Marifetullahın şahitleri olan su, hava ve nur çeşitlerine müşahhas bir misal verebilir misiniz?
Son yazımıza istinaden sorulan güzel bir soru fakat bir o kadar da cevaplaması zor bir sorudur. Risale-i Nur'dan istifade ve istifâza ettiğim kadar cevaplamaya çalışacağım. Cenab-ı Hak'tan da istiane ediyorum. Buna iki kere iki dört eder gibi müşahhas cevap vermek mevzu gereği en azından benim açımdan zordur. Çünkü zoru kolay görenler de olabilir.
"Evliyâullah demişler: اَلطُّرُقُ اِلَى اللّٰهِ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلَٓائِقِ Yani, "Mârifetullahın bürhanları nefesler kadar hadsizdir." (Asâr-ı Bedîiyye/22)
"Onlara, gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz tâ ki Kur'ân'ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (Fussilet Sûresi, 41:53)
Yukarda 33. Sözün başında geçen ayette belirtildiği üzere kainatta Cenab-ı Hakk'ın varlığına ve birliğine afakî ve enfüsî delil, hüccet ve bürhanlar vardır. Her bir pencerede marifetullaha ait farklı deliller sunulmaktadır. Bir çok pencerede afakî deliller sunulurken özellikle 31. pencere enfüsîdir.
"Mabud'un vücuduna dair olan delilleri iki kısma ayırmıştır:
Birisi: Hariçten alınan delillerdir ki buna âfakî denilir.
İkincisi: İnsanların nefislerinden alınan bürhanlardır. Buna enfüsî tesmiye edilir. Enfüsî olan kısmını da biri nefsî diğeri usûlî olmak üzere iki kısma taksim etmiştir.
Demek, Mabud'un vücuduna üç türlü delil vardır: Âfakî, nefsî, usûlî." (İşârât-ül İ'caz/172)
"Yani şu kâinat denilen âlem-i ekber ve insan denilen onun misal-i musağğarı olan âlem-i asgar, kudret ve kader kalemiyle yazılan âfakî ve enfüsî vahdaniyet delailini gösteriyorlar." (Mektubat/254)
"Bu Lem'a'nın telifinden on iki sene evvel inayet-i Rabbaniye ile marifet-i İlahiyede bir hareket-i fikriye ve bir seyahat-i kalbiye ve bir inkişafat-ı ruhiyede tezahür eden bazı lemaat-ı tevhidiyeyi..." (Lem'alar/131)
Yukarda 17. Lem'anın girişinde belirtildiği gibi insan Kur'an'ı, kitab-kâinatı ve peygamberimizi ve kendisini okudukça, öğrendikçe, yaşadıkça fikirde değişiklik, kalpte seyahat ve ruhta inkişaf meydana geliyor. Kalpteki seyahat halden hale gezme yani değişim.
"Cenab-ı Hakk'ın insana verdiği nimetler, ister âfakî olsun ister enfüsî olsun, bazı şerait altında insana gelip vusul buluyor. Mesela ziya, hava, gıda, savt ve sadâ gibi nimetlerden insanın istifade edebilmesi ancak göz, kulak, ağız, burun gibi vesaitin açılmasıyla olur. Bu vesait, Allah'ın halk ve icadıyla olur. İnsanın eli, kesb ve ihtiyarında yalnız o vesaiti açmaktır." (Mesnevi-i Nuriye/92)
Vücudun göz, kulak, burun, deri ve dil gibi organlarının nasıl ki ayrı bir vazifesi olduğu halde birbirleriyle de münasebetleri vardır ve birbirlerine yardım ederler ve birlikte çalışırlar. Bu duygular nasıl ki insan cesedine takılmışlar ise aynen öyle de eneye ruh, ruha da dimağ, kalp ve vicdan takılmış. Hepsinin aşağıda belirtildiği gibi müşahhas birer vazifesi olduğu gibi birbirleriyle de irtibatlıdırlar.
"Vicdanın anasır-ı erbaası ve ruhun dört havassı olan "İrade, Zihin, His, Latife-i Rabbâniye" herbirinin bir gayat-ül gayatı var.
- İradenin ibadetullahtır.
- Zihnin mârifetullahtır.
- Hissin muhabbetullahtır.
- Latifenin müşahedatullahtır.
İbadet-i kâmile dördünü tazammun eder." (Asâr-ı Bedîiyye/61)
Risale Nur'da dört havas olarak belirtilen İrade, Zihin, His ve Latife-i Rabbaniyenin temel vazifeleri belirtilmiş ama bunlar birbiriyle de irtibatlıdır. Bedenimizde maddi organların nasıl ki ayrı birer vazifesi var ama vücudun devamlılığında ise birbirleriyle irtibatlıdırlar. Hep birlikte maddi insan vücudunu oluştururlar. Aynen öyle de Allah'a ibadet ve marifetullahta bu dört manevi organ birlikte vazife görür. Bunların dördünün talimiyle ve doyurulması ile ancak kâmil ibadet ve kâmil bir kul olunabilir. Burada zihin akla, his kalbe, Latife-i Rabbâniye ruha ve irade bir cihette vicdana ve bir cihette de hepsine bakıyor. İman ve ibadet teklifi gerektirir bu da iradenin işidir. Teklifte zorlama olmadığına da delalet eder.
"Mesela ilmin i'tası, manen ameli emrediyor; zekânın i'tası, ilmi emrediyor; istidadın bulunması, zekâyı; aklın verilmesi, marifetullahı; kudretin verilmesi, çalışmayı; cesaretin verilmesi, cihadı manen ve tekvinen emrediyor." (İşârât-ül İ'caz/260)
Burada da başka bir cihetten yine maddi ve manevi vücudumuzda bulunan her bir organın kendine ait vazifeleri anlatılıyor.
Bu izhariyeden sonra konumuza dönecek olursak; Su gibi akli olan marifetullah delilleridir. Su insanın bedenini temizlediği gibi marifetullahın su gibi bürhanları ise dimağımızı temizler. Kainattaki eserlere bakarak müessire gitmek aklî delildir. Aklî bürhan, delil ve hüccetler insanda Allah'ın birliğine ve varlığına ait şüpheleri izale ediyor.
Harika bir saat düşünelim bu saat ustasını gösterir. Usta saatin içinde olmadığı halde biz ustasını aklımızla görürüz. Saatin içinde ustayı göster ben gözümle görmediğime inanmam diyene gözle gösteremezsin ama akıl gözü ve kalb gözü yada kalp aklı dediğimiz basiretimizle görürüz. Akıl hastalığı basireti kapatır.
Hava gibidir, ruha misal. Buna kalbe misal diyenler de var. Nura da ruha misal diye düşünenler var. Örneğin hava maddî olarak ağız ve burnumuzdan girerek akciğerlere gelerek kanımızı temizlemeye vasıta olur. Akciğer hastalığı havayı kapatır. İnsan havayı hisseder ama çıplak gözle göremez ve elle tutamaz. Akciğerlerimizle bunu hissederiz. Eğer akciğerler hasta ise tıp deyimiyle emboli atsa hava gelse de işe yaramaz ve hasta bir nevi boğulur çünkü alıcılar hastadır. Ruhumuza gelen marifet bürhanları bizde zülümatı dağıtıyor. Yukarıdaki ustanın varlığı kadar müşahhas değildir.
Güzel bir kelime cisim kulağından ruha girince insanı değiştiriyor. Ağlayan adam gülmeye başlıyor. Sağır adama bu niye güldü desen hemen anlayamaz çünkü sesi alan alıcısı arızalı ama güldüğünü görür ve hisseder. Tüm manevî rızıklar hava ve nur gibidir. İnsana gıyabında yapılan dua insana tesir ediyor. Bunu maddî bürhanlar ile açıklayamazsın.
Hayvani ve şehvani hisler ise ruhu karartır. Nur gibidir, kalbe misaldir. Üstad başka yerde ziya tabirini de kullanıyor. İnsanın gözü hasta ise ziyayı alamaz. Göz hastalığı ziyayı kapatır. Allah'ın eserlerindeki maddî ve manevî bürhanlar kalbimizde inşiraha sebep olur.
İnsanda huzuru artıran tüm marifet delilleri nur gibidir. Dışardan sana bakan birisi sendeki huzuru yüzündeki mutluluktan görür ama sen bunu hissedersin o adama tam anlatamazsın çünkü huzur verilir ve yaşatılır ama anlatılması zordur. Ancak bekleyerek Allah tarafından ihsan edilir. Bir nazar-ı peygamber Hz. Ömer'i değiştiriyor ama haydi bunu anlatmaya ve anlamaya çalış. O nasıl bir bakış ki biz bakıyoruz bir şey olmuyor. Niyet ve nazar eşyaya ve canlıya nasıl tesir eder? Haram yolla kazanılmış bir yumurtayı yemek insanın ahlâkını bozuyor. Peygamberimizin (asm) nazarındaki ve niyetindeki vibrasyon ve frekans nasıl mahiyet-i eşyayı tağyir ediyor. Namaz kılma sonucunda insanın alnında oluşan manevi secde izi nur gibidir. Bunu inanmayana nasıl anlatacaksın çünkü bu mesele sadece akıl ile anlaşılmaz.
İman maddeye tesir ediyor ve değiştiriyor.
Günahlar kalbi karartıyor.
Eserden müessire geçmek iman-ı billah ve marifetullah ise eselerde sıfat ve esmayı okumak nur gibi kalbin itminanıdır. Marifetullaha ilave olarak muhabbetullah için kalbin de devreye girmesi gerekir. Huzur makamıdır.
İman-ı billah, marifetullah ve muhabbetullahtan sonra lezzet-i ruhaniye için ruhun da devreye girmesi gerekir. Şuunat-ı ilahiyeyi hissetmek hava gibidir.
"Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvanî hayat böyledir; hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir daire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, marifetullah ve vahdaniyet sırlarını ifade eden لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir." (Lem'alar/159)
"Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve safi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz." (Mektubat/243)
"Evet, marifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi cennete bile iştiyak geri kalır." (Mesnevi-i Nuriye/104)
Kalp ve ruhun derece-yi hayatına çıkınca zaman ve mekan kavramları değişir. Akla, kalbe ve ruha gelen marifetullah bürhanları yazdığımız gibi sırayla olan şeyler değildir. Bunların hepsi birbiriyle irtibatlı iç içedir. Konuyu anlamak ve anlatmak için böyle ayırdık. Konu iman olunca ruhun ve kalbin maddi kelimesi yok ki. Kalp ve ruhun hayatına çıkınca bazı şeyleri yazıya dökemezsin. Üstad okunan Kur'an aşrini cisim kulağıyla dinleyen imama dönsün diyor ama ruh kulağıyla dinleyen dönmese de olur diyor çünkü ruha göre cihet yok ki.
Latif ifadeler veya kelimeler insanı değiştiriyor. Bir tebessüm insanı etkileyebiliyor. Tüm manevi rızıklar da böyledir.Aklı, kalbi ve ruhu etkiliyor.
Biz önce kainattaki enfüsî ve afakî hüccet,delil ve bürhanlarla gayba iman ederiz. Önce akıl sonra kalp gelir. Kalp mahalli imandır fakat aklı olmayan dinen sorumlu değildir. Marifetullahtan sonra muhabbetullah başlar burası hazır ve huzur makamıdır. Lezzet-i ruhaniye ise akrebiyet-i ilahiye vasıtasıyla ihsan edilir. Sadece çalışmak yetmez Allah'ın inayeti gerekir.
Maddi rızkı aklımızla seçer ve yeriz. Yerken dilimizle zevkini hissederiz ve sonra bize takılan doyma hissiyle hissederiz. Sindirildikten sonra enerji olur ve biz onunla hareket ederiz. Su, hava ve nur gibi.
"Akıl gözünü kapasa da vicdanın gözü daima açıktır." (Mesnevi-i Nuriye/255)
"Ey aklı hüşyar, kalbi müteyakkız arkadaş!" (Sözler/332)
"Eğer insan yalnız bir kalpten ibaret olsaydı bütün mâsivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk'ın zatına rabt-ı kalp etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hâsseleri vardır.
"İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-i ubudiyette, hakikat canibine sevk etmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalp bir kumandan gibi letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil belki netice-i ıztırardır." (Sözler/543)
"İşte marifetullahta terakkiyat-ı maneviyenin derecatını ve huzurun meratibini bundan anla ve kıyas et." (Sözler/320)
"Gerçi herkes kendi kendine bir derece istifade eder fakat herkes her bir meselesini tam anlamaz. İman hakikatlerinin izahı olduğu için hem ilim hem marifetullah hem huzur hem ibadettir." (Emirdağ Lâhikası 2/240)
Burada ilim, marifetullah ve huzur kelimeleri akla, kalbe ve ruha bakıyor.
Yukarıda bana ait olan yorumları bu neviden bir anlama vechi olarak kabul ediniz. Vesselam.