Esra Keskin Demir'in haberi:
Terörün şiddetini fazlasıyla hissettirdiği bugünlerde her zamanki gibi Kürt-Türk ayrışması körüklenmek isteniyor. Halbuki yaklaşık beş yüzyıl önce Yavuz Sultan Selim'in önemli danışmanlarından biri olan Kürt aydın İdris-i Bitlisi, iki halkı karşılıklı işbirliği ve ortak çıkar temelinde buluşturmuştu. Dün ölüm yıldönümü olan Bitlisi'nin bunu nasıl başardığını bir kez daha anlamak için tarihe uzandık.
Yıllardır çözüme kavuşmayan terör, akan gözyaşlarının dinmesine bir türlü müsaade etmiyor. Türk-Kürt çatışmasını körükleyen o kadar çok odak var ki günümüzde, bazen ümitsizliğe kapılmamıza bile neden oluyor. Hâlbuki yaklaşık beş yüzyıl önce 25 Kürt beyliği bizzat kendi isteğiyle Osmanlı hakimiyetine geçmişti. Yavuz Sultan Selim'in bir nevi müşavirliğini yapan Şeyh İdris-i Bitlisi'nin doğudaki çalışmaları sağlamıştı bunu. 12 Kasım, Mevlânâ Şeyh olarak anılan bu Kürt âliminin ölüm yıldönümüydü. Bu vesileyle kendisini ve birleştirici rolünü hatırlamak için tarihimize uzandık.
İdris-i Bitlisi'nin 1452-57 yılları arasında Bitlis'te doğduğu tahmin ediliyor. Babası, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın divan kâtiplerinden. Aynı zamanda tasavvuf ve tefsir konularına hâkim önemli bir âlim. İdris-i Bitlisi böyle bir babadan ve dönemin değerli âlimlerinden dersler alıyor. Ve o da babası gibi Akkoyunlu sarayında kâtiplik yapmaya başlıyor. Yanı sıra şehzadelere hocalık yaptığı da biliniyor. Fakat hızla güç kazanan Safevi lideri Şah İsmail'in Akkoyunlu hükümdarlığına son vermesiyle (1501) İstanbul'a geliyor. Amacı o dönemde tahtta bulunan II. Bayezid'ı Safevi tehlikesine karşı uyarmak. Ama II. Bayezid, Safevileri çok ciddi bir tehlike olarak görmüyor. Hatta Şah İsmail'in Fars ve Irak'taki zaferlerini tebrik etmek amacıyla elçiler gönderiyor. Yine de İdris-i Bitlisi'ye tarih yazıcılığı, özel kâtiplik ve nişancılık gibi görevler veriliyor.
Kürt beylerini iyi tanıyordu
Bir süre sonra Bitlisi ile saraydaki bazı görevlilerin arası açılıyor. Bu yüzden saraydan uzaklaşıp hacca gitmek istediyse de bu arzusu padişah tarafından engelleniyor. Kürt âlim, nihayet 1511 yılında İstanbul'dan Hicaz'a gitme fırsatını elde ediyor. Sonra da İstanbul'a mektup yazarak, sarayda takdir görmediğini ve bu yüzden dönmek istemediğini ifade ediyor.
İdris-i Bitlisi'ye hak ettiği değeri II. Bayezid'den sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim veriyor. Çünkü Sultan Selim, şehzadeliği döneminde Safevi tehlikesinin farkındaydı. Ancak tahta geçene kadar Osmanlı Devleti'nin doğu sınırındaki güvenlik bütünüyle ortadan kalkmıştı. Akkoyunlu topraklarının büyük bölümü mahallî idarecilerin eline geçmiş, Dulkadirliler Safevilere karşı duramamış, bu yüzden Osmanlı toprakları üzerindeki Safevi baskısı iyice artmıştı. Öte yandan Şah İsmail'in, Özbeklere karşı kazandığı savaşlar ve ülkesinin sınırlarını Maveraünnehr'e kadar genişletmesi sıranın Osmanlılara geleceği endişesini uyandırıyordu.
Bu yüzden Yavuz Sultan Selim tahta geçer geçmez seferlerin yönünü doğuya çevirdi. Yaptığı ilk işlerden biri de İdris-i Bitlisi'yi saraya geri çağırmaktı. Bitlisi, doğuda yetişmesi hasebiyle bölgeyi ve bölge insanını iyi biliyordu. Padişahın en önemli danışmanlarından biri oldu. İran seferi öncesinde Anadolu'daki muhtemel Kızılbaş ayaklanmalarını kontrol altına alarak başladı işe. Kürt beyleriyle temasta bulunarak Kürtleri Osmanlı safına çekti. Bu sırada, 1514'te, İran seferi yapıldı. İki ordu Çaldıran Ovası'nda karşı karşıya geldi ve Safeviler mağlup edildi.
Ama doğuda hâlâ Safevi hâkimiyetinde olan irili ufaklı merkezler vardı. Bu yüzden Kürtlerle asıl temas savaş sonrasında başladı. Sultan Selim, Kürt beylerini Osmanlı hâkimiyetine girmeye ikna etmesi için İdris-i Bitlisi'yi görevlendirdi. Mevlânâ Şeyh, 25 Kürt beyiyle anlaşarak onları ve 10 bin gönüllü Kürt'ü Osmanlı idaresine kattı. Bunu 2 ay gibi kısa bir sürede, engin bir deha ve ikna kabiliyetiyle, savaşsız bir şekilde başardı. Osmanlı sınırları, Kars'tan güneye doğru Erzincan, Bayburt, Kemah ve Bitlis'ten Diyarbakır'a dayandı. Bir süre sonra, Şah İsmail'in Diyarbakır'a vali olarak atadığı Karahan'ın da öldürülmesiyle Güneydoğu'nun en önemli şehri Diyarbakır da Osmanlı'ya geçmiş oldu.
Şeyh İdris-i Bitlisi'nin Doğu ve Güneydoğu'da yaptığı bu faaliyetler, Osmanlı Devleti'ni hem Safevilere hem de Memlüklere karşı çok iyi bir konuma getirdi. Ayrıca bölgenin güvende olması Yavuz Sultan Selim'in Mısır ve Suriye seferlerine çıkmasını da kolaylaştırdı. Bitlisi'nin başarısı da karşılıksız kalmadı elbet. Padişah tarafından askeriyedeki en üst rütbe olan Kazaskerlik ile ödüllendirildi. Yanı sıra berat ve hediyelerle taltif edildi.
Bazı ayrıcalıklar tanındı
Mevlânâ Şeyh'in Kürt beyleriyle kurduğu ilişkiyi incelediğimizde, karşılıklı işbirliği ve ortak çıkar temelinde buluşulduğunu görüyoruz. Bitlisi, Yavuz'dan aldığı yetkiyle, Osmanlı Devleti ile işbirliği yapan Kürt beylerini bölgeye vali olarak atıyor. Sonrasında da valiliğin babadan oğula geçişi gibi ayrıcalıklar tanıyor. Ayrıca eyaletlere belli oranda vergi ve savaş zamanında verilecek asker sayısı dışında sorumluluk yüklenmiyor. Osmanlı hâkimiyetindeki halkların din, dil, örf-âdet ya da yaşam biçimlerine de müdahale edilmediğini biliyoruz.
Ne yazık ki bugün, yarım asır öncesindeki diyalog kurulamıyor. Karşılıklı işbirliği ve ortak çıkarı düşünmek bir yana taraflar mevcut durumlarından bir adım bile öteye geçemiyor. Galiba sorunun çözümü için önce İdris-i Bitlisi'yi tanımak gerekiyor.
Mezarı Eyüp'te
İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim'in vefatından iki ay sonra 12 Kasım 1520'de öldü. Mezarı Eyüp'te, kendi adıyla anılan İdrisköşkü Caddesi'nde. Hemen yanında eşi Zeynep Hatun'un vakfederek yaptırdığı mescit var. Rivayetlere göre Zeynep Hatun, bu mescidi kendi ördüğü çorap ve benzeri el işlerini satarak yaptırmış. Mezarın yakınında Bitlisi'nin yaptırdığı, şu anda mescit olarak kullanılan bir de sıbyan mektebi bulunuyor. (Zaman)
SAİD NURSİ: YAVUZ SELİM'E BİAT ETMİŞİM
Risale Haber'in notu:
Konu ile ilgili Risale-i Nur'da geçen bölüm şöyle:
Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira, o vilâyat-ı şarkiyeyi ikaz etti. Onlar da ona bîat ettiler. Şimdiki şarklılar, o zamanki şarklılardır. Bu meselede seleflerim, Şeyh Cemaleddîn-i Efganî, allâmelerden Mısır müftüsü merhum Muhammed Abduh, müfrit âlimlerden Ali Suâvi, Hoca Tahsin ve ittihad-ı İslâmı hedef tutan Namık Kemal ve Sultan Selim’dir ki, demiş:
İhtilâf u tefrika endişesi
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağ-dar eyler beni.