Yeni bir bakış açısı

İkram ARSLAN

Risale-i Nur’u tanıdıktan ve okumaya başladıktan sonra her şeye, mesaj taşıyan bir postacı gözüyle bakmaya başladım. Ben farkında olmasam bile bu sistemin işlediğini hissediyorum. Bazen bir damla yağmurda, bazen bir salkım üzümde, bazen esen hafif bir rüzgârda, bazen akla gelen bir hatırada, bazen çok sıradan bir olayda bunu hissettiğim olur. Aslında sadece bende değil, Risale-i Nur’u okuyanların ekserisinde bu bakış açısının olduğunu gözlemliyorum.

İçerisinde bulunduğumuz bu zamanda, her şey bir sebeple veya bir nedenle açıklanıyor. Yağmur yağıyor dendiği zaman, hemen aklımıza bulutlar geliyor. Meyve dendiği zaman ağaç, ölüm dendiği zaman yaşlılık veya kazalar geliyor. Bütün bunlar doğrudur elbette. Ama eksik...

Sebep-müsebbep konusu uzun zamanlardan beridir tartışılıyor. Bu tartışma biz yokken de vardı ve öyle görünüyor ki bizden sonra da olacak...

Sebeplerin sonucu yarattığını iddia edenler, o sebep olmadığı zaman neticenin çıkmamasına takılıyorlar. Çünkü o şey olmadığı zaman netice meydana gelmeyecektir. Tıpkı bir televizyonu izleyebilmek için onun düğmesine basmak gibi. Eğer o düğmeye basmazsanız televizyon çalışmayacak. Ve bir adım ötesi, eğer o düğme olmazsa televizyon çalışmayacak.

Evet bu da doğru... O düğme olmazsa televizyon çalışmayacak. Ama unutulan bir şey var ki, o düğme, televizyon izleyebilmek için gerekli sebeplerden sadece bir tanesi... Bir görüntünün oluşması için o kadar çok sebebe ihtiyaç var ki... Öncelikle televizyona çıkan görüntünün çekimi ve kaydı (ki bu görüntünün hazırlanması da ayrı bir konu, oraya girmeyeceğim), sonra bu kayıtların verici aracılığıyla uyduya gönderilmesi, sonra uydudan alıcılara gönderilmesi, oradan antenler vasıtasıyla televizyona gelmesi... Bütün bunlar önceki aşamalardı. Bir de evdeki aşamalar var. Herkesin bildiği şeyler olduğu için sıralamayacağım.

Aslında görüntünün olmaması için bu aşamalardan bir tanesinin olmaması yeterli... Mesela elektrik olmazsa yine görüntü olmaz. Veya elektrik olsa ama anten yoksa görüntü yine olmaz. Bunların hepsi doğru ama bunların üzerinde bir şey daha var; o da, o görüntüleri birisinin seçmesi, yani bir irade. Hiçbir görüntü rastgele meydana çıkmıyor! Bilakis uzun, yorucu ve çok titiz çalışmalar sonucunda ortaya çıkıyor.

Oysa sebeplere takılanlar, sebeplerin (özellikle) bir tanesine, yani en ön planda gördüklerine takılırlar. Mesela bir meyvenin meydana gelmesini (daha da ötesi yaratılmasını) ağaca bağlıyorlar. Çünkü ön planda ağaç vardır. Eğer ağaç olmazsa meyve olmayacaktır. Evet bu da doğru, ama eksik... Bütün sebepleri sıralasak bile, yine neticede bir şey eksik kalıyor. O da, irade... Yani ekrana çıkacak meyvenin hangi meyve olacağına karar vermek... Yani eğer o ağaçtan elma üretilecekse, bunu öteki meyvelerden ayırt etmek... Yani hem görüntüsünü, hem tadını, hem kokusunu, hem gıda değerlerini ve daha pek çok özelliğini ayarlamak...

Kimileri, “Ama bütün bunlar toprakta var!” diyor. Öyle ama onlar oradan nasıl seçiliyor? Neden elmanın tadını oluşturacak tatlar armuda geçmiyor? Neden görüntüleri bile farklı oluyor? Nasıl bir kalıptan çıkıyorlar? (Öyle ya... En basit bir oyuncak için bile fabrikalarda özel kalıplar kullanılıyor.) Kısacası bütün bunları akılsız, şuursuz toprağın veya ağacın ayarlamasına imkân yok. Nasıl olabilir ki?

Sebeplerin en akıllısı bile bunu yapmaktan acizdir. Mesela insan... Sebepler içerisinde en akıllı, tasarrufu en geniş olan insandır. İnsanın da en basit yaptığı bir şeyi ele alalım. Mesela yemek yemesini... Basit ama bunda da ilginç bir silsile var. Bu silsilenin en basit kısmı insana ait. O da ağızda lokmayı çiğneyip yutmak... Peki sonrası? Sonrası çok büyük bir iş. Hem de insanı çok aşan bir iş. O yiyecekler karanlık bir mideye gidiyor. Orada çok karmaşık bir işlemden geçiriliyor. Sonra bağırsaklara, sonra hücrelere... Oradan da, o gıdadan elde edilecek neticeye kadar bir dünya aşama var. Bütün bunların hangisini insan yapabiliyor ki? Yapacak gücü, kuvveti, kudreti yok! Olmadığını hazımsızlık sorunu olanların uzun süre hastaneye gidip gelmesinden anlıyoruz. Oysa hazım, pek çok aşamadan sadece bir tanesi...

İnsan gibi akıllı bir varlık bile kendi fiilinin neticesini yaratmaktan acizken; şuursuz, akılsız, kendisini savunmaktan aciz, cansız varlıklar nasıl “yaratıcı” olabilir ki?
Peki o halde bütün bu sebepler ne için vardır?

Evet, onlar birer kılıftır, birer zarftır. İçerisinde çok önemli mesajlar, mektuplar taşıyan birer mektuptur. Kendi boylarından büyük işler yapan bu varlıkları gören her insan, onlardan mektuplar alıyor. O varlıklar bu halleriyle, “Bütün bunları biz kendi başımıza yapacak güce sahip değiliz. Biz ancak bizi yaratan ve bize bu görevi yükleyen Allah’ın birer postacı memurlarıyız. Bizim görevimiz, bu mesajları size iletmektir” diye ilanda bulunuyorlar.

Çünkü her şey, Allah’ı anlatan bir mektuptur.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.