Risale-i Nur Araştırmaları Projesine istinaden
İnsan bir müjdeyle karşılaştığında tarifi imkânsız bir memnuniyet duyar.
Risale-i Nurlarda açıkça söylenen bir müjde vardır ki, her okuduğunuzda, her duyduğunuzda, ayaklarınız yerden kesilir ve dizlerinizin bağı çözülür:
Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmiyetin sadâsı olacaktır.
Ne güzel bir müjdedir bu. İnsandaki dünya sevdasını yüreğinden söküp atıverir. Duygu sel olur; kalbindeki heyecan artar; yürekler kabarır; gözler buğulanır.
Sadece bu kadar değildir verilen müjdeler. İsmen çağırır Üstadımız, tek tek seslenir:
Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tâhirler, Yusuflar, Ahmedler ve sâireler..
Fakat acele etmişizdir; çünkü mevsim henüz kıştır. Muasırlar, hakikatleri anlamaktan aciz kalmışlardır. Tarla sürülür, toprak havalandırılır; meşakkatler çekilir, sıkıntılar yaşanır. Ve artık tohumlar ekilmiştir. Beklenen gün gelecektir. İsmen çağrılanlar, cennet gibi bir baharda yeryüzüne geleceklerdir. Tohumlar yeşerecek, yeryüzü sümbüllenecek; ağaç olacak, dal budak olarak, her yanı saracaktır.
Sûreten medenî, dinde lâkayt, fikren en derin derelerde bulunanlar geçmiş ve mazi olacaklardır. Gelen neslin kapısında durmak kimsenin haddine düşmemiş ve düşmeyecek inşaallah!..
...Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin! müjdesinin tahakkukuyla, belki de imtihan mahalli olan kâinat sona erecektir. Kim bilir?..
Ferasetli ufkuyla, 1900lerin başında durarak yüz yıl sonrasını gören ve bu günümüze hitap eden Üstadımız diyor ki:
Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nurun sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tâhirler, Yusuflar, Ahmedler, vesaireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, "Sadakte" deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.
Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar, şu kitabın (3) hakaikini hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesâili hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.
Ey muhataplarım! Ben çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en derin derelerinde olanları camie dâvet ediyorum.
İşte ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Tâ ki, hakikat-i İslâmiyeyi hakkıyla kâinat üzerinde temevvüc-sâz edecek olan nesl-i cedid gelsin!(4)
Bu hizmet-i Kuraniyeyi gelecek nesillere bir fazlasıyla taşıyabilmek ümidiyle.
(1) Afiyet olsun, vücudunuza yarasın.
(2) Velev misafirin nurunu müşahede edenden de olsa.
(3) İstikbalde telif edilecek Risale-i Nur Külliyatını hiss-i kablelvuku ile haber veriyor.
(4) Münâzarat, Sayfa:55