Türkçe'de güçlü bir eleştiri geleneği oluşamamasının bir nedeni insanların okudukları kitaplara tekrar geri dönmemeleri. Falan kitabı okudun mu evet okudum, bir zamanlar okumuştum, bir daha o kitaba dönmemiş. Bu okumanın insanı faydası var ama yok gibi, bu yüzden yeniden bakmak anlamında review demişler İngilizler. Bu bir anlamda da eleştiri manasına geliyor, yani ayrıntıyı göremezseniz o kitaptan bir şey alamazsınız veya mükemmelliği ve nakıslığı hakkında bir yorum yapamazsınız. İyi okunmayan bir eser hakkında verilen hükümler de yetersiz olur. Bugün ülkemizde hiç okumadığı kitaplar hakkında verilmiş maksatlı hükümler var, kapağını açmadığı bir kitaba hem de profesör ünvanı almış insanların iftira etmesi kabul edilemez cehalet ve ihanet örnekleri.
İngilizcede bir eleştiri terimi var. Review bunun çok karşılıkları var, bir karşılığı yeniden bakmak, bir esere, bir kitaba, bir mimari veya resim sanatına yeniden bakmak.
Bediüzzaman eserlerini defalarca okumuş, hatta bazıları hakkında sayılar vermiş, onları hatırlamıyorum ama söylediği her okuduğumda sanki daha önce okumamışım gibi geliyor yollu cümleler kullanmış. Bu da eserlerinin her seferinde yeniden okunmasını ve yeni şeyler hissedileceğini bildiğinden dolayıdır. Mesala ben de Münacaat’ı defalardır okuyorum gerçekten her sefer yeni şeyler görüyorum, sanki okudukça açılan bir kitap veya gittikçe genişleyen bir yol gibi.
Kur’an da aynı değil mi insanlar onu defalardır okuyor ama hep yeni şeyler görüyor. Ben her gün otuz sahife okuyordum, sonra okuduğumu anlayayım diye okudum, baktım zaman zaman kendime dedim ben bunları daha önce okumadım mı? Hele bir de şimdi okuduğum bir kitap var. İngilizce, Türkçe ve Arapça Kur’an-ı Kerim o kadar farklı şeyler görüyorum ki sanki şimdiye kadar hiç okumamışım gibi geliyor bana, hayıflanıyorum. Bu da gösteriyor ki yeniden yeniden bakmak ve yeniden yeniden okumak, Hazreti Mevlana’nın Mesnevi Şerif’i için de aynı şey söylenir, insanlar defalarca okur ve her seferinde yeni manalar çıkarır, yenilerler kendilerini.
Türkçede yeniden bakmak diye bir kelime yok, insan çok zaman bir şeye her zaman aynı şekilde bakar ve onun etkileyici ve insanı yenileyen yanını görmez, buna ülfet diyoruz ya. Bediüzzaman yeniden bakmayı sağlamak için eserlerinde hergün gördüğümüz olaylara ve nesnelere yeniden bakar.
22. Sözde yeniden bakmak için eseri kurgulamış: “Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki acib bir aleme götürülmüşler.” Biz o acib alemdeyiz ama birçok şeyin acip ve acaip olduğunu göremiyoruz.
Bak burada iki arkadaş geziyor ve izlenimleri:
“Şu acaib alemde gezerek seyran ettiler, gördüler ki bir kısım mahluklar var bir tarz ile konuşuyorlar. Fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar, yalnız işaretlerinden anlaşılıyor ki mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.“
Bu hergün gördüğümüz alemin yeni bir gözle yorumudur. Bediüzzaman beş duyunun onurunu korumaya ve onları içindeki dünyada baktıkları şeye layıkıyla bakmayı öğretiyor. Kur’an da sürekli göze, kulağa, akla hitap edip bakamadın yeniden bak diyor. “Velakin latefhehün.” Lakin tefekkür edemedim yeniden bak diyor, efela yakilün diyor. Bütün mesele yeniden bakmak.
Altıncı söz beş duyuyu kurtarma ameliyesidir.
“Her âzâ ve hasselerin kıymeti, birden bine çıkar. Meselâ, akıl bir âlettir. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, öyle meş’um ve müz’ic ve muacciz bir âlet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinânesini ve gelecek zamanın ahvâl-ı muhavvifânesini senin bu bîçare başına yükletecek yümünsüz ve muzır bir âlet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz’âc ve tâcizinden kurtulmak için gàliben ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikisine satılsa ve Onun hesâbına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazînelerini ve hikmet defînelerini açar. Ve bununla sahibini, saadet-i ebediyeye müheyyâ eden bir mürşid-i Rabbânî derecesine çıkar.
“Meselâ, göz, bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakka satmayıp, belki nefis hesâbına çalıştırsan, geçici, devamsız bâzı güzellikleri, manzaraları seyr ile şehvet ve heves-i nefsâniyeye bir kavvat derekesinde bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîrine satsan ve Onun hesâbına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitâb-ı kebîr-i kâinatın bir mütâlaacısı ve şu âlemdeki mu’cizât-ı san’at-ı Rabbâniyenin bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübârek bir arısı derecesine çıkar.
Meselâ, dildeki kuvve-i zâikayı Fâtır-ı Hakîmine satmazsan, belki nefis hesâbına, mide nâmına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazînelerinin bir nâzır-ı mâhiri ve kudret-i Samedâniye matbahlarının bir müfettiş-i şâkiri rütbesine çıkar.
İşte ey akıl, dikkat et! Meş’um bir âlet nerede, kâinat anahtarı nerede?
Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvat nerede, kütüphâne-i İlâhînin mütefennin bir nâzırı nerede?
Ve ey dil, iyi tad! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazîne-i hâssa-i rahmet nâzırı nerede?
Ve daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü’min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvâfık bir mahiyet kesb eder. Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü’min, imâniyle Hàlıkının emânetini, Onun nâmına ve izni dairesinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyânet edip nefs-i emmâre hesâbına çalıştırmasıdır.”
Şu kısım beş duyunun yerinde kullanılmamasıyla yerinde kullanılmasını anlatır. Farkını ortaya koyar, yeniden baktırır Bediüzzaman. Namaz kılarak mı cennete gidilir yoksa beş duyuyu yerinde kullanmakla mı?
Bediüzzaman bir tecdid, yenilenme, yenileme hareketi geliştirmiş. Dine yeniden bakmaktır, hayata herşeye tabiata, insana, beş duyuya, güneşe, aya, yıldızlara, balıklara, bütün bir aleme, yoksa mahiyetinde dinin bir değişme yok, yeniden bakmayı örgütlemiş.
Bütün eserleri yeniden bakmak üzerine kurulmuş ve kurgulanmış. Eserleri yeniden bakmanın mektebidir.
Bütün eserlerinde yüzlerce yerde bakmak fiilini kullanır. Dünyadan ahirete götüren bir bakmadır. Bazan ayrıntıyı gösteren bir bakmadır. Bu kadar musırrane bakmak kelimesi üzerine ısrarı, ne kadar eserlerini okuyanlara bakmanın mektebinde devamlı olmalarını teklif eder. Biz ise o kadar afaka boğulmuşuz ki enfüsi daireden dünyanın en gereksiz malayaniyatıyla uğraşıyoruz, halbuki asıl mesele bakmasını, görmesini, düşünmesini bilen insanlar olmak ve yetiştirmek.
Sanat mektepleri bakmayı, görmeyi öğretir. Hiç kimse Bediüzzaman kadar bakmayı, görmeyi ve düşünmeyi öğretemez. Ne yapalım mahşerin mahkeme-i kübrasında buluşacağız. İnsanların bu büyük değişim eserlerini okumasına engel olacak tavırlar ve fikirlerde bulunmak küfre hizmettir, dalalate hizmettir.
Bak Ayet’ül Kübra gibi bir bakmak üzerine kurulmuş fakültenin girişi aşağıdaki satırlar:
“Bu dünya memleketine ve misafirhanesine gelen herbir misafir, gözünü açıp baktıkça görür ki:
Gayet keremkârâne bir ziyafetgâh
ve gayet san’atkârane bir teşhirgâh
ve gayet haşmetkârâne bir ordugâh ve talimgâh ve
gayet hayretkârâne ve şevk-engizâne bir seyrangâh ve temâşâgâh
ve gayet mânidarâne ve hikmetperverâne bir mütalâagâh olan…”
Sekiz değişik açıdan bakmış bu her gün gördüğümüz dünyaya.
Devleti ele geçirmek, yönetmek, kimlerle, artist insan tipleriyle… Asıl devlet, bedenini ve vücudunu yerinde kullanmak. Bediüzzaman’ı başka yerlere çekip eserlerinin tezini yıkmak. Ne büyük bir tahribat yapıldı.
Bakmak kelimesini dünyaya uygulayınca ne kadar farklı şeyler görür.
“Bu güzel misafirhanenin sahibini ve bu kitab-ı kebîrin müellifini ve bu muhteşem memleketin sultanını tanımak ve bilmek için şiddetle merak ederken, en başta göklerin nur yaldızıyla yazılan güzel yüzü görünür. "Bana bak, aradığını sana bildireceğim" der. O da bakar, görür ki:”
Önce gezegenlere bakar.
“Bir kısmı arzımızdan bin defa büyük ve o büyüklerden bir kısmı top güllesinden yetmiş derece sür’atli yüz binler ecram-ı semâviyeyi direksiz, düşürmeden durduran ve birbirine çarpmadan fevkalhad çabuk ve beraber gezdiren; yağsız, söndürmeden mütemadiyen o hadsiz lâmbaları yandıran ve hiçbir gürültü ve ihtilâl çıkartmadan o nihayetsiz büyük kütleleri idare eden ve güneş ve kamerin vazifeleri gibi, hiç isyan ettirmeden o pek büyük mahlûkları vazifelerle çalıştıran ve iki kutbun dairesindeki hesap rakamlarına sıkışmayan bir nihayetsiz uzaklık içinde, aynı zamanda, aynı kuvvet ve aynı tarz ve aynı sikke-i fıtrat ve aynı surette, beraber, noksansız tasarruf eden ve o pek büyük mütecaviz kuvvetleri taşıyanları, tecavüz ettirmeden kanununa itaat ettiren…”
Sonra hava boşluğuna bakar, hatta bakmayı hava boşluğu bu karaktere söyler.
“Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acâip olan feza, gürültüyle konuşarak bağırıyor: "Bana bak, merakla aradığını ve seni buraya gönderini benimle bilebilir ve bulabilirsin" der. O misafir, onun ekşi, fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş, fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki…”
Sonra bulutlara bakar.
“Zemin ile âsumân ortasında muallâkta durdurulan bulut, gayet hakîmâne ve rahîmâne bir tarzda zemin bahçesini sular ve zemin ahalisine âb-ı hayat getirir ve harareti, yani yaşamak ateşinin şiddetini tâdil eder ve ihtiyaca göre her yerin imdadına yetişir. Ve bu vazifeler gibi çok vazifeleri görmekle beraber, muntazam bir ordunun acele emirlere göre görünmesi ve gizlenmesi gibi, birden cevvi dolduran o koca bulut dahi gizlenir, bütün eczaları istirahate çekilir, hiçbir eseri görülmez. Sonra, "Yağmur başına arş!" emrini aldığı anda, bir saat, belki birkaç dakika zarfında toplanıp cevvi doldurur, bir kumandanın emrini bekler gibi durur. Sonra, dünyaya gelen o yolcu adama ve misafire, cevv-i sema denilen ve mahşer-i acâip olan feza, gürültüyle konuşarak bağırıyor: "Bana bak, merakla aradığını ve seni buraya gönderini benimle bilebilir ve bulabilirsin" der. O misafir, onun ekşi, fakat merhametli yüzüne bakar; müthiş, fakat müjdeli gürültüsünü dinler, görür ki…”
Fena fiddünya olmuş bizlere dünyanın neresinde fani olmayı öğretiyor.
Necip Fazıl, “Beni kimsecikler anlamaz zaten” demiş. Anlaşılamamak büyük adamların çektiği cefa…
Kuantum fiziğini bulan adam anlaşılmamış, Nevton teorisi yaygınmış ona bakılmamış ama adam o kadar emek verdiği fizik icadına davranılan bu kör tavır yüzünden intihar etmiş. Daha sonra anlaşılmış ama mezardan kalkıp gelecek hali yok…
Bilim tarihi bakmayı, görmeyi ve evren ve dünyayı yeni bir gözle keşfetmeyi örgütleyen bu Ayet’ül Kübra eserini bir gün alkışlar. Bırak alkışlamasınlar. Marifetullah rasathanesi semada melekler ve mazide bütün asfiya-ı müdakkikin bulunan ilahi gözlemevi metnini alkışlıyorlar.