"Risale-i Nur Külliyatını anlamıyorum" diye bir şey yoktur. Bu doğru bir ifade değildir. "Az anlıyorum veya az istifade ediyorum" daha doğru bir ifadedir. Çünkü müellifi "herkes derecesine göre istifade" eder diyor.
Öğrenme ve anlama yöntemleri farklılıklar gösterir. Bazı şeyler okuyarak öğrenilir, bazı meseleler zamanla öğrenilir, bazı şeyler yaşayarak öğrenilir, bazı uygulamalı şeyler yaparak öğrenilir. Yine mütalaa ve müzakere, öğrenme ve anlamada çok önemlidir. Her şey tek başına okunarak öğrenilmez. O zaman Bediüzzaman birlikte okumayı teşvik etmezdi. Peygamberimiz (asm) rahmetin cemaat üzerinde olduğuna vurgu yapar. Bazı alimlerimiz ilim iki kişi arasındadır der.
Bu meselede bugüne kadar çok şeyler söylendi ve yazıldı. Cenab-ı Hak hepsinden razı olsun. Bu mesele çok önemli olduğundan ne söylense ne yazılsa azdır. Sonuçta karşımızda Kur'an’a ayine olan bir tefsiri anlamak var.
Kur'an’ın hakikatlarını okumak, anlamak, yaşamak ve yaşatmak için istifade ve istifâzemizi artırmak için buna ihtiyaç şedittir. Bu konuda bazı meselelerde ortak görüşlerimiz olduğu gibi farklı görüşler de olabilir. Bundan dolayı kimseye bir itiraz veya sitemimiz yoktur. Aksine saygımız vardır çünkü farklılıklar zenginliğimizdir. Fikirlerin farklılığından ortaya güzel şeyler çıkar. "Sadece bu tarz doğrudur" diye bir iddiamız yoktur. Niyetimiz halis ve gayemiz metinleri anlamak olduktan sonra ufak tefek farklıkların önemli olmadığı kanaatindeyim. Her türlü katkı ve iyi niyetli eleştirilere kapımız açıktır. Risale-i Nurun dışındaki yazılanlar sadece şahsi bir müzakeredir. Metinlere yapılan yorumlarda aynı zamanda şahsi veya dinlediğim sohbetlerden müzakerelerdir. Çünkü konumuz hassas bir mevzu olduğundan bu açıklamayı yapmanın gerekli olduğunu düşündüm. Bize sadece yola çıkmak düşer gerisi Allah ne verdiyse. İyilikler Allah'tan kötülükler nefsimizdendir.
Bu konuyu başta Risale-i Nur’da geçen metinler üzerinden giderek derlemeye çalışacağım.
"Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilatıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin." (Risale-i Nur-Sözler/5)
Birinci sözün başındaki hitap çok önemli noktalar içermektedir. Öncelikle hitap ettiğiniz kişilere ve yere göre konuşmada ilk cümle kardeş, arkadaş gibi ifadeler önemlidir.
Konuşulacak yerden taleb olması önemlidir. Din nasihattır. Nasihat arzuya tabidir. Zarar olmazsa nasihattır. "Hem sizde ve müstemiînde iştiyak olduğu zaman okuyunuz." (Barla Lâhikası/252)
Dinleyenlerin iştiyakı derslerdeki feyiz ve istifadeyi artırmaktadır. Kalpten kalbe ve kalıplara yollar açılır.
Bir konuyu anlatırken misalle anlatım önemlidir. Misaller kişinin mesleğiyle ve anlayacağı şekilde olmalıdır. Burada asker temsilatı demesi de çok önemli noktalar içermektedir. Biz dünyada bir asker gibiyiz. Asker iaşesini düşünmez ve işine odaklanır. Asıl vazifemiz Kur'an ve sünnet ışığında talim ve terbiyedir. Kısacası abd olmak ve ubudiyettir.
Belki de burada en önemli nokta ve vurgulardan biride kişi başta evvala kendi nefsine nasihat ederek okumalıdır. Üstad burada tam dört kez "nefsime" kelimesini kullanmış. "Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez" bir usuldur ve önemli bir tebliğ düsturudur. "Usülsüz vüsul olmaz." Ayrıca insan nefsine hitap ederken daha uzun başkalara okurken daha kısa tutmalıdır. Kullanılan dil halkın kullandığı sade ve olabildiğince açık olmalıdır. İstemeyenlere veya istenmeyen yerde okunmamalıdır.
"Besmele'nin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu, kendi nefsim için nota suretinde kaydetmek istedim. Ve yirmi otuz kadar sırlar ile o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zapt etmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi otuzdan beş altıya indi.
“Ey insan!" dediğim vakit nefsimi murad ediyorum. Bu ders kendi nefsime has iken ruhen benimle münasebettar ve nefsi nefsimden daha hüşyar zatlara belki medar-ı istifade olur niyetiyle, On Dördüncü Lem'a'nın İkinci Makamı olarak müdakkik kardeşlerimin tasviplerine havale ediyorum. Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar, delilden ziyade zevke nâzırdır." (Risale-i Nur-Sözler/9)
Burada da yine hitap her daim olduğu gibi insanın kendi nefsine olması gerekiyor. Özellikle besmelenin sırlarını anlamak için üstada benzemek gerekiyor. Ruhen üstadla münasebattar olmak nasıl olur? Bunu olanlara sormak gerekir. Barla lahikası mektuplarında Hulusi ağabey, Hulusi Sani Sabri ağabey, Bekir ağabey, Sıddık Süleyman, Hafız Ali ve Refet ağabeyler bence çok güzel misaller. Özellikle Mektubat'ın ekseriyeti Hulusi ağabeyin bizzat taleb veya ruhen ve kalben istemesi üzerine yazılmıştır.
Yine Refet ağabeyin sualleri üzerine yazılmış mevzular var. Aynı şekilde Hafız Ali ağabeyin içinden geçirmesi yani kalben istemesi üzerine yazılmış risaleler bu ruhen irtibata misallerdir. Bu bir halettir her zaman olmasa da bazen Cenab-ı Hak bizlere de koklatabilir. Üstad dediğine göre bu yol açıktır. Bu zamanda da şahs-ı maneviye göre hareket etmek bu münasebeti sağlayabilir. Gidebilenlere selam olsun.
"Misalin şu yolcuya benzer ki güneşin ziyasından gözünü kapar, kafası içindeki hayaline bakar. Vehmi, bir yıldız böceği gibi kafa fenerinin ışığıyla dehşetli yolunu tenvir etmek istiyor." (Sözler/87)
"İşte yıldız böceği hükmünde olan kafa fenerine itimat eden ve Kur'an güneşinden gözünü yuman kozmoğrafyacı efendi! Şu yedi basamaklarda işaret edilen hakikatlere birden bak. Gözünü aç, kafa fenerini bırak, gündüz gibi i'caz ışığı içinde şu âyetin manasını gör!" (Sözler/193)
"O cep feneri ise hodbin ve bildiğine itimat eden ve vahy-i semavîyi dinlemeyen enaniyet-i insaniyedir." (Sözler/336)
İnsanın aklı mahluk olması cihetiyle sönüktür. İkincisi vahyin altına girmeyen akıl ise çok daha sönüktür. İnsan aklının sermayesi afaki malumatlardır ve zahirperesttir. Aklımızı Kur'an ve sünnet ışığında kullanmamız gerekir aksi taktirde sönük kalır. 23. Sözdeki cep feneri gibidir. Yolumuzu güneşin mi aydınlatmasını isteriz yoksa bir cep fenerinin mi? Vahye dayanmayan akıl cep feneri gibidir.
Bu dersin kalp yönü daha ağır basıyor. Kalbi derslere ve üstada muhatap olmak için takva önemlidir. Kalbi derslerde feyiz ön plana çıkıyor. Feyzi artırmak için ise masivayı terk etmek gerekiyor. 3. Lema'da izah edilen "Ya baki entel baki" şeklindeki terk.
Kalbin hüşyar olması da yine istifade ve istifâzede önemlidir. Aklın ve kalbin kesretten vahdete döndüğü nispette bu uyanıklık hali artar. Üstad en müşkül meseleleri dünyevi cihetten en zor şartlarda yazmıştır. İsmi azam risalesi olan 30. Lem'a ve ikinci Şua Eskişehir hapishanesinde yazılmıştır. Meyve Risalesi Denizli hapsinde yazılmıştır. Yine üstadın Barla’ya sürgün edilmesinde de kaderin bir çok cilvesini kendisi belirtiyor. Risaleler tecrit, hastalık ve hapishane zemininde yazılmıştır. Tecerrüt hali kalp, akıl ve ruhun hüşyarlığını artırmaktadır. Üstad gibi kendimizi dünyevi meselelerden çektiğimiz nisbette ve kendimizle başbaşa kalıp kendimizi hakikatlara verdiğimiz ölçüde anlamamız artacaktır.
"Marifetullahın şahitleri, bürhanları üç çeşittir.
Bir kısmı: Su gibidir; görünür, hissedilir lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalattan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.
İkinci kısım: Hava gibidir, hissedilir fakat ne görünür ne de tutulur. Ona karşı sen yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt ile baksan, tenkit ile el atsan o yürür gider; senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.
Üçüncü kısım ise: Nur gibidir, görünür fakat ne hissedilir ne de tutulur. Öyle ise sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir. Çünkü nur; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basîret nuruyla avlanır. Eğer harîs ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi kayda giremez, kesifi kendine mâlik ve seyyid kabul etmez." (Mesnevi-i Nuriye/167)
Diğer bir husus ise bir meseleyi avlamak ve zapt etmek için sınırlar çizmek, o meseleye dair dairelerde hareket etmek gerekir. Hakikat avcısı olmak için alt yapıları doldurmak lazım gelir. Tam hedefi vurmak kolay değildir. Talim gerekir. Her av farklı avlandığı gibi her konuda farklı yöntemler kullanılabilir. Bazı meseleler hissedilir, zevk edilir ama onu anlatayım ya da yazayım desen yapamayabiliyorsun. Dimağ bir kayıt aracıdır. Her kayıt aracı her şeyi kayıt etmez. Bildiğimiz kayıt araçlarıyla koku ve tadı kaydedemiyoruz. Bazı şeyleri vicdanen biliriz ama akılla tam izah edemeyiz. Marifetullahın bürhanları da bu nevidendir.
Konuları anlama kişinin mesleği ve donanımıyla da farklılık gösterir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da insanlar birbirine muhtaçtır. Cenab-ı Hak üstadımızın koyduğu bu kaidelere uymayı nasip etsin. Amin