Yeni bir libas

Mehmet DOĞAN

"Biz sizi (kadın-erkek) birbirinize libas kıldık."(Kur'an-ı Kerim) Hz. Hacer'de peygamber libası vardı. Hz. İbrahim'de de. Hacer o libasla korunuyordu. Hz. İbrahim de, Hz. İsmail de...

Hz. Yusuf o libasla –peygamberlik libasıyla- korundu. Züleyha'da o libas yoktu. Züleyha korunmuyordu, kovalıyordu.

Anadolu insanının erkekleri, özellikle gençleri Hz. Yusuf libasıyla korundular. Eğer erkek korunmasaydı, koruyucu olmasaydı, kadınlar korunaksız kalacaklar, aile hayatı tehlikeye maruz kalacaktı.

Yusuf ile Züleyha kıssası Anadolu aşk hayatında belirleyici rol oynar. Erkek, iffet abidesi bir insandır. Korunan ve koruyandır. Namusa saldıran olamaz, namusuna saldırılan olunca da onu hep koruyan olur. Kadın namustur, kadın emanettir, bir Allah emanetidir. Bunu Züleyha da anlayacak ve teslim olacak, özür dileyecek, af dileyecektir.

Yusuf affedilmeyecek, affedecektir. Kendisinden özür dilenilecek, kendisine devlet emanet edilecektir. Çünkü o, her konuda güvenilir, ehl-i namus bir insandır.

Anadolu genci için örnek şahsiyet Hz. Yusuf'tur. Gömleği hep arkadan yırtılandır.

Erkeğin koruyucu olduğu bir toplumda kadın ve aile emniyettedir. Erkek, önce kendini koruyandır. Kendisi için kendisi, Tanrı tarafından korunandır. Peygamber toplum ören bir insanlık ustası olunca, o toplumun asli unsuru olan kadını koruyan, sonra kadın tarafından korunandır.

Mekke ve zemzem, Hacer ve İsmail, İbrahim ve ailesi demektir. İbrahim ailesi de bir millet ve bir medeniyet demektir.

Bu medeniyetin hayat alanlarından biri olan Anadolu, İbrahim ailesi örneğini esas alarak yaşamıştır. Doğum, ölüm ve sevdalarını mayalayan duygu, düşünce ve inanç bir zemzem gibi o kaynaktan içilmiştir. Anadolu'yu o kaynak emzirip büyütmüştür. Babalar İbrahim, analar Hacer, oğullar da İsmail gibi olmayı gaye edinince ortaya ideal bir aile ve ideal bir toplum çıkmaktadır.

Ya Meryem? Ya Zekeriya, Yahya?

Bunlar da örnek insanlar ve örnek ailelerdir. Meryem serapa iffet, serapa teslimiyet örneğidir. Zekeriyya ideal bir toplum örücüdür. Allah evinin hizmetçisiz kalmaması için Rabbından evlat ister. Soyun devamı, malın, mirasın devralınması için değil, dinin, mabedin devam ve korunması için evlat istenir. Hz. Meryem'in annesi Hz. Hanne de aynı inançla Allah'tan çocuk ister ve Meryem verilir. Verileni o ideal anne Mabede, Hz. Zekeriyya'ya teslim eder. Çocuğu, geleceğin ideal annesini, o mabed koruyup yetiştirecek, büyütecektir. Ve öyle de olur.

Anadolu, bütün bu örneklerle büyüdü. Üç kıtaya yayıldı. Örnekler unutulmaya başlanınca da küçüldü, küçüldü ve tekrar Anadolu sathına mahkûm edildi.

Anadolu'da aşklar, sevdalar seyir değiştirdiler. Kalbin ve ruhun ak ikliminde büyüyen yürekler, cismin ve nefsin kara kuyularına düştüler. Hz. Yusuf'un kuyuya atılışı gibi Anadolu insanı da kıskanç batı tarafından memnu aşkların kuyularına itildiler. Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre, Mahmud ile Zeycan, Yusuf ile Züleyha, Leyla ile Mecnun'ların dünyalarında hayata gözlerini açarken, Aşk-ı Memnu'ların karanlık dünyalarında aşka ve aileye uyanmaya başladılar.

Aşk, bedenin dar dünyasına mahkûm edildi. Sevda, sefil duyguların bulanık sularında seyreder oldu. Hatta günlük hayatımızın, aslında ruhumuzun, en hayati mastarlarından biri olan "sevmek" bile ruhtan soyutlanıp sadece bedene hasredilir oldu. Öyle bir karmaşa oluştu ki sevmeyi âşık olmaktan ayıramaz hâle geldik. "Sevgilim" yerine "aşkım" demeye başladık. Hatta canım, yavrum, arkadaşım gibi sıradan ünlemler yerine "aşkım" kullanılır oldu. Kısaca aşk da sevda da ayağa düştü.

Sevgi-Aşk değer kaybına uğrayıp ayağa düşünce, bunların özne ve nesnesi olan insan da, kadın-erkek de değer kaybına uğradı. Sevgi, saygıyla; aşk imanla korunurdu. Sevgili Yunusumuzun: Ölen hayvan olur Âşıklar ölmez" dediği aşk kahramanı, aynı zamanda bir iman kahramanıydı. Sevgililer, birbirlerine libas olur, zırh olur, öylece korunurlardı. Sevgi, aşk ve iman korunaklarında kurulan yuvalar, birer cennet yuvasıydı. O yuvaların oluşturduğu toplumlar da birer cennet topluluklarıydılar.

Şâirin, "târihe karıştı eski sevdalar" diye şikâyet ettiği hayatı tekrar yakalamak, yeni bir iman toplumu kurmak, tekrar kaybedilen değerleri bulmak ve o değerlerle yeniden olmakla mümkündür. Bu buluş ve oluşu gerçekleştirmek için de eğitim, bilişim kurumlarının en güzel şekilde kullanılması gerekir. Okullar, tiyatrolar, sinemalar, televizyon ve radyolar ve buna benzer diğer kuruluşlar, bu yeniden oluşun en hayati organlarıdır. Onlar da ölmüşse toplum zaten yok olmuş demektir.

Bize sürekli kefen kesen değil, yepyeni bir libas diken iman, anlayış, idrak, iz'an, şuur lâzım. Yoksa köy, kasaba, şehir denilen mezarlarda kefenleriyle dolaşan ölülerden farkımız kalmaz.

Yeni Şafak
 

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.