Yemen’de Ali Abdullah Salih yönetimine karşı başlayan ayaklanmaların ülkeyi açlık ve hastalıklarla boğuştuğu noktaya taşıyacak ilk adım olacağını kimse bilemezdi. Krizin bu noktaya evrilmesi ayaklanmaların doğal bir sonucu değildir. Bu durum uluslararası aktörlerin müdahalesi ile ortaya çıkmıştır. Yemen’de de -diğer bir çok ülkede olduğu gibi- halkın siyasi değişim talepleri ile başlayan ayaklanmalar önce iç savaşa sonra da ve en nihayetinde bir vekâlet savaşına dönüşmüştür.
Yemen’in içine sürüklendiği trajediyi bazı somut verilerle tasvir etmeye çalışalım: İç savaştan dolayı iki milyondan fazla insan yer değiştirmek zorunda kaldı. Daha kötü durumda olan ve iş umuduyla ülkeye gelen Sudanlıların yüzde 90’ı ülkelerine geri döndü. Dahası en az 10 bin Yemenli de Cibuti’ye göç etmiş durumda. İnsani kriz bu kadar derinleşmemişken bile çatışmalardan etkilenmeyen tek bir ailenin bile kalmadığını ifade eden Kızılhaç Komitesi Başkanı Peter Maurer, Yemen’deki durumu “insan eliyle üretilmiş bir felaket” şeklinde tanımlamış ve durumun günden güne kötüleştiğini vurgulamıştır.
Husi/Salih güçleri ile koalisyon güçleri arasındaki çatışmalar durumu daha da kötüleştirdi. Ülkenin eğitim ve sağlık kurumları büyük ölçüde işlevselliğini yitirmiş durumda. Birleşmiş Milletler ve çeşitli gözlemci grupların zaman zaman yayınladıkları rapora göre ülkenin 24 milyonluk nüfusunun üçte ikisi açlıkla karşı karşıya ve temiz suya erişimi yok. 3.3 milyon insan kıtlık bölgesinde yaşıyor. İki milyon çocuk yetersiz beslenmeden etkilenmiş durumda. En az 160 sağlık kurumu ve binası saldırıya uğradığı için kısmen ya da tamamen kullanılamaz hale gelmiş. Kamu hizmetlerinin büyük ölçüde sekteye uğraması şehirlerde çöp yığınları ve lağım suyunun insanların sağlığını kitlesel düzeyde etkilediği sonuçlar doğurmakta. Son altı ay içinde bu şartlarda ortaya çıkan kolera salgını yaklaşık altı yüz bin kişiyi etkilemiş ve iki bin kişi bu hastalığın etkisiyle hayatını kaybetmiştir. Buna karşın Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlar ise güvenlik riski gerekçesi ile bu insani krize yönelik yeterli müdahalede bulunamadıklarını açıklıyorlar. BM ve diğer insani yardım kuruluşlarının bölgeye ulaşma imkanı çok kısıtlı. Bu tabloya bakıldığında Yemen’in oldukça kaotik bir duruma düştüğünü söylemek mümkündür. Birbirini besleyen sorunlar yumağı temel düzeyde iki katmanlı bir sorunu yaratmış durumda: Askeri/siyasi kriz ve insani kriz.
Buraya nasıl gelindi ?
Bu tabloyu yaratan temel etken ne açlık, kuraklık gibi doğal afetler ne de geleneksel anlamda ülkenin bir başka devletle yaşadığı savaş. Bu insani dram ve yıkımlar, İran-Suud vekalet savaşının bir sonucu. ABD’nin de paralel şekilde yürüttüğü operasyonlar bir başka çatışma alanı oluşturuyor.
Ali Abdullah Salih’in Suud etkisiyle yönetimi bıraktıktan sonra Yemen, Arap ayaklanmalarının yaşandığı ülkeler içinde en yumuşak geçişi sağlayabilecek imkanlara kavuştu. BM Temsilcisinin gözetimi altında ve Yemen’deki bütün siyasi ve toplumsal tarafları içeren Ulusal Diyalog Konferansı (UDK) geçiş sürecinin tartışılacağı bir mekanizma idi. Salih’e görevden el çektirilmesi, çatışmaların durması ve UDK’nın formüle edilmesi Yemen’de barışçıl bir geçiş süreci için asgari şartların oluştuğuna işaret etmekteydi. Ancak bu şartlar ülkenin siyasi açıdan yeniden inşasına tahvil edilemedi. Aksine, UDK’nın sonuç bildirgesinin açıklanacağı gün Husiler ve Güney Yemen’deki ayrılıkçı gruplar sonuç bildirgesini tanımadı ve çatışmalar tekrar başladı. Yaklaşık bir yıl süren UDK görüşmeleri sırasında Husiler başta olmak üzere birçok grup yeni bir çatışma sürecine hazırlanmıştı. Husiler ile devrik lider Salih taraftarlarının işbirliği yaparak kısa sürede ülkenin en kuzeyinden başlayarak Sana’yı kontrol edecek şekilde ilerlemesi bu durumun en temel göstergesidir.
Suudi Arabistan’ın bu ittifaka nasıl ve neden göz yumduğu sorusu hala cevaplanmamış bir soru olarak duruyor. Ancak Körfez ülkeleri ile birlikte Yemen’e müdahale etme kararını verdiği zaman da fazlasıyla geç kalmıştı. Hızlı bir şekilde sonuç almak üzere başlayan ‘Kararlılık Fırtınası’ askeri müdahalesi yaklaşık üç yıldır devam etmesine rağmen istediği sonucu alabilmiş değil.
Dahası bu müdahalenin Suud için bir travmaya dönüştüğü ve bir koalisyon müdahalesinden çok BAE’nin askeri hırslarını yansıtan bir noktaya gelmiş olduğu yorumları ağırlık kazanmaya başladı. Ocak ayının sonunda BAE destekli ayrılıkçı hareket ile Suud destekli Hadi güçleri arasında yaşanan çatışmalar, koalisyon içindeki çatlağın somut göstergesi olmuştur. Bu çatlağın sahada yaşanan bazı anlaşmazlıklardan ibaret olmadığı, Yemen’in geleceğine ilişkin temel görüş farklılığına işaret ettiği ihtimali yüksek. BAE bölünmüş bir Yemen’i tercih edebilir ve birçok Afrika ülkesinde yaptığı gibi Güney Yemen’i kendi kontrolü altında tutmaya yönelik bir stratejiye yönelmiş olabilir. Bu senaryo aslında Kuzey Yemen’in Husi’ler tarafından kontrol edilmesini kolaylaştıracaktır. Ya da Suudi Arabistan’ın karadan bir askeri müdahalesini gerektirecektir.
Suudi Arabistan ve koalisyon güçlerinin Yemen’de elini zayıflatan en önemli unsur, Hadi’ye bağlı güçler ve birkaç aşiret dışında işbirliği yapacakları önemli bir aktör olmamasıdır. Aslında İhvan’ın Yemen kolu olarak bilinen Islah Partisi de oldukça etkili bir hareket ve Suud için önemli bir potansiyel. Ancak Mısır’da gerçekleşen 3 Temmuz darbesi ve bu darbeye Suudi Arabistan’ın verdiği destek Islah’ın bu çatışmada taraf olmaktan kaçınmasına yol açtı. Bir başka deyişle Husiler’i hem dini hem sosyal hem de askeri olarak dengeleyebilecek bir aktörü Suudlular kendi elleri ile saf dışı etmiş oldu.
Çözüm mümkün mü ?
Yemen’de iç savaşın muhtemel senaryolar içinden en kötüsüne doğru gittiğini söylemek abartı olmayacaktır. İç savaşın sona ermesi için şu üç ihtimalden birinin gerçekleşmesi gerekir: Birincisi, taraflardan birinin galip gelmesi ve şartlarını karşı tarafa dayatması; ikincisi, iki tarafın da savaşın maliyetini kaldıramayacak noktaya gelmesi; üçüncüsü ise üçüncü bir gücün devreye girerek tarafları uzlaştırması.
Ancak Yemen’de bu üç senaryodan birisi gerçekleşmiş değil. Taraflardan birinin ezici üstünlüğüne dair bir emare yok. Savaşın maliyeti de şimdilik taraflar için katlanılabilir düzeyde. Üçüncü bir güç olarak ne BM’nin ne de ABD’nin sorunun çözümü için yeterli bir inisiyatif üstlenmemiş olduğu ortada. Savaşın uzaması da, bir insani kriz üretmesi de bu durumla doğrudan ilgilidir. BM’nin diplomatik düzeydeki girişimleri bir anlamda barışa yönelik arayışların devam ettiğini gösteriyor. Şubat ayının ortasında BM Özel temsilcisi olarak atanan İngiliz diplomat Martin Griffiths yeni bir müzakere planı üzerinde çalışmaya başladığı duyuruldu. Haleflerinden farklı olarak savaş lordlarından siyasilere, kadınlardan çatışan taraflara kadar birçok kesimi buluşturmaya dönük bir taktiği denediği ifade ediliyor.
Ancak sorunun yalnızca Yemen’de çatışan taraflardan ibaret olmadığı unutulmamalı. Yemen’deki sorunun çözümü için aynı zamanda İran ve Suudi Arabistan’ın da bir anlaşmaya varması gerekmektedir. BM, tarafları anlaşmaya varmaları için zorlamaya dönük bir politika izlerse Yemen için bir ümit ışığı doğabilir.
[Ortadoğu'da otoriteryenizm, demokratikleşme, asker-sivil ilişkileri alanlarında çalışan İstanbul Medeniyet Üniversitesi öğretim üyesi Veysel Kurt, aynı zamanda SETA Stratejik Araştırmalar Direktörlüğü'nde görev yapmaktadır]
AA