Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), İsrâ Sûresi 40-44. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor
40 . (Ey müşrikler!) Rabbiniz, oğulları size ayırdı da (kendisi) meleklerden kızlar mı edindi? Doğrusu siz, gerçekten (Allah’ın gayretine dokunacak) büyük bir söz söylüyorsunuz.
41 . Şübhesiz ki (bu ihtârı) bu Kur’ân’da türlü şekillerde ifâde ettik ki, düşünüp ibret alsınlar. Fakat (bu), onlara (hakka karşı) nefretten başka bir şey artırmıyor.
42 . (Habîbim, yâ Muhammed!) De ki: “Eğer O’nun ile berâber, söyleyip durdukları gibi ilâhlar olsaydı, o takdirde (onlar) arşın sâhibine (üstün gelmek için) bir yol ararlardı.”(*)
43 . O, onların söylemekte olduklarından pek münezzehtir ve nihâyetsiz büyük bir yükseklikle pek yücedir.
44 . Yedi gök ile yer ve bunlarda bulunan herkes O’nu tesbîh eder. Ve O’na, hamd ile tesbîh etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat (siz) onların tesbihlerini anlamazsınız. Şübhesiz ki O, Halîm (azabda hiç acele etmeyen)dir, Gafûr (çok bağışlayan)dır.
(*) “Şu âyet der ki: De! Eğer dediğiniz gibi mülkünde şerîki (ortağı) olsa idi, elbette arş-ı rubûbiyetine (umum kâinâtı idâreciliğine) el uzatıp müdâhale eseri görünecek bir derecede bir intizamsızlık olacaktı. Hâlbuki yedi tabaka semâvâttan tut, tâ hurdebînî zîhayatlara (en küçük canlılara) kadar, herbir mahlûk küllî olsun cüz’î olsun, küçük olsun büyük olsun, mazhar olduğu (üzerinde görünen) bütün isimlerin cilve (parıltı) ve nakışları dilleriyle, o esmâ-i hüsnânın müsemmâ-i zü’l-Celâl’ini (en güzel isimlere sâhib, celâl sâhibi olan Allah’ı) tesbîh edip, şerîk ve nazîrden (ortak ve benzerden) tenzîh ediyorlar (uzak tutuyorlar). Evet nasıl ki semâ, güneşler, yıldızlar denilen nûr-efşân (nur saçan) kelimâtıyla, hikmet ve intizâmıyla, onu takdîs ediyor (kusurlardan temiz olduğunu i‘lân ediyor), vahdetine (birliğine) şehâdet ediyor ve cevv-i hava (hava boşluğu) dahi, bulutların sesiyle berk ve ra‘d (şimşek ve gök gürültüsü) ve katrelerin (damlaların) kelimâtıyla (kelimeleriyle) onu tesbîh ve takdîs ve vahdâniyetine (birliğine) şehâdet eder. Öyle de zemin (yeryüzü), hayvanât ve nebâtât ve mevcûdât (varlıklar) denilen hayatdar (canlı) kelimâtıyla Hâlık-ı zü’l-Celâl’ini (celâl sâhibi yaratıcısını) tesbîh ve tevhîd etmekle (kusursuzluğunu ve birliğini söylemekle) berâber, herbir ağacı, yaprak ve çiçek ve meyvelerin kelimâtıyla yine tesbîh edip, birliğine şehâdet eder.” (Zülfikār, 25.Söz, 53-54)