Fiili bir durum oldu ve her şey çok ani gelişti. İlk sarsıntıdan sora herkes vicdanındaki sesi dışa aksettirdi. Tartışmalar hız kesmeden devam ediyor.
Fiilimiz ne ve kader ne fetva verdi?
Kim kazandı kim kaybetti?
Nurculuk tarihinde meslek ve meşrep düzeyinde içtihadi farklılıklar, füruata dair ayrılıklar çok vuku buldu ve bunun neticesinde birçok gruplaşmalar oldu. Fakat bu durum Risale-i Nur deryasının muhit ve derin mahiyeti ile alakalıdır. Zamanla her grup kendi içtihadı nispetinde bir şahrah çizdi ve Nur’lara omuz verdi.
Bin barekallah.
Peki bugünkü fiili durum böyle bir şey mi yoksa “esas”a dair ciddi bir kırılma mı?
Doğrusu “kırılma” olduğuna dair ciddi bir endişe taşıyorum.
Bu benim vicdanımın sesi.
Her ekol, grup veya yayınevi “nefsi” için içtihad edebilir ama teşri’ edemez. Umumun mal-ı mukaddesi olan bir “değer” üzerine yapılacak doğrudan bir müdahale veya dayatma çok rahnelere kapı aralar.
Bana göre ”miri mal” temellük edilemez.
Zamanın bediine ait lahuti sesi, risalelerdeki kelimeler ve kavramlar arasındaki nebevi mimariyi kafa fenerime göre dizayn edemem, titrerim!
Onun fem-i mübarekinden çıkan ve her süreci tevafuklar ve kerametlerle yüklü bir metni arzi bir kafa feneri ile temellük edemeyiz. Bizden südur edecek olan her cümle “in’ikas” ve “insibağ” şifrelerini tarumar edecektir.
Tevfik istiyorsak kâinatta cari olan Adetullah’a aşinalık edeceğiz ve nevamis-i fıtrata dostluk edeceğiz. Yoksa fıtrat tevfiksizlikle bize cevab-ı red verecektir.
İhtiyaç başka içtihat başkadır. İhtiyaç her işin üstadıdır, lakin çok pragmatik gitmek ne derece doğru?
Küreselleşmenin üzerimizdeki tesirleriyle içtihat yapamayız, yaparsak bu ar(ı)zî olur…
Küreselleştime ezici baskısı ile dâhili kutsallarımızı ve mana köklerimizi sığlaştırmamalı ve mahremiyet sınırlarımızı zorlamamalıdır.
Risale-i Nur’un dönüştürücü dili bugün her tabakada büyük bir iş görmektedir. Bu rûh-efzâ tesiri görmezlikten gelemeyiz.
Üstadımız Hutbe-i Şamiye’de der ki: “Bir fikre davet cumhur-u ulemânın kabûlüne vâbestedir. Yoksa dâvet bid’attır; reddedilir.”
“Cumhur-u nur”un bu fiili durum ile ilgili kanaatleri fevkalade önemlidir.
Çünkü cumhur-u nur için Risale-i Nur, eşit mesafedeki değerler arasında bir değer değildir. Kur’an namına en üst değerdir. Bu cumhurun kanaati bu açıdan çok önemlidir.
Yalan söyleyecek halim yok. Otuz yıldır okuduğum, hayallerimi süsleyen, bana hayat veren, ümidim, aşkım, şevkim ve ruhum mesabesindeki cümleleri yabancı bir elde “yetim” görünce vicdanım daha fazla dayanamadı. Tek sayfasına baktığım kitabı geri kapattım.
Kimsenin iyi niyetini sorgulamak ve düşmanlık etmek bize yakışmaz. Fakat bu benim vicdanımın sesi.
Hizmet eden insanların niyetini ve Risale-i Nur’a kimin hangi değeri atfettiğini tayin etmek ancak Allâmü’l-Guyûb’a hastır.
Bana göre bu işin müsebbipleri ufak bir insiyatifle sıkıntıyı kısmen hafifletebilirler…
Yapılacak küçük bir tasarruf problemi büyük ölçüde hafifletecektir. Yayınevi bu işte fiilen rol almış olan kişilerin isimlerini kitabın kapağına yazmalıdır. Aynı şekilde “sadeleştirilmiş” ifadesi kapakta büyük hacimde yer almalı ve “Risale-i Nur külliyatı “ ve “Müellif Bediüzzaman Said Nursi” ifadeleri kapakta yazılmamalıdır.
Eğer çok kolay bazı teknik tercihler yapılsa idi nur talebeleri bu derece feveran etmezdi. Metnin orjinali aynı sayfa içinde küçük puntolarla dahi olsa muhafaza edilseydi veya karşılıklı sayfalar şeklinde olsa idi şer’i olurdu. İyi niyetle de olsa “düzenlenmiş bir cümleyi” “Bediüzzaman’ın cümlesi” olarak takdim etmek en başta kul hakkına müdahaledir ve şer’i değildir.
Yapılması gereken şey emek çekmektir.
Tırnaklarınızla kazımadan, sondajlama metin analizleri yapmadan, derinleme karşılaştırmalar, ayrıştırmalar, buluşturmalar yani analizler ve sentezler yapmadan kolayından cümleyi budamak çok cesaret ister!
Anlaşılmamayı bu budamaya delil göstermek vicdanımı tatmin etmiyor.
Anlaşılamama iddiası neye tekabül etmektedir, mihenk nedir?
Bugün Risale-i Nur’un en muğlak paragrafını getirin vasat bir Anadolu evladına, ilköğretim düzeyindeki bir ferde okutun, mutlaka ortalama bir anlam üretecektir.
Hiç olmazsa kavramların çağrışımından hareketle zihinde bir kurgu oluşacak ve bu durum manaya dönük akışı tetikleyecektir. Başkasının ayrıca bu manayı “bir” kalıba sokmasına gerek yok.
Risale-i Nur’un her metni okuyan her zihin için yeniden üretilmektedir.
Milyonlarca insanın her an yeniden ürettiği ve üretmeye devam ettiği bir metni “anlaşılsın” diye belli kişilerin karihasına indirgeyemezsiniz.
Umuma yol olabilecek “vasat zeminler” mutlaka vardır ve Risale-i Nur yeni neslllerin nazarına mutlaka sunulmalıdır. Bu çok önemli bir ihtiyaçtır ve bugüne kadar şerh ve izah babında yazılan binlerce kitap aslında bu vazifeyi görüyordu.
Bu tür kitaplar elbette yazılmaya devam edecektir.
Fakat tamamını içerir tarzda paralel şerhler yapılmadı. İhtiyaç varsa elbette bu da yapılmalıdır. Her yayınevi yetkin otoritelerini devreye sokarak bu vazifeyi yerine getirebilir. Herkesin ittifak edeceği ortak metinler de çıkarılabilir. Bu metinler orijinal risalelerin yanlarına, sayfa altlarına konulabilir veya ayrı kitaplar halinde neşredilebilir.
Fakat bu dayatılarak veya orijinal metinden tasarruf edilerek yapılmaz. Çünkü, “Tahakküm-ü zahiri kahır ve cebirle mümkündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha tahabbüb ve tebaiye tasallut, hem de hâkimiyetini vicdanlar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatın hassa-i farikasıdır. Bu hassayı bilmezsen hakikatten bigânesin.”
Eğer bu fiili duruma tek bir kişi bile itiraz ediyorsa daha dikkatli adımların atılması insani ve vicdani bir görevdir Milyonlarca nur talebeleri bu fiili duruma “şüphe” ile yaklaşıyorsa itidalli hareket etmek zaruridir.
Zannedersem yatay genişlemeye verdiğimiz ehemmiyetin paralelinde dikey derinlemeler yapmadık. Hal böyle olunca bu tarz “derinlemesine” semereler ortaya çıkmadı.
Öyle ise Amerika’ya, Kanada’ya ve Avusturalya’ya Risale-i Nur’u taşımak için yaşadığımız haklı heyecanın iki katını manalarını sistematize etmeye harcamak üstümüze farzdır!
Yarının nesilleri bize sormazlar mı: “Risale-i Nur ansiklopedileriniz nerede, parti ve şahıs tartışmalarının kısır döngüsünden başka bize ne miras bıraktınız, Münazarat’ın, Sünuhatın, haşrin, Yirmi Dokuzuncu Söz’ün şerhleri nerede, lahikaların ne demek istediğini, müdafaaların ne anlama geldiğini hangi şerh ve izahlar yaparak bize devrettiniz?”
Bu yeni imtihan bize, “anlamakta zorlanıyoruz!” diye feryad eden yeni nesillerin seslerini işittirdi.