceremezsek, önce biz helak olacağız!
Bu gidişten milleti ve memleketi kurtarmanın yegâne yolu, bireylerimizi Kur’an ahlakıyla yeniden buluşturmaktır. Bunun en kestirme yolu da Rasullulahın sünnetine tabi olmaktır. Peygamberin sünnetini ihya, insanı ihyadır. Bir insanı ihya âlemi ihya gibidir.
Günahlar bir umman olup herkesi çevrelemiş. İnsanlık cehennem gayyasına doğru akıyor. Bu ıstırabın farkına varanlar denizyıldızları gibi kendilerini sahile atıyorlar. İşte cihad onları kurtarmaktır. Bir kişi bile çok şeydir.
Herkes önce kendi nefsinden başlamalı. Kendini sarsmalı; ben neredeyim, ben nereye koşuyorum, diye kendini hırpalamalı!
Sözlerimin bir vaaz gibi olduğunun elbette farkındayım. Bir gazete yazısına benzemediğini de biliyorum. Dini, diyaneti belli olmayan üç kuruş para için, milletin şu kadar büyük risklere ve badirelere sürüklemesi arifesinde böyle haykırmak geldi içimden!
Durun! Sakinleşin! Sözlerinizi bir de siz duyun. Cerbeze, sahibini de helak eder çünkü!
Hasmı susturmak nefis hesabına olsa, bizatihi mağlubiyettir zira! Mümin feraset sahibidir; sözün nereye varacağını anlar! Dünya için bu kadar helak olmaya değmez. Bu kadar kin duymaya da... ‘Zalimler için cehennem yeter!”
Çünkü mülk Allah’ındır ve her şeyin ve herkesin en son varisi O olacaktır!
Haber 7