Bilgi’nin değil, Bilim’in İslâmileşmesi – İslâmî B/ilim
“Bilgi”yi elde edip, öğrenen; yani “bilen özne” olan insan zihni yönelmeden ve araştırma / gözlem yapmadan önce de; “varlık (kâinat)” ve varlığa mündemiç (içkin) “bilgi (veri / data – information – knowledge)” zaten “müslüman”dır. Diğer deyişle: İnsan zihninin konusu olmadan önce de; “kâinat” ve kâinatın taşıdığı ve işaret ettiği “mesaj ve bilgi”, ontolojik olarak ve fıtraten ve reel olarak zaten “müslüman” ve “mü’min”dir.
“Varlık” ve “varlığın bilgisi”nin müslüman ve mü’min olması; kâinatın, Rabbimiz’in mahlûku olup, O’nun isim ve sıfatlarının tecelli ve tezahürü olması nedeniyle olup; bu, varlığın, O’nun “Tekvinî Kurallarına” teslim ve “Kevnî Şer’îât”ına uymasından da anlaşılmaktadır.
Bu açıdan “Bilgi’nin (knowledge) İslâmileşmesi” isimlendirmesi problemlidir. Daha başlangıçta, problemin yanlış teşhisinden kaynaklanan, bu yanlış ifade; sanki “kâinat ve kâinattaki bilgi daha önceden müslüman değilmiş de; sonradan biz o bilgi’ye İslâmî bir epistemolojik kılıf ve anlayış ekliyoruz; ikinci bir elbise giydiriyoruz; ikinci bir kimlik ve katman eklemeye çalışıyormuşuz” gibi yanlış bir anlam ve algı uyandırmakta. Yani bu ifadeden, sanki “bilgi’yi kendi inancımızın rengine boyuyormuşuz” gibi bir anlam çıkmakta. Halbuki problemin doğru teşhis ve ifadesi: “Bilim’in (science) İslâmîleşmesi” olmalı ve bu tespit ve ifade üzerinden çözüm olanakları araştırılmalıdır.
Aksi hâlde yanlış tespitlerle, yanlış sorular sorarak, doğru cevaplara ulaşamayız; çünkü yanlış sorunun, doğru cevabı olmaz. O hâlde, “doğru cevap nedir”den önce, “doğru soru nedir” sorusunun cevaplandırılması gerekiyor. Çünkü problemi doğru teşhis etmek, çözümün yarısıdır.
Problemin doğru ifadesi: “Bilgi’nin (knowledge) değil, Bilim’in (science) İslâmîleşmesi” olmalı ve bu tespit ve ifade üzerinden çözüm olanakları araştırılmalıdır demiştik.
Çünkü “bilgi (veri / data – information – knowledge)” ve “bilim (science)” kavramları, farklı anlamlara gelmektedir. Kâinata içkin “bilgi”yi, Bilimsellik Kriterlerine göre, Bilimsel Yöntemlerle keşfetmeye çalışma ve bunun için Bilim/sellik Felsefe ve Metodlarına göre gözlem ve ölçüm, araştırma ve deney yapmaya ve bunun sonucunda elde edilmiş Bilimsel Bilgi’ye “bilim (science)” diyoruz. Bu açıdan; “bilgi”nin evrenselliğinden sözetmek anlamlıdır ama “bilim”in evrenselliğinden de sözedemeyiz.
Tespit ettiğimiz bu “bilgi – bilim” ayrımına göre, örneğin: “Belli şartlarda, suyun 100 santigrat derecede kaynamaya başlaması”; “bilgi”dir, “ölçüm bilgisi”dir; fakat “bilim” (science) değildir. Zaten mevcut Bilim ve Bilimsellik’in 1800’lü yıllarda doğup; sistemleşme ve kendi kavram ve yöntemlerini şekillendirmesinden, asırlarca sene önce de, suyu kim ölçerse ölçsün aynı sonucu alıyor veya alacaktı.
Mevcut Bilim’in “seküler” olup, “inanç” barındırmadığı; “nötr” ve “tarafsız” olduğu yanlış düşüncesine yolaçan sebeplerden birisi: “Bilim (science)” ve “bilgi (veri / data – information – knowledge)” ayrımının yapılmamış olmasıdır.
Halbuki varlığın “bilgi”sini (knowledge) keşfetmenin yöntemlerinden biri olan “bilim” (science) ve “bilimsellik” (scientific); yola çıkarken, başlangıçta kabul ettiği felsefe; doğru önvarsaydığı aksiyom ve kullandığı yöntem ve kriterler ve bu paradigmalarına göre evrende keşfettiği bilgilerin tasvir ve ifadesinde; müslüman olmayıp, “ateist ve materyalist, determinist ve natüralisttir.” Yani “Bilim/sellik”, sanıldığı gibi; evren gözlem – ölçümleri ve bunların ifadesinde tarafsız ve objektif, olgusal ve lâik değildir. Bu konuda “agnostik (bilinemezci)” bile değildir.
Zaten “dil’in mantığı” ve “mantık’ın da dili” nedeniyle; ayrıca insanın “beşerîyet ve sınırlılığı” nedeniyle; Bilim ve Bilimsellik’in nötr ve seküler, nesnel ve olgusal olması mümkün değildir.
Çünkü mantık ve dil’de; “fiil”, failsiz olamayacağı için; maddenin hareketlerinden bahseden Bilimsel İfadelerde, o fiile bir “fail ve özne” atama zorunluluğu doğuyor. Gene mantık ve dil’de; “eser”, müessirsiz ve ustasız da olamayacağı için; evrendeki eser ve sonuçlara, bir “usta” bulma zorunluluğu doğuyor. Yani Bilim’in, Rabbimiz’i “fail ve özne ve müessir” kabul etmemesinin zorunlu diğer şıkkı olarak; edilgen bir “nesne ve alet” olan “madde ve süreç, kanun ve kuvvet, sebep ve mekanizma, tesadüf ve zorunluluklar”; “etken bir özne” ve “iradeli bir fail” ve “canlı bir müessir / usta” katına yükseltilir.
Böylece, evrendeki “bilgi”nin (ham data – veri – information – knowledge), “bilimsellik” (scientism) Filtresinden geçerek, “bilim” (science) hâline dönüşmesi ve “bilimsel bilgi” olarak ifade edilmesiyle; bize böyle, “sahte ve kurgusal, sihirli ve masalsı” bir evren sunulmakta.
Elhasıl, neyi – nasıl yaptığını, sonuç ve çıktılarını bilmeyen “ağaç, güneş, arı, bitki, hücre, hayvan” gibi (akıl ve şuur, bilgi ve irade, hatta hayattan yoksun) varlıklar hakkında; Bilim/sellik’in “yapar, eder, verir, geliştirir, izin verir, sağlar, bölünür” gibi; düpedüz “ifade ve gramer, mantık ve bilgi” yanlışları içeren bu Bilimsel İfadeleri; safsata olup, hurafeler üretiyor. “Bilimsel Bilgi” dediğimiz ifadelerin hemen hemen tamamı, böyle “failsiz ve öznesiz” veya “sahte failli” cümlelerle kurgulanıp – dizayn edilerek, bize sunulur.
Bilimsel Bilgi ve İfadelerin; tasvir ve açıklamalarının, analiz ve yapısökümünden çıkan sonuçlar bu. Bilimsel Cümlelerin; gramatik inceleme ve metalinguistik açılımı, mantık ve mefhumundan çıkan sonuçlar bunlar.
Bilimsellik Felsefesi, her ne kadar “lâik ve seküler, nötr ve tarafsız” olduğunu iddia etse de; sonuçta Rabbimiz’in evrendeki “fiil ve eserlerini” incelemektedir. Bu sebepten; Bilim’in, madde ve evren hakkındaki gözlem ve tasvir ve açıklamaları; ister istemez, “Rabbimiz’in evrendeki icraat ve münasebetinin ne olduğunun” da tasviri olmaktadır. Yani Bilimsellik Felsefesi; “lâiklik ve sekülerlik” iddiâlarıyla, kendini “din”den ne kadar ayırmaya çalışsa bile; (Rabbimizin icraat ve eserlerini incelediği için) kaçınılamaz bir zorunlulukla, dinimizin alanına girmekte; bazı itikadî ve amelî esaslarımızı tenkid ve ret veya te’yid ve kabul etmektedir.
Diğer yandan: Bilim, ne kadar lâik ve seküler olmaya çalışsa bile; bizim dinimiz lâik ve seküler değil! Çünkü ve zaten, “din (İslâm)” dünyadaki davranış ve dünyevî amellerimizi düzenlemek için gönderilmiştir! Ve Rabbimiz bizi dünyaya gönderirken; “bazı kamusal alan ve zamanlarda ve ilmî çalışmalarınızda serbestsiniz, ne yaparsanız yapın, karışmıyorum” da dememiştir!
Başta “dil’in mantığı” ve “mantık’ın da dili” nedeniyle; Bilim ve Bilimsellik’in nötr ve seküler, nesnel ve olgusal olması mümkün değil demiş ve buradan Bilim ve Bilimsellik Felsefesi’nin “ateist ve materyalist, determinist ve natüralist” olduğunu söylemiştik.
Çünkü inançtan bağımsızlık ve tarafsızlık mümkün değildir; yani gözleyip – ölçtüğümüz birşeye ya “Yaratıcı ve Fâil ve Ustası var(mış)” veya “yok(muş)” önvarsayım ve aksiyomuyla bakarız. Bu 2 şıkkın ortası veya dışarıdan bakılacak, eşit uzaklıkta üçüncü bir gözlem ve koordinat noktası yoktur. Dahası; hükmün askıya alındığı veya agnostik tavır takınabileceğimiz; yani eşyanın objektiviteye izin verdiği “nötr ve flû” alanlar da yoktur.
İnançtan bağımsız ve tarafsız, nesnel ve objektif bir bakış açısı olamayacağı için; yaptığımız gözlem ve ölçüm, araştırma ve açıklamalarımızın ifadesinde; başlangıçta doğru önvarsaydığımız veya seçip, inandığımız şıkka göre, kelime ve cümlelerimizi belirleriz. Gözlem – ölçüm sonuçlarımızı ve kâinat tasvirlerimizi, başlangıçta doğru varsaydığımız bu paradigmalara göre yaparız. Çünkü “var(mış) – yok(muş)”un ortası, yani üçüncü bir ihtimâl olmadığı için; inançtan bağımsız, yani “olgusal ve nötr, tarafsız ve objektif” bir ifade biçimi üretemeyiz.
Bilim’in “Bilimsellik Felsefesi” ise; başlangıç aksiyom ve önkabülü olarak, “evrenin varlık ve işleyişinde; Tanrı yok(muş), varsa bile karışmıyor(muş)”u doğru önvarsaydığı için; mevcut “Bilim”, (kendini konumlayış biçimi ve kendini tanım ve ta’rifi icabı ve seçtiği yöntem olarak) “ateist ve materyalist, determinist ve natüralist” olup; “lâik ve seküler, nötr ve nesnel, tarafsız ve objektif, evrensel ve olgusal” değildir.
Bilim’in Bilimsellik Felsefesi, Lâik ve Nötr değildir / Bilimsellik Hipnoz ve İllüzyonu
“Bilgi” ve “bilim” arasındaki farkı anlatırken; “suyun belli şartlarda, 100 santigrat derecede kaynamaya başlaması”nın “bilgi, ölçüm bilgisi” olduğunu; fakat “bilim (science)” olmadığını söylemiş; fakat “bilim” ve “bilimsel bilgi ve ifade”nin ne olduğunu yarım bırakmıştık. Bu örnekte; suyun “ölçüm bilgisi”nden sonra; “ne, neden, nasıl” gibi sorular eşliğinde; “su’yun nedeni ve kaynağı” gibi soruların araştırılmasında “bilim” devreye girer.
Suyun bu kaynama ölçüm ve keşif aşamasından sonra, sıra, bu suyun neden ve nasıl olduğu ve kaynağına gelince; meselâ Rabbimiz’in “yağmur” fiil ve eser, sonuç ve ni’met, rahmet ve rızkı; Bilim’in elinde “yağmur nasıl oluşur, suyun çevrimsel döngüsü” gibi kavramsallaştırma ve başlıklarla, önce Rabbimizle olan irtibat ve çağrışımı kopartılır.
Sonra; “yaratma” yerine, oluşum; “rızık / ni’met” yerine, gıda maddesi; “sevk-i İlâhî ve ilham” yerine, içgüdü ve sevk-i tabiî; “İlâhî kanun ve Sünnetullah” yerine, tabiât – fizik – kimya kanunu gibi isimlendirme ve kavramsallaştırmalarla; kelimelerin ve işaret ettiği madde ve olayların, Rabbimiz’i gösteren “şeffafîyet ve aynalığı” giderilir!
Sonra, “yağmur”u Bilimsel olarak tasvir edip – nedensellerken kullanılan; “ısıyla buharlaşıp, yükselir; rüzgârla taşınıp, çarpışır; birleşir ve ağırlaşır; soğuk hava ve alçak basıncın da etkisiyle yoğunlaşır, soğur; sonra yerçekimi etkisiyle yere düşer” gibi Bilimsel ifadelerle; güya “otomatik bir makina ve mekanizma” ve “kendi kendine işleyen bir sistemden” bahsediyormuş da; bu sebepten, yağmurun yaratılma ve inşasında, herhangi bir “fail ve ustaya” ihtiyaç yokmuş altmesajı verilir.
Bilimsel Yöntem’in, cümlelerini, böyle “failsiz” veya “sahte faillerle” kurgulaması ve olayları sadece “neden – sonuç ilişkisiyle” şablonize edip; bu “yatay deterministik kalıplarla” ifade etmesi; kâinatın, Rabbimizle olan münasebet ve illiyetini, zihinde kesip; kâinatın, âyet ve delil ve mesaj olma vasfını kapatıp – köreltme işlevi görür.
Bu açıdan, “yağmur”la ilgili Bilimsel Bilgi ve Açıklama / İfadeleri; “Yağmur; İlâhî bir fiil / faâliyetin, İlâhî bir eser ve sonucu mu; yani O’nun icad ve ihsan ve ni’meti mi; yoksa evrendeki neden – sonuç ilişki ve işleyişinin, gayet tabiî ve olması gereken, doğal bir sonucu mu?” sorusuna; “inkâr” ve “şirk” lehinde verilmiş bir cevap olarak okuyabiliriz. Yani Rabbimiz’in fiil ve eserlerinde, “bazı sebep ve mekanizmalar” gibi; O’ndan bağımsız ve kendi kendine ayakta duran ve işleyip, çalışabilen ve eser / sonuçlar üretebilen “ortakları” olduğu iddiasını, delillendirme çabası olarak okuyabiliriz.
Yani Bilimsel Bilim’e göre, “yağmur”; hiçte “mu’cizevî” olmayan; yani Allah’ın işi ve fiili ve eseri gibi görünmeyen; (ve zaten Bilim’in yağmur için gösterdiği sebep ve mekanizmalar yeterli olup, ayrıca ek bir neden veya fail de gerekmeyen; yani yağmur için, öyle “Tanrısal çapta bir güç” ve müdahaleye de ihtiyaç olmayan); gayet doğal ve olağan bir sürecin, gayet normâl bir neden – sonuç ilişkisinin, tabiî ve zorunlu bir sonucudur!
Biz ise; gözlem ve araştırmalarında “kim ve niçin / anlam ve amacı ne” sorularını bilimsel bulmadığı için dışlayan; bu soruları “metafizik” görüp, “bilgi ve araştırmanın” değil, “inanç ve din, felsefe ve metafiziğin” konusu gören Bilimsellik Felsefesi’nin bu ateist varlık ve bilgi anlayışını kabul etmek zorunda değiliz.
Elhasıl: Bilim ve ders kitaplarında, “yağmur”; sanki “failsiz ve zaten, fail’e mantıken ihtiyaç ve gerekte olmayan”; yani “kendi kendine (“yerçekimi – güneş – buharlaşma – soğuma – basınç – rüzgâr” gibi doğal neden ve süreçler ve deterministik zorunluluklarla)”; yani “otomatik olabilmesi mümkün(müş) ve olan da, bu mümkün’ün gerçekleşip, vukû bulması(ymış)” inancına göre kurgulanıp, tasvir edilir!
Bu yetmezmiş gibi bir de; Bilim/sellik’in, “yağmur”u determine ederek Rabbimiz’den kopartan bu “ateist ve determinist, materyalist ve natüralist” isimlendirme ve tasvirlerinin; güya “yağmur”un, olgusal ifade ve objektif açıklama, tarafsız nedenselleme ve evrensel tasviri olduğu iddia edilir!
Üstelik; Bilim’in “varsa bile işleyişte fonksiyonu olmayan ve evrene karışmayan âtıl Tanrı(!)” inancına göre şekillenmiş bu “Bilimsel Bilgileri”nin; “inançtan ve taraftan bağımsız Bilim” tarafından, “nötr bilimsel yöntem ve gözlemler” sonucuyla elde edildiği iddia edilir!
Halbuki, “yağmur” örneğinde de görüldüğü gibi; “Bilimsel Bilgi” yani “bilim”in (science), madde ve evrenin faâliyet ve işleyişini anlatan ifadelerinin ekserisi; “bu faâliyet, işleyişlerin Tanrıyla ilgisi yoktur; hem Tanrı var olsa bile, bu otomatik sistem ve deterministik zorunlu işleyişe karışmamaktadır; yani bu olay İlâhî değil, tabiîdir; bu hâdise, İlâhî bir fiilin iradî bir eseri ve sonucu değil; doğal bir işleyişin zorunlu bir sonucudur; yani evrendeki işleyişi nedensellemek ve açıklamak için, doğaüstü herhangi bir fail ve nedene atıf yapmaya zaruret ve ihtiyaç yok; evrendeki hareket ve sonuçlarını nedensellemek ve açıklamak için, Tanrı boyutunda süper bir güce ihtiyaç ve zaruret yok” inanç ve felsefesine göre ve sanki bu aksiyom ve önkabül doğruymuş gibi; bu “ateist” zeminde kodlanır ve sunulur! Bu ateistik arka plâna göre kurgulanmış ve oluşturulmuş Bilimsel Bilgi ve ifade ve tasvirlerdeki, bu “subliminâl mesajlar”; bilincimizin işitemeyeceği desibelde, bilinçaltımıza fısıldanır!
Dahası: Bilinçaltımıza sessizce fısıldanan bu “subliminâl mesajlar”; Bilimsel jargon ve teknik terimlerle dizayn edilerek, cazibeli bir şekilde sunulan Bilim’in bu “virüslü tasvir ve cümleleri”; zihnimize çizdiği bu “ateistik senaryo ve hikâyeler”; şuurumuza direkt olarak ve açıkca “Allah yoktur; varsa bile, evrenin işleyişine etki ve müdahalesi yoktur; zaten varlığın, varlık ve işleyişinde O’na ihtiyaç ve zarurette yoktur(!) Yani O’na inanmak için, evrende, hiçbir mantıkî gerekçe ve neden, aklî ve gözlemsel delil yoktur” demekten, çok daha etkili ve yıkıcıdır!
Yani Bilimsellik Felsefesinin, evrendeki olayları “yatay deterministik neden – sonuç şablonlarıyla” tasvir edip – açıklaması; yani faile gerek yokmuş gibi ve failden hiç bahsetmeden, “şu şu, şu sebepten oluyor” demesi; “bu işi Allah yapmıyor” demekten, çok daha te’sirli ve ikna edicidir! “Evrendeki işleyişe Allah karışmıyor” demekten çok daha aldatıcıdır!
Bilimsellik Felsefesine göre dizayn edilmiş Bilimsellik Kriterlerinin ürün ve sonucu olan “Bilimsel Bilgi / Bilim”in, altmesaj olarak bize empoze ettiği bu “ateistik varlık ve evren ve bilgi anlayışı”; şuurumuza direkt, inkâr ve şirkin reklâm ve progagandasını yapmaktan çok daha etkili ve ikna edicidir! Çünkü mesajlar, şuurumuza farkettirilmeden, direkt şuuraltımıza ilka ve şırınga edildiğinden; biz de herhangi bir tepki ve itiraz, savunma ve cevap verme ihtiyacı uyandırmaz.
İbret vericidir ki: “Tanrı’nın varlık – yokluğu ve evrenimizde etken olup – olmadığı, Bilim’in konusu değildir ve Bilimsel olarakta ispatlanamaz; bizim konumuz, sadece deney – gözlem yapabildiğimiz ‘madde” diyen Bilim’in; konu “Tanrı’nın olmadığı veya kâinatla münasebeti ve içindeki maddeye etki ve illiyetininin olmadığına” gelince; hemen “hayır, yok” diyerek, bunu konusu içine almakta bir sakınca görmemektedir! Yani Bilim; inanç ve dinden bağımsız ve ayrı ve konu olarakta farklı olduğunu söylerken; keşif ve gözlemlerini, “ateizm” (küfür ve şirk) lehine tanzim etmeyi, gayet “bilimsel” görmektedir!...
Neredeyse dünyaya gözümüzü açtığımız günden beri; evde, okulda, sokakta, medyada ve okuduğumuz kitaplarda; sık sık ve tekrar tekrar maruz kaldığımız bu “Bilimsellik Sihri” ve programlamasının etkisinden kurtulmak çok çok zordur! Üstelik; Bilim’in bu “Gizli Ateist Subliminâl Mesaj”, bu virüslü bilgi ve kodlarının farkında bile değiliz! Bir şekilde farkında olsak bile; bu kirli ve frekansı parazitli mesajlara karşı geliştirdiğimiz, hazır bir “antivirüs programımız” da yok!
Varsa ve olsa bile “Tanrı”ya, sadece evrenin başlangıcında (domino taşlarında ilk hareketi veren gibi) “İlk Neden” olarak küçük bir rol veren “Bilim/sellik”in; artık evrenin ihtiyacı kalmadığı, şimdi âtıl ve gereksiz olan bu “İlk Neden Tanrısı”na, verdiği bu küçük rol de, kerhendir! Bu İlk Neden Tanrısını reddetmemesi de, bir süreliğinedir! Çünkü: “İleride Bilim; evrenin başlangıcını da çözüp – nedensellediğinde, bu karanlık noktayı da aydınlattığında; bu İlk Neden Tanrısı’na inanmak için de mantıkî bir zorunluluk ve neden veya aklî bir gerekçe kalmayacak” derler!
“Alenî deist” veya “gizli ateist” olan; sıkıştırınca da “bunu gözleyip – bilemeyiz, dolayısıyle Tanrının varlık – yokluğu gibi meseleler Bilim’in konusu ve sahası değil” diyerek “agnostizme” kaçan Bilimsellik Felsefesi ve ürettiği “eser, müessirsiz ve fiilsiz; fiil de failsiz olabilir ve olur” gibi mantıksızlıklarını ve “evrende olanların neden ve nasılı; sebep ve mekanizma, madde ve kanunlarla nedensellenip – açıklanabiliyor olup; evrenin varlık ve işleyişinde, Tanrı gibi bir fail ve özne aramaya mantıkî veya gözlemsel bir zaruret ve neden yoktur” gibi inanç ve aksiyomlarını kabul etmek ve ölçüm – gözlemlerimizi de, bu “deist” veya “ateist” cümle ve kurgularla ifade etmek zorunda değiliz!
Bilim ateizme Alet edilmiyor, Ateizmin Kendisi!
Bu yazımızda yaptığımız “bilgi” ve “bilim” ayrımı ve bilim’in evrene, önvarsayım olarak “Tanrı yok(muş), varsa bile işleyişe karışmıyor(muş)” tarafından baktığı ve açıklamalarına, “asıl fail olan Rabbimiz” yerine başka failler ikame ettiği gibi noktalar dikkate alınırsa; sonuç olarak: Bilim, ateizm ve materyalizme alet edilmiyor olup; bilakis ateizmin kendisi olmaktadır!
Çünkü: Bilimsel Makale ve Yayınlarda; herşeyin “otomatik makina” gibi işlediği ve “Uzun Zaman + Madde ve Enerji + Tabiât + Kanun + Tesadüf ve Zorunluluk + Evrim ve Devrim = Herşey Mümkün” önvarsayım / aksiyom / inancının şekillendirdiği bir Kâinat Modeli’ne dayanan; yani Bilimsel İfade, denklem ve formüllerinde Allah’ın bulunmadığı bir kâinat tasavvuru kurgulanıp, inşa edilir! Bu model / metafora göre; Bilimsel İfade, denklem ve formüllerde “Tanrı’nın olmadığı / olsa da karışmadığı ve zaten evren kendi başına işleyebilip, O’na ihtiyaçta olmadığı”; yani “ateist ve materyalist, natüralist ve determinist” bir kâinat tasviri yapılır.
Bilimsellik Hipnoz ve İllüzyonuyla; madde ve sebepleri, fiil ve eserlerinde bir “alet – edavat” olarak kullanan Rabbimiz; (gözümüze yaklaştırılan küçük bir kibrit çöpünün, arkasındaki koca dağı kapatması gibi); Bilim’in de, “sebepleri” gözümüze yaklaştırıp – büyütmesiyle; görünmez olur.
Bir illüzyonistin dikkatimizi belli bir yöne çekerek; buradan, asıl yapacağı şeyi gözümüzden kaçırıp, elçabukluğuyla yapması gibi veya bir hipnoz uzmanının, dikkatimizi belli bir noktaya veya sese yönlendirip, odaklamaya çalışması gibi; Bilim de, dikkatimizi evrendeki bazı “sebep ve maddî nesnelere” yönlendirip – zumlayarak; buradan, “asıl ve tek faili”; yani “madde ve sebepleri, icraatında alet olarak kullanan Rabbimizi” görüşalanımızdan kaçırıp – gizler!
Bu Bilimsel Cümle ve ifadelerin tekrar ve telkiniyle; dünyaya gözümüzü açtığımızdan beri maruz kaldığımız bu zihinsel bombardıman neticesinde, Rabbimiz’i bize unutturur. Bu zihinsel manipülâsyon ve programlama sonucu; artık “bir harf bile failsiz ve yazar/yazansız olamadığı hâlde; her ‘atom’ harfinde bile ayrı ve muhteşem bir kitap yazılmış bu kâinat, nasıl failsiz ve yazarsız olabilir!?” sorusu akla bile gelmez! Gelse de, merak edilmez. Merak edilse de; Bilim/sellik’in ona da “failsiz, yani otomatik, yani kendi kendine, yani çeşitli madde ve sebep ve kuvvetlerin etkisi ve itme – çekmesiyle, yani çeşitli tabiî ve deterministik fizik – kimya kanun ve mekanizmalarıyla işleyen” formatında, Bilimsel bir cevabı vardır!
Bilimsellik Felsefesinin ürün ve sonucu olan Bilim’in, zihin ve bakış açımıza yaptığı “etki ve sihir” ve olmayanı olur(muş) gibi gösteren “illüzyon ve hokkabazlığı” burada bitmez. Sonraki aşamada; Bilimsel Cümle ve tasvirler kanalıyla, bilinçaltımıza enjekte edip – gönderilen “subliminâl mesajlar” ve “kirli – virütik bilgilerle”; bilinçaltımız kodlanır ve programlanır!
Objektif ve evrensel, nesnel ve olgusal, dinden ve inançtan bağımsız ve ayrı olduğuna inandırdığı için; kendisini, ülke ve milliyet, din ve inanç farketmeden, her yere kabul ettiren “Bilim ve Bilimsellik Felsefesi”nin; inanç ve itikadımızda yaptığı tahribat ve yıkımı halâ tüm boyutlarıyla farkedebilmiş değiliz.
Kendi ateizm ve materyalizm, determinizm ve natüralizm inancına göre; evren gözlem ve araştırmalarında “kim, niçin / niye, anlam ve amacı ne” sorularını dışlayan ve bu tür soruları spekülâtif kabul edip; bunları, “bilgi ve araştırma, delil ve gözlemin” değil; “felsefe ve din / inançların” konusu gören “Bilim”in bu inanç esaslarını kabul etmek zorunda değiliz.
“Şimdi – şurada”da olmadığı için araştırma ve gözlem – deney yapma ve tekrarlama imkânı olmayan “Big Bang”in olduğunu “kızılötesi kayma ve kozmik fon radyasyonu” gibi ikinci derece delil ve gözlemlerden bilen veya teorik – matematiksel hesaplamalardan bulan; hatta “yerçekimi/kütleçekimi/gravitasyon” gibi “şimdi – şurada” olduğu hâlde, fiziksel varlığını hiçbir şekilde gözlemleyemeyen, fakat etki ve te’sirlerinden “var” kabul eden “Bilim/sellik”in; sıra “Tanrı, Nübüvvet, melek, vahiy” konularına gelince; “bunlar metafizik ve inanç işi; bu konularda gözlem ve deney, ölçüm ve araştırma yapılamaz ve hiçbir şekilde delil – ispatı da yapılamaz” demesi, tam bir çifte standarttır! Evet Rabbimiz’in “Zât”ı gözlenemez ama; “etki ve te’sir, fiil ve eserleri” meydanda!
Hem Bilim’in en temel amaçlarından birisi de: Görüp – gözlemlediklerinden, görmediklerini öngörmek ve tahmin etmek değil mi!? Şimdi/şuradaki gözlem – deneylerinden, geçmiş ve gelecek hakkında bilgi ve bulgular elde etmek değil mi!? Somut gördüklerinden, soyut kanun ve prensiplere ulaşmak değil mi!? Gördüğü varlık ve işleyişten (teorinin öngördüğü); “teoriye göre, evrende şöyle birşey de olması gerekir” deyip, henüz göremediği o varlık ve boyutları, keşfetmeye çalışmak değil mi!?