Yavuz Bahadıroğlu’nun roman şahısları Bediüzzaman’ın ferdi, toplumsal ve tarihi yıkılışlarımız ve başarılarımızın esasları olan fikirlerinin canlı örnekleridir. Yazar dini, yaşanan bir din olarak anlatır. Türk romanı böyle anlaşılsaydı kültürel açıdan daha güçlü olurduk.
Buhara Yanıyor romanında iki kişi Moğolların hakkında kanaatlerini konuşurlar. Moğolları düşünürler. Sarı Lagod, Temür Melek’e “yok yiğidim ümit yok çok kalabalıklar” der. Temür Melik hiddetle ayağını yere vurdu. “Bre ne iştir” diye gürledi. “Ümitsizliğe düşmene sebeb nedir? Hamdolsun kalemiz sağlam, yiyecek içeceğimiz bol, üstelik tarafımız nehir. Moğol putperestleri burasını kolayla elde edemeyecek, yeter ki…” der.
Moğolları yenecek güçte olduklarını söylerler ama içlerinde bir korku ve panik vardır. Başarı birlik ile kazanılır, dün de bugün de başarısızlığın nedeni düşmanların birlik içinde olmaları Müslümanların ise dağınık ve ittifak rabıtalarından haberdar olmayışlarıdır.
“Sustu. Bir zaman suskun kaldı, sonra tekrar konuşmaya başladı. Yeter ki birlik bozulmasın, başımıza ne bela geldiyse birliği temin edemeyişimizden geldi. Bereket Hocent kalesinde askerin çoğunluğu Türkmen, gözünü budaktan, canını kılıçtan sakınmaz yiğitler. Ama…” Yine sustu, derin bir nefes aldı. “Azlığız doğru Moğollara nisbeten çok azlığız.” Yumruklarını sıktı. Moğol ordugahının bulunduğu ovaya doğru salladı. “Ne kadar çokluk olurlarsa olsunlar vız gelir, ölüme kararlı olanlar için ölüm korkunç olmaktan çıkar. şehadet diyor bağrımıza basıyoruz, gülle gibi tepelerine ineceğiz.” (EB 13)
Bütün mesele itikadın düzgün olmayışındadır. Başarısızlık da itikattaki yetersizlikten dolayıdır. Tarihteki başarılar çok zaman itikattaki güçten ileri gelir. Bir mesele de kaderi yanlış anlamaktır. Kader Bedüzzaman‘ın üzerinde durduğu bir bahistir. Bahadıroğlu bu konuyu romanda iki kişi arasında tartıştırır.
“Bir dialog.” Kendinizi harap etmeyin Temür Melik. kaderin önüne kim geçebilir? Kader mi evet kader tabii, şimdi kader hep aleyhine çalışıyor öyle mi? Kader gelip askerimizin arasına nifak soktu ha? Elini boşlukta salladı. ”Yok Baytu kaderin hiçbir suçu yok. Ama adettir insanlar kendi hatalarından doğan mesuliyet yükünü atmak için çırpınırken birden kaderi hatırlar. Ve bütün vebali vururlar kaderin sırtına. Biz bütün tedbirleri aldık da mı kader aleyhimize tecelli etti? Yok Baytu bozgundan biz mesulüz, kaderin hiçbir günahı yok. Kaçan bir sultanı kader yakasından tutup çevirmez.” (El B 14)
Bir yenilgi nedeni düşmanla ittifaktır. ”İşin acı yanı bu kadar değildir. Halife Nasır tarafından kötü haberler aldık. Cengiz’le ittifak edip Harzem ülkesini bütün bütün tarihten silmeye karar vermişler. Müslümanların ittihada en çok muhtaç olduğu bir dönemde kafir ile işbirliği yaparak din-i mübin uğruna cenk eden yiğitleri bir Nasır arkadan hançerleyecek. Niçin böyle parça parça olduk Celaleddin? Niçin küçük menfaatler uğruna veya şeytani bir gurur için ihtilafa düştük? Biz parçalandıkça Cengiz ittihad etti, giderek kuvvetlendi, bütün şehirlerimizi lokma lokma yuttu. Daha da yutacağa benzer.” (E B 27)
Sunguroğlu güçlü bir insandır, gözünü budaktan sakınmaz. Romanda Sunguroğlu bir ihtilalin içindedir. “Plana göre Sunguroğlu bütün yarışları kazandıktan sonra imparator Kantakusinos’un önünde eğilmeyecek bunu hakaret kabul edecek olan imparator ise ona yaklaşmaya çalışacaktı. Bu sırada halk arasında oturan yüz kadar asi halkı tahrik edecek, “Kahramanımız elden gidiyor” diye yaygarayı basacaklardı. Aynı anda şövalye Lagan Mişöp’ün yanında bulunacak on seçme silahşör imparatorluk locasına hücum edecek, Alkıncı Yoannis Kantakuzinos’u tahtından alaşağı edip hipodrom dışında kapalı bir arabada bekleyecek olan Beşinci Yoannis Poleologos’u imparator ilan edeceklerdi.”
Önce bir hedefe atış yapılacaktır, Sunguroğlu kargı atılan yere gidip durdu. Hedefe bir baktı daha uzun boylu gözlemeden kargıyı fırlattı. Todori ile Çapraz’ın kargılarını ortalayarak tam merkeze saplandı. Tezahürattan gök kubbe çatırdıyordu. Araba yarışında, arabası turu bitirmiş beş at boyu farkla Todori’yi geride bırakarak birinciliği almıştı.
İmparatorun önünde eğilmedi. “Ben senin gibi düzme, korkak bir imparatorun önünde eğilmem” diye bağırdı. Sunguroğlu’na saldıran muhafızları alana yerleştirilen adamlar, ”hain imparator” diye bağırdılar. Halk da sahaya indi. İmparator yapacak bir şey kalmayınca “Tahttan feragat ediyorum” der. Sunguroğlu bu badireyi atlattığını söyler. Yeni imparator Yoannis Paleogostur.
Sunguroğlu kaçarken saldırıda yaralanır, İrini ile babası cerrah Miros onu yaralı halde kaçırır tedavi ederler. İhtilalin üstünden tam on gün geçmiş Sunguroğlu baba kızın dikkatleri sayesinde kendini adamakıllı toparlamıştır.
Bu Sungoroğlu’nun büyük kahramanlıklar başaracak bir karakterde olduğunu gösterir.
“Yavuz Sultan Selim Şirpençe” romanında Sultan Selim ile veziri arasında bir konuşma cereyan eder. ”Yanlış anlaşılmasın devletlüm dedi, kul kısmı padişahını haşmetli görmek ister, bunu demek isterim. Padişahın gözlerindeki alev önce zayıfladı, sonra söndü. Bakışlarına eski sakin hali geldi oturdu. Hey lala haşmet, irade, cesaret, cübbenin gösterişlisinde oluyorsa, haşmetle cesarette, irade gücünde dünyada bir eşin daha yok demektir. Ha öyle değil mi lala? Süslü libaslar saraylara hastır, benim ise sarayda oturmaya hiç niyetim yok. Altımda bir at, belimde bir kılıç ve sırtımda bir zırh, Allah’tan kendim için başka ne isteyebilirim? Bunlar bana yeter de artar bile. Sesi bir nefes kadar hafifledi, ancak milletim için devletim için yüce arzularım var, Acemistan’ı, Mısır’ı istiyorum, milletimin dünyanın en büyük en ileri milleti olmasını istiyorum. Şahsi arzular ihtirastan, milli arzular imandan gelir, diyen Zenbilli Ali Efendi haklıysa eğer isteklerim ihtirasımın değil imanımın belgeleridir. Anladın mı Lala diye gürledi. Bu ses ağaçların arasında dolandı. Sarayın kalın duvarlarına çarparak aksiseda halinde Veziri azamın kulaklarında ikinci defa patladı. Haklı söylersiniz devletlüm.
Bak Lala diye başladı tekrar, sen babamdan kalmasın, devlet idaresindeki meharetin dillere destandır. İntikama, kine, uzanan bütün köprüleri yıktım. Devleti Ali Osmanın tecrübeli kafalara güçlü ellere ihtiyacı vardır. Şahıs davası güdecek ahmaklardan olmadığımı bilesin, indimde herkesin kıymeti hizmeti ile ölçülecektir.
Bir karakter özelliği de Yavuz Selim Han ‘da sürekli okumasıdır.
“Ortada bir masa vardı. Tarih-i Vassaf isimli eser masanın üstünde duruyordu. Sultan Selim’in en çok okuduğu kitaptı bu ve sabahleyin bıraktığı gibiydi. Satırların altı yer yer çizilmiş kenarlarına notlar alınmıştı. Padişahın adetiydi kitap okurken enteresan bulduğu yerleri ayrı bir yere kaydeder, şahsi mütalaalarını sayfaların boş yerlerine yazardı. Kütüphaneye girdiğinde kitaplardan çıkan kekremsi bir koku burnuna çarptı. Derin derin soludu. Bu kokuyu seviyordu, ilmin kokusuydu. Okumak araştırmak öğrenmek için boş zaman aramayan bu işleri hayatının bir parçası sayan Sultan Selim okudukça daldı.”
Yavuz Selim başarıdan önce dayanışma ve ittihad taraftarıdır.
“Şu halde ilk hedef Şah İsmail’in üstüne gitmek değil, iç kaynaşmayı kökünden sökecek bir ameliyeye girişmekti. Seviyeli hürmet “Zembilli hoca, kapıyı ardına kadar açarak kenarda durdu. Selamını elini göğsüne bastırarak aldı. Yer gösterdi. Fakat Zembilli Ali Efendi oturmadı. Padişah ayakta iken oturmasında mahzur olmayan tek kişi şeyhülislamdı. Bununla birlikte hürmete hürmetle mukabele etmesini benimsemişti, bu yüzden önce Sultan Selim’in oturmasını bekledi, o oturduktan sonra kendisi de oturdu.”
Kahramanlar namaza dikkat eder.
”…Sabahtan beri hiç mola vermedik, biliyorsun ağam dedi. Hayvancıklar bitap düştü, çatlayacaklarından korkuyorum. Ben ise gecikmekten korkuyorum. Hüseyin Ağa’yı durduracak tek şey vardı. Celal de o yolu denedi. Öğlen namazı vakti geçiyor güneş ikindiye devrilmek üzere neredeyse. Hüseyin Ağa birden gemlere asıldı, at öyle bir ani duruş yaptı ki az daha muvazenesi bozulup yuvarlanıyordu.” İndiler terkilere asılmış kırbaları alarak ayrı köşelere çömeldiler. Biraz dan da öğle namazına durdular.” (Şirpençe 38)
Yavuz Sultan Selim kardeşi şehzade Ahmet’in ihanetine üzülür.
“Yavuz Selim düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Şehzade Ahmet Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde bulunan Şiileri de etrafına toplamış yetmemiş, iki oğlunu Şah İsmail Safevi’ye göndererek yardım talep etmişti. Gavri’nin de birtakım gayretleri olduğunu Hasan Can bildirmişti kendisine. Bu ittifaklar askeri alana dönüşmeden bozulmalıydı. Aksi takdirde kafasındaki hiçbir plan tahakkuk etmeyecek, Müslümanları bir sancak altında toplama ideali daha doğmadan ölmeye mahkum hale gelecekti. Buna müsaade edemezdi.
Biz gözlerimizi ileriye diktik. Bakışlarımız bütün şarkı tarıyor, idealimiz hiç düğümlenmeden Hint ellerine kadar uzanıyor, yürümek istiyoruz. Ne görelim önümüze karındaşlarımızdan Ahmet dikiliyor, tahtı bana ver diyor. Tepeleyip geçeceğiz bu sefer karındaşımız Korkut dikilecek tahtı bana ver diyecek? Bu tahtın ne kerameti var, keramet kişinin kendisindedir. Biz Allah’ın izniyle şehzade iken de Safevi İsmail’e haddini bildirdik. Yine bildireceğiz.
Orhan dedi Dedem Fatih Sultan Mehmet’in nizam-ı alem için karındaşların öldürülmesi yolundaki fermanını şimdi daha iyi anlıyorum. Padişahın oğlu olarak dünyaya gelenler bir gün padişah olmak için yetiştirilir, o gün gelince devlet kuşu birinin başına konar öbürlerinin başı gider.” (Ş 88)
Yavuz’un ordusu ile, şehzade Ahmet’in ordusu karşılaşır.
“Hezimettir. Ahmet dişlerini sıktı ve ölünceye kadar direneceksiniz dedi. Kumandan tecrübeli bir askerdi. Acı acı gülümsedi, Malkoçoğlu’nun arslanlar gibi dövüşen askerlerine doğru baktı. Padişahın iradesi ha hangi padişahın? İşte sultan Selim’in ordusu karşımızda, mücessem bir irade, elbette uydurma bir padişahın iradesi, gerçek padişah iradesine toslayınca hezimet muhakkak olur. Ben bu işte yokum artık, hıyanetin canı cehenneme, arkadaşlarımın arasına dönüyorum yeniçeri arkadaşlarımın… Giderken arkadan öldürüldü.
Sultan Ahmed’in adamları arkalarına bakmadan tabanları yağlamışlardı. Bu hezimet şehzade Ahmet’in Amasya’ya ulaşma ümidlerini sildi süpürdü. Bu şehzade yol boyu ne kadar köy kasaba vardıysa ateşe verdiler. Tam çapulcu gibi hareket etti, Malatya’ya vardı, orada kırk bin kızılbaştan meydana gelme bir ordunun kendini beklediğini görünce tekrar cesaretlendi.
Çaldıran savaşı “ordusunun bocaladığını görünce Şah İsmail çılgın gibi kumanda ettiği sağ cenahı süratle ileri sürdü. Gerçekten müthiş bir tokmak darbesi gibi Osmanlıların sağ cenahının beynine indi. Sağ kanatta Sinan Paşa merkezde Yavuz Sultan Selim usta manevralarla üstünlük sağlıyorlardı. Yavuz istenen sonuca doğru doludizgin gidildiğini anlayınca yanındakilere şu emri verdi. Şah oğlu ardımızı tutmaya bakar, tiz çekilelim.
Zaferle sonuçlandı Çaldıran. Yavuz Selim ideal yolunun ikinci hedefine de böylece ulaşmış oluyordu, sıra Mısır’a gelmişti. (Şirpençe, S 224)
Barla’da Diriliş romanı, sadece bir beldenin değil, şehrin ve ülkenin değil, bütün dünyanın yüzyılın başında dini felsefi, siyasi, ahlaki dejenerasyonunun beklediği bir dirilişin romanıdır. Mevlana Hazretlerinin Konya‘da bütün dünyaya bir diriliş manifestosuyla ortaya çıkması ve yüzyıllarca öğretisinin Anadolu İslam dünyası ve bütün cihana yayılmasıdır.
Diriliş kelimesi edebiyatta bir efsane ve olağanüstü bir kelime olarak algılanmış, birçok yazar dirilişi eserlerinde işlemiştir. Tolstoy Diriliş romanında beşeri anlamda bir dirilişi anlatır, onun anlattığı diriliş çok da ahlaki olmayan bir geri dönüşün hikayesidir. Ama bugün Bediüzaman bütün dünyada okunan ve ruhları ve bedenleri gerçekten semavi bir ışığın uyarısıyla canlandıran müelliftir.
Bu roman onun çocukluk ve ilk tahsil hayatını ve bedensel olarak ve telifat olarak ortaya çıkışını anlatır. Doğumu gecenin güne aktığı tan yerinin mor pembe renklerle tutuştuğu seher vaktidir. Doğduğu tarih Osmanlı’nın belalı bir tarihidir, birinci meşrutiyetin cereyan ettiği yıldır, 93 harbi dediğimiz belalı harbin tarihidir, adeta yıkım gibi tarihtir, bu tarihte birçok da hem iyi hem kötü insan dünyaya gelmiştir, cumhuriyetin iki aktörü olan Mustafa Kemal ve Bediüzzaman da altı yıl arayla doğmuşlardır. Adeta büyük sahnenin sahibi sahneyi hazırlamaktadır, doğanlar rolleri için gelirler. Marks da bu tarihlerde dünyadan göçmüş ama felsefesi ondan sonra yayılmıştır.
Tarih imparatorluğun da kendini toparlamaya çalıştığı ama başarması tarih felsefesinin konusudur. Hilkat kendi kanunları ile konuşur, insanların tarihi ve yorumu ile hilkat konuşmaz.
Bediüzzaman daha çocuktan görmeyi ve düşünmeyi kendine rehber etmiştir. Semadaki bir olaya itiraz eder, şark romantizmini reddeder. En büyük düşüncesi arayıştır, arayış dinin felsefenin ve ilmin en efsunlu kelimesidir. Tahakkümden kaçar hayatı bunlarla doludur. Ne ezer ne de kendini kimseye ezdirir. Seksen kitap okumuştur, ders kitaplarının dışında, dehalar sıradan insanların kanunlarına tabi değildir, ihtiyaç o kadar fazla ki semavi kader bir büyük adam ortaya çıkarmak için ne varsa yapmıştır. Ona buna ayağı kalkmaz Miran Aşireti reisine de Rus Çarı’na da daha başkalarına da. Cumhuriyetin herkesin önünde titrediği adamlarına da paşa paşa diye hitab eder, onun sadece önünde eğildiği ve secdeye kapandığı Allah’tır.
Burada kahraman olağanüstü bir kişidir hem karakter hem deha hem de zekası ihata edilmesi güç bir adamdır.
Elveda Buhara Harzemşahların yıkılışının romanıdır. Bir okuyucu okuduğu kitaba yorumlar yapar. ”Harzemşahların yıkılışını gerçekten sinirle ve üzüntüyle okudum. Bir yanda önüne gelen her yeri yakıp yıkan, insanlar katleden Moğollar, diğer yanda ise İslamın bayraktarlığını yapan Harzemşahlar ve Selçuklular. Şimdi diyenler olacak, tarihi romanlardan okuma filan diye ama okuduğum her kitaptan sonra büyük bir araştırma içine girişiyorum ve Yavuz Bahadıroğlu beni hiç yanıltmadı henüz. Harzemşahlar, tarihi boyunca bir sürü ihanete uğramış sürekli taht kavgalarıyla sarsılmış, ihanetler ülkesi olmuş resmen. Moğallara verilen bir çok toprak, kaybedilen bir çok savaş da bundan dolayı zaten. Kaç kale savaşmadan verilmiş gerçekten okuyunca içim acıdı. Muhammed Han vur-kaç tekniği yerine savaşmayı deneseydi belki de Moğollar yıllarca bir sürü insanı katletmeyecekti. Ama olmadı kaçtı Muhammed Han, Cengiz Han’ın namından korktu ve kaçtı.
Sonra Celaleddin çıktı ortaya, babasının yaptığını yapmadı Cengiz Han’ın yüreğine korku saldı. Dağılan ülkesini toplamak için çabaladı, yeniden güçlendi, bir çok sefer Moğolları yendi ama bitiremedi. Cengiz Han savaş meydanı dışında hileler yaptı. Celaleddin’in iyi ilişkiler kurmak için sürekli uğraştığı Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat’ı hainlerle yalancı baskın haberleri ile Harzemşahlara düşman etti. Yıkılan devletten büyük bir imparatorluk kuran Celaleddin aynı dine aynı ülküye sahip selçuluklarla istemese de savaştı ve kaybetti, sonrada haince öldürüldü. İşte kitap bunu anlatıyor tabi daha heyecanlı hüzünlü ve de dolu dizgin. İsterdim ki yassı çemen savaşını Celaleddin alsın, Keykubat kaybetsin ama işte o zaman da dünyaya hükmedecek Osmanlı olmayacaktı belki. Yüreğimde anlatılmaz bir yer edindi Celaleddin Harzemşah ve Yavuz Bahadıroğlu yine harika bir eser ne diyebilirim ki kalemine yüreğine sağlık…”
Hezimetin arkasından kötü bir olay. ‘Dünya ve ahiret kardeşim Temur Melik. Sultan Pederimle birlikte kaçıyoruz. Evet, düpedüz kaçıyoruz. Neden, kimden kaçtığımızı bilmeden kaçıyoruz. Ah! Ne fena… İnsanın henüz tanımadığı, karşılaşmadığı düşmanından kaçması ne fena. Sultan pederim bir türlü söz dinlemez, hakkını haram ettirmekten korkarak fazlaca üstüne varmam. Bana ne diyor biliyor musun, sen cesur fakat alalade bir askersin, Celalettin mesuliyet duygusuna henüz erişememişti. Ardımda bunca asker var hayatlarını düşünmek zorundayım, oysa peşimizde bulunan elli bin askerin çoğu telef oldu, kah açlık, susuzluktan kah zaman zaman çarpışmak zorunda kaldığımız çapulcular ve Moğollar yüzünden. Eridik bittik, Temur Melik. İki yüz bine baliğ olan Harzem ordusunun artıklarını gözlerinle bir görsen ağlarsın, belki de yüreğin dayanmaz çatlardı. Bir başıbozuklar sürüsü ki yer yüzü yaratılalı beri ihtimal böyle bir sürü bir sultanın peşinden yürümüş değildir. (EB, 9)
Tıpkı Endülüs Emevi Devleti’nin sonunda Abdullahissagir, (küçük Abdullah) hükümdar bir gece karanlıkta annesi ile ülkesini terk eder, ağlamaktadır, annesi ona “Ağla oğlum ağla, vatanlarını erkekler gibi koruyamayanlara karılar gibi ağlamak düşer” der.