Yavuz Sultan Selim’in çocukları

Himmet UÇ

Selim, bilinen adıyla Yavuz Sultan Selim (Osmanlı Türkçesi: سلطان سليم اول‎ Sultan Selīm-i Evvel; 10 Ekim 1470 – 22 Eylül 1520), 9. Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir. Aynı zamanda ilk Türk İslam halifesi ve Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı) unvanına sahiptir. Babası II. Bayezid, annesi Gülbahar Hatun, eşi Ayşe Hafsa Sultan'dır.

Ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2si Avrupa'da, 1.905.000 km2si Asya'da, 2.905.000 km2si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Mısır Memlükleri'ne bağlı Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır.

***

İstanbul’da sıkı yönetim mahkemesinde mahkeme edilen Bediüzzaman ihtilalcileri nasıl durdurmaya çalıştığını anlatır ayrıca hayat felsefesini, Milleti Osmaniyeyi tevhid etmek istediğini bir hitabe tarzında konuşur. Orada hayatının nasıl Yavuz Sultan Selim’in ittihad-ı İslam felsefesine muakıb olduğunu ifade eder.

"Yedinci Cinayet: İşittim, İttihad-ı Muhammedî (a.s.m.) namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş. Nihayet derecede korktum ki, bu ism-i mübarekin altında bazılarının bir yanlış hareketi meydana gelsin. Sonra işittim, bu ism-i mübareki bazı mübarek zevat (Süheyl Paşa ve Şeyh Sadık gibi zatlar) daha basit ve sırf ibadete ve Sünnet-i Seniyyeye tebaiyete nakletmişler. Ve o siyasî cemiyetten kat’-ı alaka ettiler. Siyasete karışmayacaklar. Lakin tekrar korktum; dedim: "Bu isim umûmun hakkıdır; tahsis ve tahdit kabul etmez. Ben nasıl ki, dindar müteaddit cemiyete bir cihetle mensubum; zîra maksatlarını bir gördüm; kezalik, o ism-i mübareke intisap ettim. 

"Lakin, tarif ettiğim ve dahil olduğum İttihad-ı Muhammedînin (a.s.m.) tarifi budur ki: Şarktan garba, cenubdan şimale uzanan bir silsile-i nûranî ile merbut bir dairedir. Dahil olanlar da, bu zamanda üç yüz milyondan ziyadedir. Bu ittihadın cihetü’i-vahdeti ve irtibatı, tevhîd-i İlahîdir; peyman ve yemîni, îmandır; müntesipleri, "kalû bela"dan dahil olan umum mü’minlerdir; defter-i esmaları da, Levh-i Mahfûzdur. Bu ittihadın naşir-i efkarı, umum kütüb-ü İslamiyedir; günlük gazeteleri de, Îla-i Kelimetullahı hedef-i maksat eden umum dînî gazetelerdir; kulüp ve encümenleri, cami ve mescidler ve dînî medreseler ve zikirhanelerdir; merkezi de, Harameyn-i Şerifeyn’dir. 

"Böyle cemiyetin reisi büyütmüş ahr-i Alemdir (a.s.m.); ve mesleği herkes kendi nefsiyle mücahede, yani ahlak-ı Ahmediye (a.s.m.) ile tahallûk ve sünnet-i Nebeviyeyi ihya ve başkalara da muhabbet ve eğer zarar etmezse nasihat etmektir. Bu ittihadın nizamnamesi sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevahî-i şer’iyedir; ve kılınçları da berahin-i katıadır. Zîra, medenilere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharrî-i hakîkat, muhabbet iledir. Husûmet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. Hedef ve maksatları da, Îla-i Kelimetullahtır. Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlak, ibadet, ahiret ve fazillete aittir; yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir. Onu da ulûlemirlerimiz düşünsünler. Şimdi maksadımız, o silsile-i nûranîyi ihtizaza getirmekle, herkesi bir şevk-i hahiş-i vicdaniye ile tarîk-ı terakkîde kabe-i kemalata sevk etmektir. Zîra; Ila-i Kelimetullahın bu zamanda bir büyük sebebi, maddeten terakkî etmektir. 

"İşte, ben bu ittihadın efradındanım ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa, sebeb-i iftirak olan fırkalardan, partilerden değilim. 

"Elhasıl, Sultan Selim’e bîat etmişim. Onun ittihad-ı İslamdaki fikrini kabul ettim. Zîra, o, vilayat-ı şarkiyeyi ikaz etti; onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki Şarklılar, o zamanki Şarklılardır. Bu meselede seleflerim Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allamelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit alimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslamı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş: 
"İhtilaf ü tefrika endişesi, 
Kûşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni. 
İttihadken savlet-i a’dayı def’e çaremiz; 
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni. " 

Ben zahiren buna teşebbüs ettim, iki maksad-ı azîm için: 

Birincisi: O ismi tahdit ve tahsisten halas etmek ve umum mü’minlere şümûlünü ilan etmek; ta ki, tefrika düşmesin ve evham çıkmasın. 

İkincisi: Bu geçen musibet-i azîmeye sebebiyet veren fırkaların iftirakının, tevhid ile, önüne set olmaktı. Vaesefa ki, zaman fırsat vermedi. Sel geldi, beni de yıktı. Hem derdim: Bir yangın olsa, bir parçasını söndüreceğim. Fakat hocalık elbisem de yandı; ve uhdesinden gelemediğim bir yalancı şöhret de, maalmemnuniye ref’ oldu. 

Ben ki, adî bir adamım; böyle meclis-i mebusan ve a’yan ve vükelanın en mühim vazifelerini düşündürecek bir emri uhdeme aldım; demek cinayet ettim.

***

Bediüzzaman’ın talebeleri Osmanlının ittihad felsefesini benimsemiş, bütün dünyaya bu eserleri okuyarak hem insanlara şu vahşetabad dünyada bir kul olduklarını anlatmak, hem de bütün dinleri Allah’ın azamet-i efkarının etrafına toplamak içindir. Tıpkı Osmanlı’nın akıncı neferleri gibi dünyevilikten azade okumak, anlatmak ve insanları imanın mutluluğuna kavuşturmak içindir.

Bediüzzaman, Ahmet Aymutlu ile Yavuz Sultan Selim Han’ın kabr-i şerifine gitmişler ve “biz farklı düşünüyorduk o bizi ikna etti, onun gibi düşünmeye başladık” demiştir. Aymutlu bu yazaka mı Üstadım demiş “Evet öyle" buyurmuşlar. Mukadderat-ı İslam ile onlar her zaman alakadardırlar, bizim gibi mezarda her işleri bitmez.

Mehmet Kırkıncı Hoca her İstanbul’a gittikçe onu ziyaret eder, dua edermiş. Yavuz Sultan Selim diye bir kitap yazmıştır. Onun hayranı idi.

***

Bir rüya

Yavuz’un Mısır seferine niyetlendiği günlerdir. Evet Son Abbasi Halifesi Mütevekkilallah’ın gücü yoktur, ancak yine de onu incitmekten çekinir. İbn-i Kemâl Paşa ve Zembilli Ali Efendi, Sultanı iknaya çalışırlar. Evet bu seferin lüzumuna herkesten çok o inanır ama yine de huzursuzdur. Yemekten içmekten kesilir, uykuyu dağıtır. Sabahlara kadar ibadet eder, buruşuk kağıtlara karışık şekiller çizer. “Ah!” der, “Ah bir işaret gelse.”

İşte uykusuz geçen bir gecenin ardından Hasan Can'a sorar:
-Nerelerdeydin?
-Azıcık dalmışım efendim.
-Öyleyse rüyanı anlat.
-Dikkate değer bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum.
-Olacak iş mi yani, bir insan uyusun da rüya görmesin. İyi düşün görmen lâzımdı!

Hasan Can çıkar. “Tuhaf” der, “Sultan bir işaret bekliyor ama ne?” Tam o sırada bir başka Hasan (Kapıcıbaşı Hasan Efendi) yaklaşır. “Ben” der “garip bir rüya gördüm, ama şimdi bunu nasıl anlatmalı sultana?” 

Hasan Can onu adeta aparır, koparır, çıkarır Yavuz’a. Sultan “buyur!” der, o başlar anlatmaya:

"Hünkârım akşam çadırınızın önünde nöbetteydim. Bir ara içim geçti. Ya da öyle olduğunu sanıyorum. Zira mekân aynıydı ve ben ayaktaydım. Baktım dört atlı çadıra yaklaşıyor. Hemen davrandım, önlerine çıktım. Güya “Kimsiniz, necisiniz?” diye sorgulayıp çevirecektim onları. Ancak vuruldum sanki. Dondum kaldım. Atlar çok asildi ve yere basmıyorlardı. Süvariler hem çok heybetli, hem çok sevimliydiler. Bırakın hesap sormayı, eteklerine kapanmak, ellerini öpmek için yanıp tutuşmaya başladım. Esrarengiz ziyaretçiler hünkârımızı sordular. Çadırdan ışık sızıyordu. “Meşgul olmalı” dedim. Öndeki “İyi” dedi, “Rahatsız etme. Sabahleyin geldiğimizi söylersin. Biz Server-i Kâinatın ashabındanız. Efendimiz Selim Han’a selâm söyledi ve buyurdular ki: Haremeynin hizmeti kendisine verildi!” Ve geldikleri gibi uzaklaştılar. Bir anda ufukta kayboldular. Sancakları ışıklı izler bıraktı. Tam “bunlar kim ola?” diye düşünüyordum ki bir ses “Nasıl tanımazsın” dedi. “Öndeki Hazreti Ebubekir, yanındakiler, Ömer, Osman ve Ali! Radıyallahüanhüm ecmain. 

Yavuz heyecanlıdır. Rüyayı tek kelimesini kaçırmadan dinler ve nedimine döner. “Bilir misin Hasan, biz emir olunmadıkça kıpırdamayız. İşte şimdi tamam. Artık çıkabiliriz yola.” 

Darı ukbaya revan

Selim’in Edirne yolculuğuna çıkmadan birkaç gün önce saray bahçesinde gezinirken sırtında bir ağrı olduğu ve diken gibi bir şeyin canını acıttığını nedimi Hasan Can’a söyler. O da müsaade isteyerek yarayı kontrol eder fakat elle yapılan yoklamada bir şeye rastlayamaz ve Sultan’ın ağrısının devam etmesi üzerine sırtını açarak bakar ve kılların arasında ucu beyazlamış bir sivilce görür. Padişah bunun sıkılıp patlatılmasını ister. Fakat bunun tehlikeli olabileceğini söyleyen Hasan Can’a, bugün Sultan Selim ile ilgili menkıbe haline gelen cevap gelir; “Biz çelebi değiliz ki küçük bir çıbandan dolayı cerraha başvuralım.”

Ertesi gün hamama giderek tellağa sivilceyi sıktıran I. Selim’in acısı değil dinmek işte bu hadiseden sonra daha da artar. Bunun bir sivilceden öte veba uru olma ihtimalinin yüksekliğini vurgulayan Feridun Emecen, “Onun Edirne’ye hareketi Batı’ya karşı çıkacağı bir seferin habercisi olarak kaynaklarda yerini almışsa da bu sırada İstanbul’da çıkan veba salgını dolayısıyla dinlenmek ve hastalıktan kaçınmak için buraya hareket etmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Padişahın veba hastalığından etkilendiği söylenebilir, omuzu arasında çıkan bu urun da veba yumrusu olma ihtimali vardır. Yol esnasında giderek ur büyümeye başlamış ve padişahın ıstırabı daha artmıştı. İstanbul’dan getirilen hekimler buna bir türlü çare bulamadı. Yaraya zift yakısı konulmuş, fakat faydası olmamıştı. Çorlu yakınlarında Sırt köyüne gelindiğinde artık hareket edebilecek durumda değildi ve zaruri olarak burada konaklandı. Hekimlerin müdahalesine rağmen hastalığı giderek artan padişah burada 2 ay süreyle tedavi gördükten sonra 22 Eylül 1520'de sabaha karşı nedimi Hasan Can’a okumasını söylediği Yasin suresini tekrarlarken geldikleri “selam” ayetinde ruhunu teslim etmiştir."

I.Selim'in nedimi Hasan Can’ın oğlu tarihçi Hoca Sadeddin efendiye naklettiğine göre de; “ölüm vakti gelip çattığında bana seslendi ve şöyle dedi, ‘Hasan Can ne haldir’ Ben kulu ona söyledim ki Sultanım Allah’a yönelip onunla olma vakti gelmiştir. Bunun üzerine buyurdu ki ‘Ya sen bizi bunca zaman kiminle bilirdin. Allah’a yönelişimizde kusur mu gördün.’ Ben dedim ki haşa bir an bile Allah’ı anmakta gaflet içinde olduğunuzu görmedim. Ama bu zaman ötekilere benzemez ihtiyat olsun diye söyledim. Bir süre sonra Yasin suresini okumamı buyurdu. Bunun üzerine bir kere Yasin suresini okuyup tamamladım. Benimle sureyi tekrar ediyordu. İkinci defa ‘Selamun kavlen min Rabbin rahim” ayetine gelince gördüm ki mübarek dudakları sözü edilen ayeti okuyor gibi kıpırdıyordu ve sağ şehadet parmaklarını kaldırıp geride kalan parmaklarını sıkıp güçlü elleri ellerimde olup kolunu sıyırıp nabzını tuttum. Hekim başı Ahi Çelebi bana bakıyordu. Çabamı görünce ‘Henüz yaşıyor niye böyle acayip davranıyorsunuz’! diye beni azarladı. Ben de dedim ki ‘Bu kapıda hizmet gördüğüm günden bu yana velinimetimin hizmetinden bir dakika bile yüz döndürmedim. Bu anda ona gereken hizmet budur, hekimlik bir durum artık kalmadı, cevherimiz elden gitti.

Yavuz Sultan Selim hakkında hayatını ve mücadelelerini anlatan yedi bentlik bir Selimname yazmıştır Yahya Kemal Beyatlı. Onun son kısmı Sultan’ın göçünü Rıhletini anlatır.

Rıhlet

Bir gün çalındı nevbet-i takdîr rıhlete
Ukbâda yol göründü Hudâ’dan bu dâvete

Doldukça doldu gözleri eşk-î firâk ile
Kudretlü pâdişâh vedâ etti millete

Tevhîd maksadıyle geçirmişti ömrünü
Ref’etti ermegaanını dergâh-ı vahdete

Râyâtı gölgesinde fedâ-yı hayât eden
Ervâha pîşdâr olarak girdi cennete

Yekser riyâz-ı huld-i berîn oldu cilvegâh
Her cenkten getirdiği binlerce râyete

Dîdâr-ı Fahr-ı Âlem-i görmekti gayesi
Gark-ı huşû' çıktı huzûr-ı Risâlete

Alnından öptü fahrederek Fahr-ı Kâinât
Şâbâş sundu sarfedilen bunca himmete

Divân-ı Hak’da mağfiret-î Kirdigâr’dan
Şâyeste gördü cürm ü günâhın şefâate

Dûr olmasıyle böyle büyük pâdişâhdan
Garkoldu nâs mâtem-i bî-hadd ü gayete

Yer yer misâl-i bîd-i hazân oldu tûğlar
Sultan Selîm’e girye-künân oldu tûğlar

***

Yavuz Sultan Selim Han’a ve onun çocukları olan nur talebelerine, Kırkıncı Hoca’ya bu mübarek günlerde dualarımızı eksik etmeyelim biz onlar sayesinde varız, biz de ittihad-ı Millet ve ittihad-ı islamın mensuplarıyız. Allah doğru yoldan ayırmasın. Bediüzzaman bu millete en ulvi ideali vermiştir, ittihad-ı  millet ve ittihadı muhammedi uğruna çalışmak.

Ahmet Vefik büyük Türkçü, Ziya Gökalp konuştular ama ideal ve irade kulluk veremediler, kendine hayrı yoktu Gökalp’in intihar arasında gitti geldi. Bediüzzaman ideal verdi, dini mübin ve millet uğruna hayatı adamayı öğretti Anadolu çocuklarına anlayan anlar anlamayan yolda kalır ne yaparsın.

Mehmet  kırkıncı Yavuz Sultan Selim ve İslam Birliği Kitabından...

Osmanlı tarihi çok iyi tetkik edildiğinde görülecektir ki, Yavuz Sultan Selim, İslam itikadına, onun mukaddes ve muazzez peygamberine mahviyetkâr bir muhabbetle bağlanmış, durmadan, yorulmadan büyük bir azim, irade ve gayretle birçok hizmetler yapmıştır. Yavuz Selim, yapmış olduğu o âli hizmetleri sayesinde ismini tarihin en şanlı sayfalarına yazdırdı. Bu sayfalar kıyamete kadar büyük bir iştiyakla okunacak, şan ve şerefle yâd edilecektir. Evet insan bu fani alemden göç eder, fakat yapmış olduğu âli hizmetleri ve vücuda getirdiği kıymetli eserleri sayesinde şeref ve şanla yâd edilir. Zaten tarihin tescil ettiği şan ve şeref, ölümsüz ve ebedidir.

Evet, Yavuz Sultan Selim Han, ileri görüşü, dünya siyasetine derin vukufu, azmi, iradesi ve sarsılmaz sebatı sayesinde meseleleri çok iyi teşhis etmiş ve hikmete uygun hareket ederek cihanşümul bir devlet olma yolunda bütün kapıları açmıştır. Bu sebeple onun devri çok iyi bilinmeli ve özellikle idareciler tarafından örnek alınmalıdır.

Tarihimizde Yavuz Sultan Selim devri, üzerinde ciddiyetle durulması gereken en önemli devirlerden biridir. Zira onun devrinde devlet maddi ve manevi terakkinin, adaletin ve hukukta eşitliğin en yüksek basamağına ulaşılmıştır. Elbette ki, Mısır seferinden daha büyük seferler, Çaldıran zaferinden daha büyük zaferler Yavuz Selimden sonra olmuştur. Ancak şurası unutulmamalıdır ki sonradan yapılan seferlerin ve kazanılan zaferlerin şartları Yavuz Sultan Selim tarafından hazırlanmış ve onun tarafından planlanmıştır.

Yavuz Sultan Selim, kendi devrinin en büyük bir lideri olduğu gibi, sonraki devirlerin de örneğidir. Eğer o, tarihimizde silinmez izler bırakan Çaldıran savaşında Şah İsmail'i mağlup etmeyip, Kürt beylerini "İslam ittihadı" mefkuresi etrafında toplayarak Anadolu'nun birlik ve beraberliğini sağlamasaydı, Sultan Süleyman'ın Batıya yürümesi bir hayalden ibaret kalırdı. Bu bakımdan, Sultan Süleyman'ı "Muhteşem Süleyman" yapan, babası Yavuz Selim'in büyüklüğü, dehası; onun almış olduğu iktisadi ve içtimai tedbirlerdir. Yine Doğu Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır onun zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu Akdeniz'in hâkimiyeti Sultan Sultan Selim Han zamanında olmamışsa da bunların Osmanlı'ya katılması onun kurduğu tersaneler ve geliştirdiği donanma sayesinde olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında ilim ve teknik, fen ve teknoloji sahasında büyük terakki olmuştur. Yavuz Selim'in yapmış olduğu hizmetleri asırlar bile eskitememiş ve eskitemeyecektir. Bu bakımdan, Yavuz Selim gibi cihangir bir padişahı anlamak için o devrin şartlarını, devlet adamlarının ve halkın eğilimlerini çok iyi bilmek lazımdır.

Yavuz Selim Han çok yönlü bir insandır. O bir yönüyle ilim adamı, bir cephesi ile sanatçı; bir cihetten otoriterdir.

Yavuz, Bediüzzaman irtibatı iyi anlaşılmadıkça bu iman hareketinin haritası iyi görülmez. Çünkü biri silahla zorbaları ve acizleri ikna etmiş imparatorluğun siyasi ve dini bütünlüğünü kurmuş, diğeri uluhiyet konusundaki zorbalık ve yetersizlikleri harika eserleri ile yıkmıştır. Felsefeden, din ve ilim ilişkilerinden geleneksel İslamın çağa ayak uyduramayışının problemlerini en asri metodlarla ortaya koymuş bir insandır, alimdir, Bediüzzaman.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.