Çok deprem hissettim ama ilk defa yaşadım. 'Bazı şeyler yaşanır, anlatılmaz' kaidesi cuk oturuyor. Anlatsan da karşıdaki anlamaz. Son nefese kadar okumaya, anlamaya, anlatmaya ve ihlâsla yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz inşallah.
"Ey şu risaleyi insaf ile mütalaa eden kardeş!
"Deme, niçin bu Onuncu Söz'ü birden tamamıyla anlayamıyorum ve tamam anlamadığın için sıkılma! Çünkü İbn-i Sina gibi bir dâhî-yi hikmet, اَلْحَشْرُ لَيْسَ عَلٰى مَقَايٖيسَ عَقْلِيَّةٍ demiş. "İman ederiz fakat akıl bu yolda gidemez." diye hükmetmiştir. Hem bütün ulema-i İslâm "Haşir, bir mesele-i nakliyedir, delili nakildir, akıl ile ona gidilmez." diye müttefikan hükmettikleri halde, elbette o kadar derin ve manen pek yüksek bir yol; birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez.
Kur'an-ı Hakîm'in feyziyle ve Hâlık-ı Rahîm'in rahmetiyle, şu taklidi kırılmış ve teslimi bozulmuş asırda, o derin ve yüksek yolu şu derece ihsan ettiğinden bin şükür etmeliyiz. Çünkü imanımızın kurtulmasına kâfi gelir. Fehmettiğimiz miktarına memnun olup tekrar mütalaa ile izdiyadına çalışmalıyız." (Risale-i Nur-Sözler/101)
İlk yazımızda belirtiğimiz gibi vahiyden uzak bir akıl ancak bir fener gibidir. Yolumuzu tam görmek için güneş gibi bir lambaya ihtiyacımız var. Üstadın 30. Sözde belirttiği gibi bazı büyük feylosofların bile bazı konularda boğulduğunu belirtiyor. Sebebi kendi aklına ve enaniyetine istinat etmesindendir.
"Gördüğüm ayak izleri, Eflatun ve Aristo gibi meşahirlerindir. İşittiğim sesler, İbn-i Sina ve Farabi gibi dâhîlerindir. Evet, İbn-i Sina'nın bazı sözlerini, kanunlarını bazı yerlerde görüyordum. Sonra, bütün bütün kesiliyordu. Daha ileri gidememiş. Demek boğulmuş." (Sözler/600/601)
Aklından külli bir ilme ihtiyacı vardır.
"Eğer perde-i gayb açılsa yakînim ziyadeleşmeyecek." diyen İmam-ı Ali (ra) ve yerde iken arş-ı a'zamı ve İsrafil'in azamet-i heykelini temaşa eden Gavs-ı A'zam (ks) gibi keskin nazar..." (Mektubat/240)
Vahiyden beslenenlerin sözüne bakın bir de meşhur feylosofların dediklerine bakın. İslamdan önce Ömer'e bakın İslamdan sonra Hz. Ömer'e bakın. Bu kadar kısa süredeki bu değişimi sen gelde tek başına akıl ile anla.
Yine de haşir gibi bir meseleyi ("elbette o kadar derin ve manen pek yüksek bir yol; birdenbire bir cadde-i umumiye-i akliye hükmüne geçemez") herkes tam olarak aklen anlayamayabilir. Gaybe iman çok önemlidir.
Ayrıca burada anlama derecemizi mütalaa ederek ziyadeleştirmeye vurgu yapılıyor. Fehmettiğimiz kısmına memnun olup mütalaa ederek anlamamızı ziyadeştirmek gerekir. Mevcuda memnun olup artırmaya çalışmaya gayret etmek. Teslim olarak ve itminanı kalp için okumak. İbrahim(as) peygamberin dediği gibi inanıyor fakat mutmain de olmak istiyor. 16. Sözün başında da üstad itminan kelimesini kullanıyor. "Madem öyledir, itminan için istersen biz de Kur'an'ın feyzine istinaden diyoruz..." (Sözler/205) Teslim ve itminan için Allah'tan istiane etmek anlamada önemli bir yere sahiptir. Kendi nefsimiz için istemeliyiz.
Haşir meselesini İbn-i Sina gibi dahi bir kişinin aklen anlamaması gösteriyor ki haşir meselesinide anlamak için tekrar tekrar okumak gerekiyor. Allah'ın sıfat ve esmalarına mazhariyat derecesinde bu istifade artmaktadır. Üstad bu meseleye 24. Söz de şöyle değinmiş:
"Öyle de veraset-i Ahmediye (asm) ile Kadîr ve Muhyî gibi isimlerin mertebe-i uzmasına yetişmeyen, haşr-i a'zamı ve kıyamet-i kübrayı taklidî olarak kabul eder "Aklî bir mesele değildir." der. Çünkü hakikat-i haşir ve kıyamet, ism-i a'zamın ve bazı esmanın derece-i a'zamının mazharıdır. Kimin nazarı oraya çıkmazsa taklide mecburdur. Kimin fikri oraya girse haşir ve kıyameti, gece gündüz, kış ve bahar derecesinde kolay görür, itminan-ı kalp ile kabul eder." (Sözler/365)
İstifade ve istifâzada esmalara mazhariyette çok önemlidir. Her insanın mazhar olduğu esmalar farklıdır. Esmaların farklılığıda anlayış farklılığını ortaya çıkarır. 24. Sözün birinci ve ikinci dalı bu ince ve derin meseleleri anlatıyor. Veraset-i Ahmediye (asm) yolu ile taklidden tahkike çıkma yolu açıktır. Risale-i Nuru müdakkikane okuduğumuz taktirde verasit-i nübüvvet caddesine girmiş oluyoruz.
"İşte, sen ey dünyayı unutmayan ve maddiyata tevaggul eden ve nefsi kesafet peyda eden arkadaş! Sen zühre ol." (Sözler/363)
Hakikatlara zühre, katre ve reşha gibi ayine olmak arasında çok farklar bulunmaktadır. Veresat-i nübüvvet yolu reşha gibidir kendisine gelen manalara sadece vasıta olur. Dindar feylosoflar ancak zühre gibidir. Güneşten gelen ziyayı ve kendi ayinelerine düşen hakikatları kendi istidat ve kabiliyetlerine göre alır ve yansıtırlar. Sadece hakikatın bir vechesini yansıtırlar.
"Mesela büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa maddiyatta çok tevaggul eden ve gittikçe maneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabileşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirane sözü, maneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir." (Şualar/102)
Herkesin her meselede sözüne itibar edilmemelidir. Adeta böyle insanların basireti kapanıyor çok yönlü hadiselere bakamıyorlar.
Mütehassıslık çok önemlidir. Manevi ilimlerde üstad bu zamanın çok çok önemli bir uzmanıdır.
"Arkadaş! Kalp ile ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da ulûm‑u akliyeye tevaggul etmek nisbetindedir. Demek manevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve sevk eder. Ve akliyat ile iştigal eden, emraz-ı kalbiyeye müptela olur." (Mesnevi-i Nuriye/67)
Şimdiki felsefe sadece aklı esas aldığı için bir çok meselede çuvallıyor. Kur'anı Hakîmin hikmetiyle bakınca akıl,ruh ve kalp birlikte meselelere nazar ediyor. Mesela muhabbet nazarı kalbi dinlemez bu yüzden de kusurları görmez.
"Kim bir şeyde çok tevaggul etse galiben başkasında gabileşmesine sebebiyet verir. Bu sırra binaendir ki: Maddiyatta tevaggul eden, maneviyatta gabileşir ve sathî olur. Bu noktaya nazaran, maddiyatta mahareti olanın maneviyatta hükmü hüccet olmasına sebep olmadığı gibi çok defa sözü dahi şâyan‑ı istima' değildir." (Muhâkemat/19)
Dolaysıyla İbn-i Sina gibi bir dahi maddiyatla çok iştigal ettiğinden haşir meselesinde sıradan bir mümin kadar olamıyor. Eğer kafa fenerimizi vahiy fenerine rabt etmessek ışığı bir yere bağlı olmayan fenerimiz sönmeye mahkumdur. İbn-i Sina tıb noktasında ileri gitmiş ve halen bazı noktalardan günümüze ışık tutmaktadır.
"Bu noktaya nazaran; maddiyatta mehareti olanın maneviyatta hükmü hüccet olmasına sebep olmadığı gibi; çok defa sözü dahi şâyan-ı istima' değildir." (Asâr-ı Bedîiyye/179)
"Risale-i Nur eczaları, bütün mühim hakaik-i imaniye ve Kur'aniyeyi hattâ en muannide karşı dahi parlak bir surette ispatı, çok kuvvetli bir işaret-i gaybiye ve bir inayet-i İlahiyedir. Çünkü hakaik-i imaniye ve Kur'aniye içinde öyleleri var ki en büyük bir dâhî telakki edilen İbn-i Sina, fehminde aczini itiraf etmiş "Akıl buna yol bulamaz!" demiş. Onuncu Söz Risalesi, o zatın dehasıyla yetişemediği hakaiki; avamlara da çocuklara da bildiriyor." (Barla Lâhikası/15)
Zamanın ihtiyacına göre Cenab-ı Hak isterse akla yakınlaştıracak izahlarla bir alimini avamın da anlamasına vesile eder.Her zamanın kendi has bir özelliği vardır. Eski asırlarda taklit bile yetebiliyordu ama bu asırda bilim ve fen altında akıllara şüpheler atılmış. Bu yüzden akli bürhan,delil ve hüccetlerle ikna yöntemlerinin kullanılması gerekiyor.
"Akla vâzıh, kalbe nurani olacak temsil yolunu ihtiyar ile İmam-ı Rabbanî (ra) gibi deriz." (Sözler/205)
Risale-i Nur'dan istifade ve istifazede temsil yolu çok önemlidir. Üstad özelliklede sözlerde hikaye ve temsil yolunu kullanmıştır. Mesela onaltıncı Sözde güneş Cenab-ı Hakkın ehadiyetini ve vahidiyetini anlatma da misal verilmiştir. Ama misalden hakikate geçmek gerekir ve misale takılıp kalırsak veya hakikatı tam manasıyla misalde görmek istersek vartalara düşebiliriz. Yani bir nevi misalde boğulmuş oluruz.
"Ehl-i ilme mahsus
Bu İkinci Mebhas, en derin ve en müşkül bir sırr-ı kader meselesidir. Bütün ulema-i muhakkikînce en ehemmiyetli ve münazaralı bir mesele-i akaid-i kelâmiyedir. Risale-i Nur tam halletmiş. ince bir tetkik-i ilmîdir." (Sözler/509)
Risale-i Nur'un bazı meseleleri ve kitapları ehli ilme mahsustur. Özellikle Muhakemat ve İşaratül İ'caz bu tür kitaplardandır. Tabiki ilim ehli olmayanlarda bu kitapları okur ve istifade eder ama arapça ve edebiyat ilmi ile uğraşan nur talebeleri bu konuları daha iyi anlayabilir. Muhakematta geçen bazı tabirleri anlamak için alt yapısının olması gerekiyor. Bazı tarihi bilgilerede ihtiyaç olabiliyor.
Kader risalesinin ikinci mebhasıda ehli ilme mahsustur. Bundan dolayıda kader risalesinin şerh ve izahını ilk defa Mehmet Kırkıncı hoca yapmıştır. Konulara göre ilim ehilleri farklılık gösterir. Astronomi ve tıp konularında ise ilim ehilleri değişir. Bundan dolayı da her mevzuyu herkes aynı derecede anlamaz. Uğraştığı sanat ve ilme göre bu değişir.
"İhtar: İsm-i a'zama ait nükteler, a'zamî bir surette geniş, hem gayet derin olduğundan hususan ism-i Kayyum'a ait meseleler ve bilhassa Birinci Şuâ'ı (Hâşiye: Bu risaleyi okuyan eğer mütefennin değilse, Birinci Şuâ'yı okumasın veya âhirde okusun; İkinci'den başlasın.) maddiyyunlara baktığı için, daha ziyade derin gittiğinden elbette her adam her meseleyi her cihette anlamaz. Fakat herkes her meseleden bir derece hisse alabilir. "Bir şey bütün elde edilmezse bütün bütün elden kaçırılmaz." kaidesiyle, "Bu manevî bahçenin bütün meyvelerini koparamıyorum." diye vazgeçmek kâr-ı akıl değildir. İnsan ne kadar koparsa o kadar kârdır."
İsm-i a'zama ait meselelerin ihata edilmeyecek derecede genişleri olduğu gibi akıl görmeyecek derecede inceleri de vardır. Hususan ism-i Hay ve Kayyum'a ve bilhassa hayatın iman erkânına karşı remizlerine ve bilhassa kaza ve kader rüknüne hayatın işaretine ve ism-i Kayyum'un Birinci Şuâ'ına herkesin fikri yetişmez fakat hissesiz de kalmaz; belki herhalde imanını kuvvetlendirir.
Saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanın kuvvetleşmesi ehemmiyeti çok azîmdir. İmanın bir zerre kadar kuvveti ziyade olması, bir hazinedir. İmam-ı Rabbanî Ahmed-i Farukî diyor ki: "Bir küçük mesele-i imaniyenin inkişafı, benim nazarımda yüzler ezvak ve kerametlere müreccahtır." (Lem'alar/392)
Üstad burada bazı meseleri anlamada kişinin uğraştığı meslekin önemine vurgu yapıyor. Mütefennin olmayan bu kısmı okumasın diyor. Herkesin her meseleyi anlayamayacağı ve aynı derecede anlamayacağına vurgu yapılıyor. Bu durum kişiyi okumaktan alıkoymamalı ve tekrar tekrar okumalıdır. Bahçe misali çok güzel ölçüdür. Herkesin ulaşacağı meyve ve sevdiği meyveler farklıdır. Manevi bahçeler de böyledir. Bu soyut ve somut ilimlerde de böyledir. Bir şeyi büsbütün elde etmek çok zordur ama çabaladıktan sonra elde edilene kanaat etmek gerekir.
Her meseleyi akılla anlayamayız. Sonuçta akılda bir alettir. Bir sınırı vardır. İnsanda çok çeşitli latife ve hissiyatlar vardır.
Okunan, dinlenen, görülen, koklanan, tadılan her şeyden insan istifade veya istifâze eder.