Muhterem Yasin Aktay Hoca bizden bir nesil öncesinin parlayan yıldızlarından. O; Ali Bulaç’tan sonra Mümtazer Türköne ve Hayreddin Karaman’ın, Yusuf Kaplan ve diğerlerinin hararetli İslamcılık tartışmalarına, bence farklı ve meselenin esasına ilişkin şeyler söyleyerek giriverdi. Ondan beklenen de budur; zira buna ilişkin referans niteliğinde bir de yayınlanmış kitap çalışması vardır. 25 ve 27 Ağustos tarihlerinde Yeni Şafak’ta yer alan makalelerinde, genel bir tez olarak İslamcılığın ilk mesajının Batıya değil Müslümanlara olduğunu söylüyordu. Makalelerin genelini gazete sayfalarına havale ederken, bazı paragrafları ele alarak bir hasbihal yapmak mümkün olabilir. Zira bizim gibi metbuiyyet durumunda olanların izahat istemesi, belki biraz da işi ukalalığa vurup kendi fikirlerini serdetmesi metbuiyyetin, öğrenme iştiyakının ve iyi niyetin bir gereğidir. Muhterem Hocam 25 Ağustos tarihli makalesinde şunlardan bahsediyor:
a)“(Mümtazer Türköne’nin belirttiği gibi) Soyutlama yoluyla da olsa İslamcı diye teşhis edilebilecek bir hareket var ve bu hareket Türkiye'yi otoriter bir rejim olmaktan daha açık, daha demokratik daha "iyi" bir noktaya doğru değiştirdi, geliştirdi. Bu hareket, bu etkiyi yaparken kendine en azından biraz daha özel bir vurguyla "Müslüman" diyenlerin hareketiydi. Bu "özel vurgu" geçiştirilebilecek gibi değil. Bu tam da İslamcı bir iradeyi, enerjiyi, talebi, hareketi görebileceğiniz yerdi ve bunu okuyabilmek için galiba biraz elifbasını bilmek gerekiyormuş işin”.
Öyle sanıyorum ki Yasin Aktay Hocam da, pek çok entelektüel şahsiyetin durduğu yerde duruyor; İslamcılık’ın belirli bir kitleyi ifade ettiğini söylemekten uzak kalamıyor.İslamcılar “daha özel bir vurguyla kendilerine Müslüman diyenlerin hareketiydi” vurgusunu yaparken kimi kastettiğini söylemediğine göre bir genelleştirmeye gittiğini gösteriyor. Anladığımız kadarıyla Yasin Aktay Hocam İslamcılık’ı bir “siyasi düşünce” olarak sınıflandırmaktadır. Yani O da İslamcılık’ın eninde sonunda siyasi referanslara entegre olmuş bir davranış tipi olduğunu kabul etmektedir. Bu pek de şaşılası bir durum değil; zira şimdiye kadar ki neredeyse bütün İslamcılık tarif ve tasniflerinde göze çarpan en bariz husus İslamcılıkta siyasetin birincil belirleyici unsur olduğudur.
b)“Müslümanlık salt kültürel veya milli bir mensubiyete dönüştüğünde, Müslümanım diyenlerin Allah'tan başkalarına da kulluğu rutin bir şey gibi görmeye başladıklarında, Kur'an'ın bir bilgi ve rehberlik olarak devre dışı bırakıldığı bir ortamda devreye giren bir uyarıdır İslamcılık bahsi. Bu uyarının da nihai hedefi Müslüman kavramının restorasyonundan başkası değil.”
Yasin Hocam, İslamcılık tartışmasını nominalizme kurban etmeyelim derken (ki doğrudur) kendisi bunu yapmaktan uzak kalamıyor. İslamcılık eğer “Müslüman kavramının restorasyonu” ise, bu da genelleştirmeye matuf bir kavram olur ki, o zaman Müslümanların yaptığı her hareket, her davranış, ortaya koyduğu her iddia, gerçekleştirdiği her siyasal ya da sosyal hareket İslamcı sınıfına dâhil edilmekten kurtulamayacaktır. Esasında Aktay’ın “Kur’an’ın bir bilgi ve rehberlik dışı bırakıldığı ortam” olarak belirttiği durum, tam da tecdit ihtiyacının ortaya çıktığı durumu ifade eder ki, tüm mücedditlerin İslamcı, tüm tecdit hareketlerinin İslamcılık olarak görülmesini sonuç verir. İslamcılık kavramını böyle “Müslüman kavramının yeniden restorasyonu” şeklinde genişletirsek, buna kimsenin itirazı kalmayacak bir durum ortaya çıkacaktır.
Eğer İslamcılık “emr-i bil maruf ve nehy-i anilmünker” demek manasındaysa, İslamcılık tabirine niye gerek duyulmaktadır? İslamcılık, “emr-i bil maruf ve nehy-i anilmünker”den farklı bir şey midir ve her Müslümanın tabii vazifesi olan bu görevden daha başka bir şey mi hedeflemektedir? “Peygamberimiz İslamcı mıydı?” diye sorana itiraz etmek ne kadar haklıysa, İslamcılığı Müslüman kavramının restorasyonu olarak genelleştirmek de böylesi bir itirazı hakedecektir.
c)“Seyyid Kutub’un, çağdaş İslamcılığın manifestosu niteliğindeki Yoldaki İşaretler'de cihadı insanların Müslümanlaştırılması çabası olmaktan ziyade insanların din ve vicdan özgürlüklerinin en radikal anlamıyla sağlanması olarak tanımlar: Siyasi baskılar ortadan kaldırıldıktan, insanlar vicdanlarıyla baş başa özgürce bırakıldıktan sonra kim neye inanıyorsa inanır. Bu tanımı İslam tarihinde cihat hareketlerini yönlendirmiş olan temel saik olarak da tespit eder. Bugün cihadı başka türlü anlayanlar da vardır kuşkusuz, ama olay budur.”
Yasin Hocam, esasında bir buçuk aylık İslamcılık tartışmaları içerisinde, İslamcılığın “bir özelliği”ni tartışmaya başlayan belki de tek şahsiyettir. İslamcılık’ın en önemli kavramlarından olan Cihad meselesine Aktay Hocamın aktardığı Seyyid Kutub’un sınıflandırmasıyla bakacak olursak karşımıza iki önemli problem çıkacaktır. Birinci problem: Cihad, eğer “insanların din ve vicdan özgürlüklerinin en radikal anlamıyla sağlanması” olarak tanımlanacak bir şey ise o zaman Haçlı Savaşlarına karşı koyan, Çanakkale’de şehit düşen, Afganistan’da sömürgeci Amerikalılara karşı koyan, Hindistan’da İngilizlere karşı çıkan Müslümanların cihad yapmadıkları gibi bir sonuç ortaya çıkacaktır. Bedir, Uhud, Hayber… muharebelerinden hangisi din ve vicdan özgürlüğünün tesisine yöneliktir? Siz, Müslüman olmaları için birileriyle karşı karşıya geldiğinizde, onların din ve vicdan özgürlüklerini tehdit etmiş olmuyor musunuz? İslam’ın bayraktarlığını yapmak da bir nevi İslam’ın zorbalığını yapmak anlamına gelmeyecek midir? Zaten, Siyasal İslam dediğimiz, esasında çoğunlukla İslamcılık’a tekabül eden savruk yapının “diğer akım ve ideolojilerle” olan en önemli farkı Dar-ı Harb ve Cihad kavramlarını anlama biçimleri değil midir? Ve değil midir pek çok cemaat ve tarikatın, âlim ve entelektüel şahsiyetin İslamcılık tabirine soğuk duruşları bu anlayış farklılığındandır.
İkinci problem de şudur: Cihad, eğer “insanların din ve vicdan özgürlüklerinin en radikal anlamıyla sağlanması” olarak tanımlanacak bir şey ise o zaman bunu en radikal ve kendine has yöntemlerle gerçekleştirmeyi amaçlamış, bu yolda fazlasıyla İnkılap gerçekleştirmiş Mustafa Kemal ve Arkadaşları da şaşırtıcı bir şekilde İslamcı kategorisine dâhil olacak; kurucu zihniyet olarak CHP de İslamcı bir parti durumuna düşecektir. Zira bir nevi din ve vicdan özgürlüğü olarak tanımlanan laikliği ve diğer pek çok seküler İnkılabı onlar gerçekleştirmiştir.
İslamcılık, esasında bir “yöntem sorunu”yla diğer yapılardan ayrılır. İslamcılık Yusuf Kaplan gibi mütefekkir bir ağabeyimin ısrarla göstermeye çalıştığı gibi bir tefekkür ameliyesi, bir felsefe girişimi ve bir medeniyet projesi olamayacak kadar klasik bir yöntem önerir. İtiraza mahal verse de ve kabaca olsa da Emevî tarzı siyaset İslamcılık’ın genel çerçevesini sunabilir. İslamcılık, enikonu İslam’ın İhya’sı için yöntem arayışının“siyaset/devlet/iktidar perspektifli” bir formudur. Zaten yöntem meselesidir ki siyasal ve sosyal fraksiyonları ortaya çıkarmıştır.
d)Yasin Aktay “İslamcılığı "bazı bağlamlarda" Müslüman kavramındaki "işlevsel daralmanın" bir sonucu olarak gördüğü”nü söylüyor.
Müslüman kavramı acaba siyasal ve sosyal konjonktüre dayalı kolayca değişebilen bir şey midir ki İslamcılık kavramı, her “daralma” sonunda uç veren bir refleks oluversin. Müslüman kavramı yanlış kullanılıyor/uygulanıyorsa, bunu düzeltmek için bir İslamcılık üretmek gerekmez; zira Müslüman kavramı, diğer pek çok kategorik sıfatlar gibi Kur’an’da ve Hadislerde açıkça tarif edilen hususlardandır. Hakikati halde gözlenen şudur: Çoğunlukla, siyasal bir tutum geliştirme ihtiyacı duyanların faaliyetleri sonucunda İslamcılık uç vermektedir. Siyasal İslamcıların konuşma metinlerde Müslümanlığın genel şartlarının sanki siyasal bir yöntemmiş gibi ortaya sürülmesi, İslamcılığın neden sorunlu bir yapıya sahip olduğunu gösterir.Tecdit, İhya ya da İ’lay-ı Kelimetullah gibi kavramları yetersiz görüp İslamcılık diye yeni bir kavram üretmenin bir anlamı olmalıdır?
e)“İslamcılığı modern şartlarda Batı emperyalizmine karşı bir tepkiye indirgeyip marjinalleştirmeye çalışanların İslamcılık tanımı çok dar ve fazla yüzeysel. İslamcı tepki asıl Müslümanların yozlaşmasına, İslam'ın değerlerinden uzaklaşmalarına, Müslümanım diyenlerin İslam'ın en temel değerleriyle çelişen tutumlar içine girmesine karşı verilen bir tepkidir. Münhasıran Batı'ya veya Müslüman olmayanlara karşı olmaktan ziyade veya bundan önce İslam'dan başka yollara tevessül eden sözümona Müslümanlara karşı bir harekettir İslamcılık. Bu haliyle de İslam'ın ilk zamanlarından itibaren sürekli ortaya çıkmıştır, adına İslamcılık denmemiş olsa da.”
Yasin Aktay İslamcılığın, modern zamanlarda, Batı Emperyalizmine karşı çıkan bir tepkiye indirgenmesini sığ bulmakla beraber İslamcılığı daha çok Müslümanların yozlaşmasına verilen tepki olarak tanımladığını belirtiyor. Yine genelleştirmeye çalışıp, İslamcılığı deyim yerindeyse “müceddit bir ideoloji ya da davranış tipi” olarak göstermeye çalışıyor. Ebu Zer de İslamcıydı, İmam Gazali de, Said Nursi de… Bütün mücedditler, kanaat önderleri İslamcıydılar. Aktay Hoca için “Sözümona Müslümanlık”a karşı çıkmak, İslamcılık tabirine katılabilmeyi mümkün kılmaktadır. Fakat her nedense, sözümona Müslümanlığa karşı çıkan bir kesim ile yine aynı sözümona Müslümanlığa karşı çıkan başka bir kesimin neden ayrıştıklarını, esasında bunların neden ayrı ayrı fraksiyonlar oluşturduklarını açıklamak gerekiyor.
Bu ülkede Sözümona Müslümanlığa tepki veren onlarca farklı şahsiyet ve topluluk vardır: Yeni bir Müslümanlık öneren CHP zihniyetinden tutun Türkçülere; Nur Talebelerinden Şia yanlısı düşüncelere kadar; Said Nursi’den tutun Mustafa Kemal’e, Yahya Kemal’den İsmet Özel’e, Hayreddin Karaman’dan Yaşar Nuri Öztürk’e kadar oldukça geniş bir yelpazede Müslümanlığın ve İslamiyetin ayağa kalkış çaresini arayan yüzlerce karakter vardır. Şimdi, “Allah razı olsun, Bediüzzaman da İslamcıdır” diyen Ömer Lütfi Lekesiz; daha kaç kişiye böyle söyleyebilecektir?
Cihad kavramından sonra mesela ele alınabilecek diğer iki kavram: Dar-ı İslam ve Dar-ı Harb’tir. Şimdi Bir kısım görüşlere göre Türkiye Dar-ı Harb kapsamındadır. Ama Bediüzzaman gibi bir kısım ulema için Dar-ı İslam sayılmakla beraber geçici bir fetret dönemi söz konusudur. Hatta bu sadece Türkiye’de değil, İslam memleketlerinde genel bir vaziyet arzetmektedir. Şimdi İslamcılığın yukarıda belirtilen iki temel argümanın da bile bu kadar ayrışma varken en önemli husus bu kargaşayı/ayrışmayı giderecek şekilde İslamcılık’ta İslami kavramların ne mana ifade ettiklerinin ortaya konulması lazımdır. Bunu yapmak da İslamcılık iddiasında olanlara bir borçtur. İslamcılık’ın bir çatı felsefe oluşturduğu söyleniyorsa ki böyle bir durumun varlığı mantıksal, tarihi ve bilimsel olarak henüz gösterilebilmiş de değildir.O zaman yine aynı şey olacak; hangi İslamcılık daha iyidir/ daha doğrudur/ daha selimdir/ İslam’a daha uygundur sorusu önümüze çıkacaktır.
Bir başka husus da böyle bir tesmiyeye/tarife neden ihtiyaç duyulduğunun ortaya konulmasıdır. Bu tabiri karşılayacak daha önce İslami literatürde ortaya konulmuş kavramların yetersiz kaldıklarının gösterilmesi gerekmektedir. “Neden İslamcılık” sorusuna cevap vermeden; genellemelere girişerek, işin ucundan tutarak bir yere varamayacağımız açıktır.