Yaşlılığın ve ihtiyarlığın bir gerçek olduğu Kur’an-ı Kerimin Meryem Sûresinde: “Zekeriya (a.s) Rabbine gizlice niyaz ederek demişti ki: Ey Rabbim, artık benim kemiklerim yıprandı, başım ihtiyarlıkla tutuşup saçlarım aklandı.” (Meryem Sûresi, 19:1-4.) ayetlerinde açık bir şekilde ifade edilmektedir.
Yani yaşlılık bir gerçektir. Herkes ölmezse bir gün yaşlanacaktır. Ama bu yaşlılık sonsuza kadar devam etmeyecektir. O da bir gün elimizden çıkıp gidecektir. Biz yaşlılar olarak gençliğimiz elimizden çıkıp gitti. Yerini ihtiyarlığa bıraktı. İhtiyarlık da ölümle değişecek.” Fakat ölümle değişecek olan bu ihtiyarlık, bize yani ehl-i imana, ebedî, bâki ve sonsuz bir gençliği kazandıracaktır. Bunun böyle olacağını bütün ilahi fermanlar, kitaplar, peygamberler, müjde veriyorlar. Şuâlar/On Birinci Şuâ/Meyve Risâlesi/Beşinci Mes'e (s:271)
“Âlemde tekâmül kanunu vardır. Bu kanuna tâbi olan, neşvünema kanununa dâhildir. Bu kanuna dâhil olanın bir ömr-ü tabiîsi vardır. Ömr-ü tabiîsi olanın, ecel-i fıtrîsi vardır; ecelin pençesinden kurtulamaz.
Evet, kâinatın ihtiva ettiği envâın ve bu envâın ihata ettiği efradın kısm-ı ekserîsi bu kanunlara tâbidirler. Binaenaleyh, âlem-i sağîr denilen insan, ölümden kurtulamadığı gibi, insan-ı kebir denilen âlemin de ölümden necatı yoktur.” (İşârâtü'l-İ'câz/Bakara Sûresi/25. âyetin tefsiri/ (s:269)
Onun için, çocukluk, gençlik, yaşlılık ve ölüm bunların hepsi Cenab-ı Hakkın kâinata koyduğu fıtri birer kanundurlar. Bunun önüne hiçbir şey geçemez.
“Sâni-i Kerîm, (sonsuz kerem sahibi) Fâtır-ı Rahîm, (her şeyi rahmetiyle yaratan ve rahmeti her şeyi kuşatan) her bir taifenin resmigeçit (geçit töreni) nöbeti bittikten ve o resmigeçitten maksut olan (istnilen) neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibarıyla, dünyadan merhametkârâne bir tarzla tenfir edip (nefret ettirip) usandırıyor, istirahate bir meyil ve başka bir âleme göçmeye bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelân-ı şevk-engiz, (şevk verici bir eğilim, arzu ve istek) ruhlarında uyandırıyor.” (17. Söz, s. 284)
Yaşlılıktan neden korkulur ve neden bazı insanların korkulu rüyası olur?
Yıllardır yaşadığı dünyadan ve sevdiklerinden, şayet varsa, servetinden malından mülkünden ayrılmak zamanı yaklaştığından ve bütün bunların bir gün elinden çıkacağından, belki bir daha onlarla buluşamayacağından ve onlara kavuşamayacağından ve dolayı korkar. Ayrıca gençlik sersemliğiyle zayi edilen ömür sermayesi, günah ve hatalarla geçirildiğinden korkar. Bu korku ve telaş iman zayıflığından veya imansızlıktan gelen bir düşüncenin mahsulü ve ürünüdür.
İman gözüyle bakıldığında o acı verici hüzün ve ayrılıktan gelen korku, kuvvetli, parlak bir ümit ve nur kapısına dönüştüğü görülür.
Bediüzzaman hazretleri; bu hususta: “Kur'ân-ı Hakîmde yüz yerde "er-Rahmânü'r-Rahîm" sıfatlarıyla kendini bizlere takdim eden ve daima zeminin yüzünde merhamet isteyen zîhayatların imdadına rahmetini gönderen ve gaybdan her sene baharı hadsiz nimet ve hediyeleriyle doldurup rızka muhtaç bizlere yetiştiren ve zaaf ve acz derecesi nisbetinde rahmetinin cilvesini ziyade gösteren bir Hâlık-ı Rahimimin rahmeti, bu ihtiyarlığımızda en büyük bir rica ve en kuvvetli bir ziyadır.” dedikten sonra “Bu rahmeti bulmak için de, iman ile o Rahmân'a intisap etmek ve ferâizi kılmakla Ona itaat etmekle mümkün olabileceğini söyler.
Yine Mesnevi-i Nuriye isimli eserinde; "Geceye benzeyen gençliğim zamanında gözlerim uyumuş idi. Ancak ihtiyarlık sabahıyla uyandım" mealinde olan şiirin şümulüne dâhil” olduğunu söyler. “Çünkü gençliğimde en yüksek bir intibah şahikasına (uyanıklık zirvesine) çıktığımı sanıyordum. Şimdi anlıyorum ki, o intibah, intibah değilmiş. Ancak, uykunun en derin kuyusunda bulunmaktan ibaret imiş.” Diyerek gençlere ve yaşlılara bir uyarıda bulunarak aynı zamanda bir de ders veriyor.
Burada gençlik geceye benzetiliyor ihtiyarlık ise sabaha benzetilmektedir. İnsan gece uykudayken neler yaptığının farkında olamaz. Ancak, sabah olunca günün aydınlığında neler yaptığını fark edebilir.
Yaşlılık neleri hatırlatır?
Yaşlılık bize; ölümü, dünyanın geçici oluşunu hatırlatır. “Biz gidiyoruz, aldanmakta faide yok. Gözümüzü kapamakla bizi burada durdurmazlar; sevkiyat var.” İfadelerini hatırlatır. Fakat gafletten ve kısmen de ehl-i dalâletten gelen zulümat evhamlarıyla bize firaklı ve karanlıklı görünen berzah memleketi, ahbapların mecmaıdır. Başta şefîimiz olan Habibullah Aleyhissalâtü Vesselâm ile bütün dostlarımıza kavuşmak âlemi olduğunu” hatırlatır.
Saça sakala düşen beyaz kıllar yaşlılığı ve ölümü hatırlatır.
II. Ömer olarak da bilinen Ömer bin Abdulaziz (r.a.) halifelik görevini aldıktan sonra kendi parasıyla ücret karşılığında bir adam tutmuştu. Bu adamın görevi, sadece her gün, Ömer bin Abdulaziz’e gelerek ona; “Ya Ömer Allh'tan kork, ölüm var!” demekti.
Ne zaman ki, Ömer bin Abdulaziz bir gün aynaya bakarken saç ve sakalının ağardığını gördü. Ömer bin Abdulaziz kendisine ölümü hatırlatan adamın görevine son vereceğini söyler.
- Bu soru karşısında adam neden ya emirel müminin deyince:
Adaleti ve devlet yönetimindeki üstün başarısı ile meşhur olan Ömer bin Abdulaziz (r.a.) bu soru karşısında adama şu manidar cevabı verdi: "Şimdiye kadar gençtim, saç ve sakalım ağarmamıştı. Doğru yoldan ayrılmamak için hergün bana ölümü hatırlatacak, Allah’tan korkmamı tavsiye edecek birine ihtiyacım vardı. Ancak, bugün aynaya baktığımda saç ve sakalımın ağardığını gördüm. İşte ağaran saç ve sakalım bana ölümün habercisi olarak yeter. der. (Kitabü’z- Zühd, İmam Ahmed İbn Hanbel)
Bediüzzaman da: “Âyinede saçıma baktıkça, beyaz kıllar bana diyorlar: "Dikkat et!" İşte o beyaz kılların ihtarıyla vaziyet tavazzuh etti. Baktım ki, çok güvendiğim ve ezvâkına meftun olduğum gençlik elveda diyor. Ve muhabbetiyle pek alâkadar olduğum hayat-ı dünyeviye sönmeye başlıyor ve pek çok alâkadar ve adeta âşık olduğum dünya bana uğurlar olsun deyip, (bu dünya) misafirhaneden gideceğimi ihtar ediyor. hatırlatıyor.
Yaşlı insanlar olaylardan daha çok etkilenir. Adeta nazdar bir çocuk hükmüne geçer.
Aslında insanı, en çok yıpratan ve hayatını tuz buz eden bir gayesinin olmayışıdır. Yani gayesizliktir. Gaye-i hayal olmazsa zihinler düşünceler enelere yani egolara döner etrafında gezmeye başlarlar. Hep kendini merkeze alır. Ben merkezli düşünür.
İnsanın bir vizyonu ve misyonu olmazsa, şahsi kaprisler, aşağılık kompleksleri ön plana çıkmaya başlar. Sürekli kendini dinlemeye başlar. Bu da zamanla insan psikolojisini olumsuz yönden etkilemeye başlar. Hayatının tadını kaçırır, dünyayı insana zindan eder.
Böyle bir yaklaşım, psikolojik rahatsızlıklarla beraber fizyolojik rahatsızlıklar da getirir.
Ama bir gaye-i hayali varsa onu elde etmek ve ulaşmak için bir gayret sarf eder, yeni arayışlar içerisine girer. Onunla yatar onunla kalkar zamanın nasıl geçtiğinin farkında olamaz. Falan bunu demiş feşmekân şunu demiş hiç umurunda bile olmaz.
Kâinat boşluk kabul etmez. Kâinatta sürekli bir faaliyet var. İnsan da bu kâinatın içinde yaşayan bir varlıksa, insanın da bir faaliyetin içinde olması lazım ki, o çarkların içinde ezilmesin.
Çünkü boşluk, atalet, tembellik, uyuşukluk, miskinlik var olmaktan ziyade bir yok olmak gibidir. Hani derler ya “ha var ha yok” Çünkü “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.” (Lem'alar/İkinci Lem'a/İkinci Nükte/ (s:33)
Meşguliyet zihni zinde tutar.
Cicero, “hafıza çalıştırılmazsa aksak bir doğan gibi zayıf kalır. Bu nedenle değer verilen hazine gibi hafızayı önemsemeliyiz. Yaşlılar, azim ve çalışmalarını sürdürürse zihnî yetenekleri kalır. Yaşlıların ne kadar meşguliyeti olursa ve ne kadar işe yararsa zihinî yeterliliğini de o derece iyi korur. Çünkü çalışan beyin fonksiyonlarına sürekli uyaranların gitmesiyle işleyen demir pas tutmaz misali, hafızanın sağlığı, beyine gelen uyarılar sayesinde korunabilecektir.” der.
İnsan bir yolcudur
Yunan filozofu Çiçero, “Yaşlanma süreci anne rahmine düşmekle birlikte başlar.” diye ifade eder.
Bediüzzaman hazretleri ise; “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.” (Mesnevî-i Nuriye/ Onuncu Risale/ (s:290) Malumunuz yolculuk esnasında duraklar veya istasyonlar olur. İnsan hayatının her dönemi de bir durak ve istasyon gibidir. Her durakta yapılması gereken görevler ve işler vardır. Ona çok dikkat edilmesi gerekir.
Bediüzzaman “Bütün ihtiyarlığımdan ve firak belâlarından gelen teessürâtıma, bana nur-u iman tam kâfi geldi; kırılmaz bir rica, kopmaz bir ümit, sönmez bir ziya, bitmez bir teselli verdi. Elbette sizlere ihtiyarlıktan gelen karanlık ve gaflet ve teessürat ve teellümâta, iman kâfi ve vâfidir. Asıl en karanlıklı ve en nursuz ve tesellisiz ihtiyarlık ve en elîm ve müthiş firak, ehl-i dalâletin ve ehl-i sefahetin ihtiyarlıklarıdır ve firaklarıdır. O rica ve ziya ve teselli veren imanı zevk etmek ve tesirâtını hissetmek için, ihtiyarlığa lâyık ve İslâmiyete muvafık ubudiyetkârâne bir tavr-ı şuurdârâne takınmakla olur. Yoksa gençlere benzemeye çalışmak ve onların sarhoşça gafletlerine başını sokup ihtiyarlığını unutmakla değildir. "Gençlerinizin en iyisi, temkinde ve sefahetlerden çekilmekte ihtiyarlara benzeyenlerdir. Ve ihtiyarlarınızın en fenası, sefahette ve başını gaflete sokmakta gençlere benzeyenlerdir." meâlindeki hadisi düşünmeyi tavsiye eder.
Yaşlıların duasını alalım!
Yine Bediüzzaman; “Ey ihtiyar kardeşlerim ve ihtiyare hemşirelerim! Hadis-i şerifte vardır ki, "Altmış yetmiş yaşlarında ihtiyar bir mü'min dergâh-ı İlâhiyeye elini kaldırıp dua ederken, rahmet-i İlâhiye onun elini boş döndürmeye hicap ediyor." Madem rahmet size karşı böyle hürmet ediyor; siz de rahmetin bu hürmetini, ubudiyetinizle ihtiram ediniz.
Meryem Sûresinde, “Sana ettiğim dualarımda da, ey Rabbim, ben hiç mahrum kalmadım." (Meryem Sûresi, 19:1-4.) ayetinden yola çıkarak, “bir hanenin bereket direği, o hanedeki ihtiyarlar olduğu; hem bir haneyi belâlardan muhafaza edici, içindeki beli bükülmüş mâsum ihtiyarlar ve ihtiyareler olduğunu, hadis-i şerifte; “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belâlar sel gibi üzerinize dökülecekti" fermanıyla bu hakikati ispat ediyor. “İşte, madem ihtiyarlıktaki zaaf ve acz, bu derece rahmet-i İlâhiyenin celbine medardır. O halde biz bu ihtiyarlığımızı yüz gençliğe değişmemeliyiz. Evet, ben kendim sizi temin ediyorum ki, Eski Said'in on senelik gençliğini bana verseler, ben şimdi Yeni Said'in bir senelik ihtiyarlığını vermeyeceğim. Ben ihtiyarlığımdan razıyım; siz de razı olmalısınız.” ifadeleriyle yazımı bitiriyorum.