Müceddid, yenileyen, yeni bir şekil veren, yeniden güçlendiren demek.
Peygamberimizin (asm) sünneti terk edilip bid'atlar yayılıncaya insanlara yeniden dinlerini öğreten ve bu bid'atleri bertaraf etmeye çalışan İslâm bilgini; "cedde" fiilinden ism-i fail.
Cenab-ı Allah, insanlara doğru yolu göstermek için ihtiyaç nisbetinde onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir (asm). Ondan sonra artık peygamber gönderilmeyecektir.
"Muhammed adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. O, ancak Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur." (el-Ahzâb, 33/40).
Diğer ümmetlerde olduğu gibi Peygamberimizin ümmeti arasında da zamanla bid'at ve hurafeler baş gösterebilir ve bunun neticesinde Müslümanlar dinden ve peygamberimizin sünnetinden uzaklaşmakla karşı karşıya gelebilirler. Ayrıca her gün değişen hayat şartları ve ilerleyen teknikle birlikte birtakım yeni meseleler ortaya çıkar ve bunlara dinî açıdan bir hüküm verme ihtiyacı doğar.
Toplum içinde çıkan bid'atlere karşı koyacak, dine yapılan saldırılar karşısında dini savunacak, yeni meselelere bir çözüm bulabilecek ve Müslümanlara yeniden dinlerini öğretip onları yönlendirecek şahsiyetlere de bu ölçüde ihtiyaç hissedilir ki, peygamberlik müessesesi sona erdiğinden ve bundan sonra artık peygamber gelmeyeceğinden bu görev Peygamberimizin ümmetinden çıkan âlimlere düşmektedir. Bu âlimlere dinî literatürde "müceddid" denilmektedir.
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir." (Ebu Davud, Melahim, 1).
Yavuz Sultan Selim Han, müceddiddir, onun geldiği dönem Osmanlı, Anadolu ve İslam dünyası rehberini bulamamış, büyük buhranlar yaşıyordu. Yukardaki hadis-i şerif mucibince İslam dünyasına düzeltecek, hizaya getirecek, ittihadı sağlayacak, ihtilaflara son verecek bir büyük şahıs diğer tabirle müceddid yani yenileyen lazımdır. Bu semavi ve arzi bir hazırlığı ve görevlendirmeyi gerektirir. Çünkü Allah-ı Zülcelal “Allah dinini tamamlayacaktır, kafirler istemese de” buyuruyor. O zaman dini yaşayışta, itikatta, amelde, sosyal ilişkilerde bozulma olmuşsa Allah dinini tashih edip düzeltecek birini görevlendirecektir. Bu o zamanın mucibince Yavuz Sultan Selim Han’dır.
Yahya Kemal naslara ve ehadise vakıf bir insandır. Şöyle der:
Eflakden o dem ki peyâm-ı kader gelür
Gûş-î cihâne velvele-î bâl ü per gelür
Gökyüzünden kader fermanı, haberi geldiği zaman cihanda var olan herkesin kulağına kanat sesleri gelir, yani haberi getiren meleğin veya melekler grubunun sesleri cihana yayılır, meleklerin kanat çırpışları. Büyük bir haber gelmektedir yer yüzüne. Haber arşta düşünülmüş ve yeryüzüne gönderilmiştir. Nasıl hayal etmiş Himmet Efendi değil mi? Ne kadar derin bir hayal. Haberleşme ve gönderilme hazırlıklarının safhasını anlatır Yahya Kemal. Peygamberimizin (asm) Ravzası ile Allah’ın yönetim arşı arasında Cebrail gidip gelmekte. Gidiş gelişleri melekler görmektedirler ve bu üçlü bir nizam-ı alemi düzenlemek için müşavere etmektedirler. Hazreti Cibril çok gidip gelmiştir iki makam-ı mualla arasında, seyircileri de meleklerdir. Yahya Kemal bu harika, harika yetmez olağanüstü, bizim fizik telakkimizin ötesindeki gidiş gelişi ve Yavuz Sultan Selim’in arza teşrifinden önceki durumu iyi resmetmiştir.
Bediüzzaman da meceddid. Daha ötesinde daha alemşumul bir kişidir. Çünkü müceddidler sınırlı zamanlar ve mekanlara gelmişler fakat en son müceddid diğer adı ile Mehdi-i Azam kitaplı dinlerin büyük tahribata uğradığı dönemde gelmiştir. Çünkü laboratuvara, gözlemevine, mikroskoba ve daha da ötesi basari düşünen insanın biyoloji, fizik, kimya, astronomi ve benzer ilimlerin tesbitleri ile aklı gözüne inmiştir. Namık Kemal böyle diyor. İmkansız olan şeyleri reddetmiştir, ortaçağ bunlara inanmıştır çünkü din olarak ortaçağ zengindir ama yeni çağ Tanrının karşısına bilimleri sahte tanrı olarak koymuştur.
Bediüzzaman eserlerinde bu gözlemlere dayanan yeni inanç sistemine yine ilahi gözlemlere müşahadelere dayanarak bütün dinlerin mukaddes telakki ettiği itikadlarını kurtarmıştır. Bunu bizde ve batıda birçok insan kabul etmiştir. Allah’ın varlığı, ahiretin varlığı, melekler ve ibadetin lüzumu gibi konuları en iyi Bediüzzaman anlatmıştır.
Bediüzzaman’ın gelişi ile dünyada küfrü, ateizmi, nihilizmi, bolşevizmi getiren kişilerin doğum tarihleri birbirine yakındır. Adeta sahnenin aktörleri aynı zamanlarda gelmişlerdir. Bediüzzaman isim vermez, onun hodfuruş bir meşrebi yok. Batı felsefesinin muzır kısmını iyi bilir. Zaman zaman onların fikirlerini butlanla ortaya koyar. En büyük dayanağı da gözlemlerdir çünkü Kur’an gözlemlere dayanarak insanların itikadlarını yapmıştır. En çok kullanılan fiil görmek manasına, bakmak manasına gelen fenzur, unzur filidir. Mesela en çok tekrar edilen bir kelime elemtere‘dir. Geçmiş ümmetlerin akibetlerine ve tabiatın ilahi tasarımla işleyişine hep bu fiillerle dikkati çeker. Dolayısıyla yukarıda Yahya Kemal’in Yavuz’un görevlendirme öncesi trafiğine dikkat çektiği gibi aynı durum gidiş gelişler Bediüzzaman için de geçerlidir.
Devr-î fütûhu sûr-ı sirâfil* müjdeler
Hak’dan nizâm-ı âlemi te’mîne er gelür
Fetihler döneminin başladığını İsrafil aleyhisselamın düdüğü müjdeler. Çünkü Allah alemin düzenini sağlamak için dünyaya bir er göndermektedir. Anadolu yanlış propagandalarla karışmış, milletin itikadı alevi yaygarası ile kötüdür. Yavuz bunları görmektedir. Trabzon valiliği sırasında, işte alemi düzeltmek için bir er yani Yavuz Sultan selim görevlendirilmiştir semadan arşa.
Ebvâb-ı ravza-î nebevî’den firiştegân
Cibrîl’i gördüler nice demdir gider gelür
Elbetteki Anadolu’da ki bu şerli olaylar üzerine Peygamberimiz (asm) rahatsızdır, bu yüzden Cebrail Ravza-yı nebiye gidip gelmektedir, ne demdir birçok keredir. Durum Habibullaha arzedilmiştir. Peygamber ve Cebrail bu olumsuzlukları düzeltmek için konuşmuşlardır. Hele bak Himmet efendi neler neler söylemiş, bidaha oku!
Ferk ettiler ki merkad-i pâk-î muhammed’e
Rûhü’l-kudüs’le arş-ı hudâ’dan haber gelür
Bu gidiş geliş manzarasını gören melekler anladılar ki Peygamberimizin (asm) temiz kabrine Allah’ın arşından Cebrail aracılığıyla bir mesaj gönderiliyor.
rûy-î zemîni tâbi-i fermânı kılmağa
sultan selîm han gibi şîr-i ner gelür
Yeryüzündeki karışıklıkları düzeltmek için bir ferman ortaya konmuştur, o fermanı uygulamak için Sultan Selim gibi bir yiğit aslan dünyaya adım atıyor. “Git ve düzelt” diye bir emir veriliyor ve Yavuz seçiliyor. Ne mutlu adam değil mi Himmet Efendi. Evet hocam, büyüklerin görevlendirmesi de büyük ve azametli evet.
râyâtının alemleri üstünde uçmağa
sîmürg-i feth hem-çü nesîm-î seher gelür
Yavuz Sultan Selim seçilmiştir. Bediüzzaman da seçilmiştir çünkü herkesin üstesinden geleceği bir iş değildir yüzyılların birikimi olan dalaleti ve sapkınlığı düzeltmek. Bediüzzaman çok okumuştur demek yetmez bizim aklımızın ve hafızamızın almayacağı bir yetişme muhiti vardır, o da ilahi bir kurgu ve hesap ile gelmiştir. Peygamberler vahiyle gelmiştir ama onların dinini bazı zamanlarda bozulmalara karşı düzenleyen kişileri de Allah aynı kanun mucibince ama farklı bir gönderme şekliye göndermiştir. Yahya Kemal bu ilahi görevlendirmenin safhalarını anlatır, bunlar Bediüzzaman için de geçerlidir. Bitlis’in bir kasabasında doğan bir Anadolu insanının sanat, felsefe, ilim, beşeri ve ilahi ilimler, siyasi–dini kavgalar, Kur’an ve Hadise dayalı ilimler, İslam tarihindeki itikadi ve ameli münakaşalar ve sayısız kişileri bilmesi biraz insan tasarımına zıt. O zaman biz de “Bir şema ki Mevla yaka” deriz, dünyayı ışıklandıran güneşi tasarlamak ve direksiz gökyüzüne asmak insan aklı ile ölçülmez, manevi güneşler de öyledir.
Kırkıncı Hoca birkaç alimden Arapça ve müteallikatından icazetler almış bir kişiydi, çok müftüler ve hocalar yetiştirmiştir. Ben lisede iken onun Künbet’i bir üniversite idi, bir yandan arabi ilimler, daha sonra da Risale-i Nur’u talim ettirirdi. Ona gelip dinsizliğini açıkça söyleyen insanlar üç beş saat konuşmadan ve Bediüzzaman okumalarından sonra kalkıp namaz kıldıklarını görmüşümdür. Öyle ki bir kronik dinsiz onu dinledikten sonra inanmış ve şöyle demişti “Hocam benim gibi çok dinsiz arkadaşlarım var, ben şu anda aklım ve beynime ve kalbime itikadı koydum onlar benim başımdaki bu yeni keşfi ve manzume-i imanı görseler başımı yarar benden alırlar, o kadar ki muhtaçlar.”
Sancağının alemi üzerinde uçmak için fetih kuşu seher vakti esen nesim gibi süzülerek geliyor. Yani haberle birlikte fethin sancakları seher rüzgarı gibi geliyor. Burada fethin asaleti ve yumuşaklığı ve insaniliği anlatılmak için seher vakti rüzgarı kullanılmış. Hallbuki çok fetihler zulüm ve fırtınadır.
hâkan ki at sürünce bir iklîm-i düşmene
pîş ü pesinde mahşer-i tîg ü teber gelür
Sultan Selim öyle bir hükümdardır ki düşman üzerine atını mahmuzlayınca arkasından ellerinde kılıç ve balta taşıyan bir mahşeri kalabalık yani ordusu yürüyor.
ey gaasıb-ı diyâr-ı arab bekle vaktini
evvel cezâ-yı saltanat-ı sürh-ser gelür
Tebrizsonra sıra sana gelecektir.
kaç fâtih-î zaman gören iran-zemin bugün
görsün kiminle hangi cüyûş-î zafer gelür
Şimdiye kadar nice sayısız fetih hükümdarlarını gören İran ülkesi zafer ordularının hangi hükümdarla birlikte geldiğini görsün bakalım.
tekbîrlerle halka ıyân oldu tûğlar
sahrâ-yı üsküdâr’e revân oldu tuğlar
Tekbir sesleri ile yükselen tuğlar herkese görün.
Hadisin bazı rivayetlerinde, gönderilecek müceddidin, Rasulûllah'ın temiz sülalesinden olacağı bildirilmiştir. Ayrıca gelecek müceddidin bir değil birkaç olacağını söyleyenler de vardır.
İmam Suyutî tecdid hadisesi hakkında bir eser yazmış ve gelip geçen müceddidleri gösteren manzum cedveller nakletmiştir. Son cedvele göre o zamana kadar gelip geçen müceddidler şunlardır:
Ömer b. Abdulaziz, İmam Şâfiî, İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, Ahmed İsferanî, İmam Gazalî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd ve İmam Bulkînî (Bulukkînî).
Bunların bazıları hakkında ihtilaf vardır. İmam Suyutî dokuzuncusunun kendisi olmasını ümit ediyor.
Dinde reform yapmak isteyenler, müceddidle ilgili bu hadisin kapsamına girmez. Nitekim gelmiş geçmiş bunca ulema içinden bir tanesi bile bu hadisi dinde reform manasına almamıştır.
Müceddid ile müteceddid'i birbirine karıştırmamak gerekir. Zira aralarında büyük fark vardır. Müteceddid, yenilik taraftarı olan, İslâm ile câhiliyye (bugünkü anlamıyla pozitivizm, materyalizm)'nin uzlaştırılmasından yeni bir sentez ortaya çıkaran ve ümmeti cahiliyye rengine boyayan kimsedir. Bunların gayesi dini tecdid değil onu yeniye uydurmadır. Müceddid ise; İslâm'ı cahiliyyenin bütün unsurlarından temizleyen sonra da mümkün olduğu kadar onu katışıksız olarak, olduğu gibi hayata iade eden demektir. Müceddid, cahiliyye ile anlaşmak ve uzlaşmaktan uzak olur ve her ne kadar önemsiz olursa olsun cahiliyyenin hiçbir izinin İslâm'ın herhangi bir kısmına yerleşmesine sabredemez.
Müceddidle peygamber arasında fark vardır. Peygamber; Allah tarafından açıkça emir almıştır. Kendisine vahiy gelir, peygamberlik davasıyla işe başlar ve insanları kendisine davet eder; îman veya küfür onun davasını kabul etmeye veya etmemeye bağlıdır.
Müceddid böyle değildir. O, Allah tarafından memur olsa bile teşriî olmayan, bir din ve düzen getirmekle ilgisi bulunmayan bir emirle memûr olabilir. Çok defa kendisi müceddid olduğunu farketmez, ancak kendisi vefat ettikten sonra fark edilir.
Müceddidde bulunması zarurî olan vasıflar şunlardır:
Berrak bir zihin, keskin bir görüş, dosdoğru bir düşünüş, ifratla tefrit arasındaki orta yolu bulma ve buna riayet etmeye ait nadir kudret, asırlar boyu yerleşip kökleşmiş kanaatlerin ve yeni durumların tesiri altında kalmaktan sıyrılmış tefekkür gücü, doğru yoldan sapıtmış olan zamanının gidişi ile mücadele cesareti, yeniden kurmak ve ictihad etmek için gerekli olan ve Allah tarafından bağışlanmış bulunan liderlik ve önderlik kabiliyeti...
Ayrıca müceddidin İslâm esaslarını gönlünün derinliklerinden kabul etmiş ve kendi görüş, anlayış ve düyuşu içinde gerçekten inanmış olması, en küçük işlerde bile İslâm ile câhiliyyetin farkını bilmesi, asırların topladığı çıkmazlar yığını altından hakkı, gerçeği gün yüzüne çıkarması gereklidir.
Tecdîd işinin aşağıda belirtildiği üzere çeşitli şubeleri vardır:
Müceddidin, içinde yaşadığı muhite ait hastalıkları doğru bir şekilde teşhis etmesi gerekir. Bunun yolu; zamanın durumunu her bakımdan dikkatle gözden geçirerek cemiyete cahiliyyenin yerleştiği noktaları, tesir derecesini, bunların topluma yayılma yollarını anlaması, etkilerinin hayatın hangi noktalarına kadar vardığını, hâlihazır durumda gerçek Müslümanlığın yerinin ne olduğunu görmesidir.
Müceddid, topluma yönelik ıslah çareleri bulmalı; yani cemiyet üzerinde câhiliyyetin galebesini yok edip İslâm'ın sosyal hayata girme imkânını hazırlamalıdır.
Müceddid, kendisini deneyip imtihan ederek; yapabileceği işin sınırını çizmeli; güç ve kuvvetini ölçmelidir.
Müceddidin fikri ve nazari bir inkılap meydana getirmek için çalışması; yani insanların düşüncesini, inançlarını, duygularını, ahlâk görüşlerinin yönünü İslâm'a uygun bir hale getirmesi, eğitim ve öğretim sistemini ıslah etmesi, İslâm ilim ve sanatlarını ihya etmesi... Özetle yeniden saf İslâm ruh ve düşüncesini diriltmesi, onun en temel işlerindendir.
Müceddid, amelî ıslah hareketini ele almalı, câhiliyye âdet ve geleneklerini iptal etmeli, ahlâkı temizleyip yükselterek, islâmî manâda lider olacak kişileri yetiştirmelidir.
Müceddidin, dinin genel hükümlerini ve temel gayelerini bilmesi, kendi asrındaki teknik ilerleme ve medenî gelişme şekillerinin yön ve durumlarını anlaması, önceki nesillerden miras kalan eski medeniyet tablosunda yapabileceği tadil ve değiştirme için bir yol çizmesi ve metod bulması, bunu yaparken İslâm dininin ruh ve selâmetini ve gayelerinin gerçekleşmesini temin etmesi, gerçek medeni ilerlemede İslâm'ın cihanşümul önderliğine imkân vermesi gerekir. (Abdülcelil Ünalan)