Geçen yıllar cesedi değiştirip dururken, insânın çevresi de nasîbini alıyor.
Eski dostlar müzede yerlerini bulurken, yeni dostlar onların yerlerine geliyor.
Bulunduğu ân neyse, insânın hâli odur; yeni dostlar o zâtı o hâliyle tanırlar.
Mâzíde kalan günler o ânın fotoğrafı; eski dostlar hâliyle o günlerde kalıyor.
Eskinin âlâyişi, nümâyişi çoğ idi; Kaplan deyince gelen o levhalardır akla;
Yeni dostlar habersiz dünün manzarasından, sâdece Kur’ân dersi veren şahsı biliyor.
Lâf atan dostlarıma dünün Kaplan’ı gerek, ama artık öldü o, uhuvvet mahveyledi!
“İnneme’l-mü’minûne” âyeti nüzûl ile, betondan duvarları kalb evinden deliyor.
Demiyoruz elbette “Dün dündür, bugün bugün”; dünün muhâsebesi elbette bize lâzım;
Ama hisler ölmeli, beşeriyyet durulup; Sünnet düstûrlarıyla bu hâl mümkün oluyor.
Tecrübe gösterdi ki, âlâyiş ve nümâyiş, avara kasnak gibi ferdi boşa dönderir!
Sâde Kur’ân hizmeti Nûr’dan binekler ile; dünün de, bugünün de paslarını siliyor.
Ne zamân kíl ü káli atarsak dünyâmızdan, verirsek ağırlığı marzıyyât-ı Bârî’ye;
İşte o ân alkışlar sekene-i Arş bizi, işte o ân Üstâd-ı kudsî bize gülüyor.
Ehl-i dünyâ aldatır Kur’ân tilmizlerini, desâis-i Şeyâtín kol gezer çevremizde;
“Hücûmât-ı Sitte”nin şaşmaz îkázları ki, o fitnenin beynini iksir gibi bölüyor!
Süfyân’da hîle bitmez, karayı ak gösterir; hubb-i câh rüşvetiyle payanda yapar küfre;
“Kalbim Üstâd’la bile” dedirtirken şâkirde, ötede hális bir kalb hakíkatte ölüyor.
Risâle-i Nûr yolu dâire-i Kur’ân’a “va’tesımû cemîa” ile ulaştırırsa;
Ahbes’in ahfâdı da cedleriyle birlikte -ilme’l-yakín biliriz- inlerinde uluyor!
“Eski hâl” muhâl artık, dün gitti cancağızım; izmihlâlden kurtulmak “yeni hâl” ile mümkün!
Başka şeyi unuttu Kaplan bunu söylüyor; yüce Arş Hâkimi’nden artık bunu diliyor.
Yeni hâl
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.