بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Niyazi Birinci, 13/14 yaşında; 1957/58 yıllarında ortaokuldayken, rahmetli halası Elmas Hanım'la birlikte Risale-i Nur okudukları için ihbar edilip mahkemeye çıkarılıyor ve beraat ediyorlar. (Yakın çalışma arkadaşı muhterem Mehmed Paksu anlatımı.)
Rahmetli Niyazi Abi, 13/14 yaş arasında Küçük Sözler'i Osmanlı Türkçesi ve el yazısı ile yazıp rahmetli Hakkı Morgül ile Emirdağ'a Üstada gönderiyor.
Üstad Küçük Sözler'in son sayfasına; "Allah kalemini kuvvetlendirsin bereketli kılsın" manasında dua yazıyor. (Ortanca çocuğu muhterem Abdurrahman Şeref ve Mehmed Paksu anlatımı.)
Anlaşıldığı kadar; Rize'de çay alım satım görevlisiyken ağır şekilde hastalanıp uzun süre hastanede yatınca; dalgalı fıtratını okumakla teskin edip, mecburen okuma müptelası oluyor.
Sağ ayağındaki hafif aksaklık da, sanırım bu günlerden kalıp nazar boncuğu görevi görüyor.
Bu eserler, 1990 başında iş yerindeki sürtüşmelerin katlanmaz hale geldiği ve oğlu Abdurrahman Şeref'in kanser olduğu günlerde, Barla'da Diriliş matbaada kaybedilince; rüyasında Üstadın arkasına oturup atla Barla'da Diriliş'i yazdığı yerleri gezip dolaşmanın şevkiyle yazdığı, bu anlamda ihlas ve samimiyette zirve eserler diyebiliriz.
Üstadın sağlığında açılan, rahmetli Zübeyr Abi'nin yaşadığı ve vefat ettiği, halen dersane olan, İstanbul/Süleymaniye Kirazlı Mescit Sokağı 46 numaradaki Risale-i Nur dersanesini Kirazlı Mescid adıyla romanlaştırıyor.
***
Sunguroğlu'nu yazmadan önce bir grup arkadaşıyla Söğüt ve Domaniçte gözlem ve inceleme gezisinde bulunuyorlar.
Bu gezi-inceleme aslında gerçekçi ve gözlemci kitap yazma çabasının ürünü.
***
Niyazi Birinci Abi'yle 1984-1990 yılları arasında mektuplaştık.
26 Mart 1984 tarihli mektubunun girişi şöyle:
"Sevgili Hüseyin,
Binler selam sevgi, muhabbet ve dua talebi.
Ardından yüzlerce özür,özür özür.."
Yine devamında 'anlayış göstermem' talebi şeklinde devam ediyor.
Samimiyet, içtenlik, tabiilik fışkıran cümlelere bakar mısınız?
Sonra, gazetede olan sıkıntıları, kıskanma, engellenme çabaları ve açık seçik olmayan, imalı, dolaylı konuşmalardan rahatsızlığını dile getiriyor.
Şu ifadeleri bu durumu anlatıyor:
"Bilmem niye bunları sana anlatıyorum. Galiba boşanma ihtiyacındayım. Çünkü doldum. Bilirsin tenkitler beni kamçılar ama tezyiften/karalamadan ürkerim."
Kendinden uzak, yaşı küçük kardeşine açılması, içten hassas kişiliğini ortaya koymakta.
Sonra gönderdiğim hikayeleri değerlendiriyor.
Yavuz Bahadıroğlu romanlarına yöneltilen temel eleştiriyi bu mektupta bakın nasıl yazıyor:
"Biliyor musun bizim talihsizliğimiz çok genç yaşta eser vermek olmuştur. Tanpınar 40'ından sonra yazmaya başladı. Bir başkası 50'sinden sonra romana girdi. Bunlar o zamana kadar sırtüstü mü yattılar? Hayır okudular, incelediler, araştırdılar, gırtlağına kadar dolduktan sonra kaleme el attılar ve baştan beri iyi yazdılar. Sanırım Tanpınar'ın "keşke bunu yazmasaydım" diyebileceği bir eseri yoktur. Hayat boyu acele edişimin sebebi hem bu, hem de yazmak istediklerimi yazamadan göçme telâşıdır. Yine yazamadıklarım yazdıklarımdan daima fazla olacaktır. Bunu biliyorum. Bu yüzden hâlâ acele ediyorum."
Ahmed Hamdi Tanpınar'ın Huzur adlı eserini, romanda zirve olarak gördüğünü söylemiştir.
"Bu bakımdan acele etmemek lazım. Okumalı çok okumalıyız."
İki noktanın altını daha çiziyor; "orijinal olmamı ve şiire yönelmemi."
***
6 Şubat 1990 tarihinde yazdığı, bir başka mektubunda ise bunalma derecesine gelmiş bir Niyazi Abi var karşımda.
"Sevgili Hüseyin kardeşim;
Bugünlerde aldığım mektuplar arasında aklı başında olanlar öylesine az ki, mektubun yüreğimi ferahlattı.
Dua ettim şükrettim ve fikrettim."
Ardından Yeni Asya/Yeni Nesil şeklinde ayrılan nur cemaatinin içinde olan yanlış ve insafsız olayları, isim vermeden ama kim olduklarını çıkarcağım şekilde dert yanıyordu.
Sıkıntısının özü bugün de tüm nur talebelerinin sıkıntıları;
- Meşveretin hakkını verememek, itibarlı insanların dediğini mihenge vurmadan kabul etmek.
- Siyasetin yoğun ve baskın oluşunun İslam'a ve nur cemaatine verdiği zararlar.
- Baskın siyasetçi tavırların; Risale-i Nur ve Üstadı gölgeleyip, yanlış ve sakat anlaşılmasına sebep olması.
- Birbirimize karşı sansür uygulama, görmezlikten gelme, küçük görme davranışları.
- Farklı siyasi görüşe yakın olanı; ajan, çıkarcı, hain görme saplantısı.
- Hatta bu şartlarda; 1990'da emekli olmayı düşündüğünü belirtiyordu.
- Demokratlık meselelerinde problem ve çelişkiler. İşin içine komitecilik, kötü söz ve şiddet sokma çabaları.
- Kişilere ambargo ve dışlama uygulaması, selamı sabahı kesme halleri.
- Maddi ve para meseleleri. Bundan doğan çatışma ve takışmalar.
- Siyaset ve aktüalitenin dersanelerde yoğunlaşması sonucu gençlerin iyi yetişmemesi.
-Ayrıca dengesiz, ayarsız, ağzı bozuk adamların; etkili, yetkili konuma gelmesini hizmet ve cemaata verdiği zararlar.
***
"Hayat boyu acele edişimin sebebi hem bu, hem de yazmak istediklerimi yazamadan göçme telâşıdır."
Yavuz Bahadıroğlu hep aceleci, hep görevini bitirme telaşında yaşayan bir insandı.
***
Gençlere rahmetli Niyazi Abi üzerinden bir kaç şey söylemek gerekirse;
Niyazi Abi, "gerçekçi ol imkansızı iste" sözünün müşahhas, gözle görülen bir örneğidir.
Hayatının sonuna kadar özeleştiri ve nefis muhasebesi içinde; doğru bildiğini doğru ve nazik üslupla, açık ve net ifade etmiş bir dava insanı.
"İnsan için ancak çalıştığı vardır" ayetinin bir tezahür ve tecelli pırıltısı.
İlhamı beklemeye değil, işinde fani olup odaklanmaya inanmıştır.
Hedefini rüyada görüp yoğunlaşınca, her şey olabilir gerçekleşir, inancına sahipti.
Fenafihyazar bir muharrirdi.
Çalışma arkadaşları ile yolu ayrıldığında; ardından çekiştirmeyip, gerektiğinde savunup dua eden, işine yönelen bir insandı.
Basım ve okunma rekorları kıran yüzlerce eserinin hiçbirinde; kadın ve açık saçıklık istismarı yoktur ve hayalleri bile edepli/nezih bir insandır.
Rahmetli Bahadıroğlu müthiş zekası gereği bir ironi ustasıydı.
Yani çelişki ve tutarsızlıkları; ince mizah eşliğinde gösterip, işin düzeltilmesi ve geliştirilmesini amaçlardı.
Mesela; tarihi romanlarındaki şişko kahramanın çevik bir savaşçı oluşu aklıma ilk gelen ironi örneği.
En iyisi kişiliğinin yansımları olan eserlerini okuyarak; davamızın macerasını ve derinliğini farketmeliyiz.
Ot bile kök üstünde bittiğine göre; Risale-i Nur hizmetinin sanat, edebiyat geleneğini bilirsek, daha ileriye taşıyıp sağlıklı hizmetler yapabiliriz..
Bu açıdan; aziz Mehmed Nuri Yardım'ın vurguladığı gibi derhal adına bir roman yarışması ilan edilmelidir.
***
Son bir hatırayla bitiriyorum;
Bir tv kanalında Niyazi Abi, N.Kemal Zeybek'le bir tartışma programına çıktı.
O tartışma boyunca Niyazi Abi için İhlas, Felak, Nas okuyarak dua ettim.
Adeta yerimde duramıyordum.
Zeybek'i eskiden beri takip ettiğim için mütekkebir, buyurgan olduğunu biliyordum.
Tv, konferans ve yazılarında vurgulu şekilde; "Atatürk olmasaydı adlarınız yorgo, agop, mariya olurdu" sözleriyle, insanımızı incitici laflar ediyordu.
Bu yüzden bu maç, pardon tartışma başlangıçta benim için ortada gözüküyordu.
Hatta bir ara yumruklaşacaklarını hissettim.
Sonunda Zeybek; "yol Atatürk'ün yolu" diye bitirirken, yiğit Niyazi Abi; "kurtuluş peygamber yolu" diyerek son noktayı koydu.
Bıraktığı boşluğu doldurmak nur talebesi gençlerin boynuna borç ve bir sorumluluktur.
Niyazi Birinci Abi'nin mekanı; Firdevs Cenneti olsun inşaallah.