Yeni Şafak gazetesinin kıymetli yazarı Özlem Albayrak’ın yazıları vesilesiyle başlayan “Liberal Müslüman olur mu” tartışmasına son bir kaç not ekleyeceğim.
Bu tartışmanın içinde aslında iki ayrı soru var:
1) Müslümanlar, başka bir medeniyetten herhangi bir fikir veya sistem alıp kullanabilir mi?
2) İlk sorunun cevabı “evet” ise, o zaman bu “ithal” fikirlerden biri “liberalizm” olabilir mi?
Mütedeyyin dostların bazılarında ilk soruya peşinen “hayır” deme refleksi var. Çünkü, başka bir medeniyetten herhangi bir şey almak, sanki “İslam yetersiz kaldı” demek gibi geliyor onlara. Oysa, burada tartışılan, bir din olarak İslam’a yabancı unsurlar katmak (mesela camilere sıra sokmak!) değil. Dinin değişime açık bıraktığı alanlarda başka medeniyetlerin tecrübelerinden yararlanmak.
Eğer buna karşı iseniz; demokrasiye, parlamentoya, seçimlere ve “sivil anayasa”lara da karşı çıkmanız lazım. Çünkü bunların hepsi “Batı icadı”. Hatta trafik kurallarını bile reddetmeniz, kafir Batı’nın “tağuti” bir sistemi olarak lanetlemeniz gerek.
Hangi aydınlanma?
Gelelim liberalizme... Bu konuda bizdeki İslamcı kalemler arasında epey oturmuş bir söylem var: Liberalizm Aydınlanma devri ürünüdür. Aydınlanma dine başkaldırıdır. Dolayısıyla liberalizmin özgürlüğü de ancak “dinden özgürlük”tür.
Oysa bu hikaye, bütün Batı’yı değil, kıta Avrupası’nı ve bilhassa Fransa’yı yansıtıyor. (Kemalistler ve solcular bir tek Fransız Aydınlanması’nı bilip ona yapıştığı için, İslamcılarımız da bu dar çerçeveden okudu Batı’yı.) Oysa, hakikaten “din düşmanı” olan Fransız Aydınlanması’na karşı bir de dinle barışık İskoç (ve İngiliz) Aydınlanması vardır. Bunun Amerika’daki yankısı daha da dindar bir karakter kazanmış, “dinden özgürlük” değil, aksine “din için özgürlük” istemiştir.
Nitekim Fransız Devrimi, hem krala hem dine yönelik bir saldırıdır. Amerikan Devrimi’ni ise Benjamin Franklin’in ünlü sözü özetler: “Despotlara isyan, Tanrı’ya itaattir.”
Bugün de liberalizmin farklı yorumları var. Ben, kendi adıma, Anglo-Sakson geleneğinde gelişen ve temel amacı modern devletin ceberrutluğunu dizginlemek olan klasik siyasi liberalizmi benimsiyorum. (Bunun kökeninde İslami unsurlar olduğunu bile düşünüyorum.)
İktisadi liberalizme getirilen “sömürü” ve “emperyalizm” suçlamalarını ise, kurduğu her sistem çökmüş olan Marksizm’in Türkiye’de hala süren “kültürel hegemonya”sına bağlıyorum. Anti-liberal Müslüman aydınlarımızın çoğu, içselleştirdikleri bu Marksist ezber içinden konuşuyor.
Aynı aydınların Avrupa toplumlarını neyin sekülerleştirdiği (dinden uzaklaştırdığı) sorusuna ezbere verdikleri “liberalizm ve kapitalizm!” cevabı da bence yanlış. (Bu ikisinin çok daha güçlü olduğu ABD, Avrupa’dan çok daha dindar zaten.) Asıl sekülerleştirici dinamikler, bana sorarsanız, fikri düzeyde “bilimsel materyalizm”, toplumsal düzeyde de “sosyal devlet.”
Özgürlük meselesi
Dönelim İslam’a... Elbette hiçbir mümin, “İslam’ı liberalizme uydurmak” gibi bir yanlışa onay veremez. Ama bu, İslam’daki özgürlük anlayışları ile liberalizmi kıyaslamaya engel değil.
Bu kıyasta çatışma alanı gibi duran mesele, “günah” kavramı değildir. Günah sayılanın devlet veya toplum eliyle cezalandırılmasıdır. Klasik fıkıhta bunun pek çok örneği vardır kuşkusuz. Dahası, “mürtedlerin” (dinden çıkanların) öldürülmesi gibi hükümler vardır. Ama aynı klasik kaynaklarda, bu hükümlerin başka türlü yorumlandığı da vakidir. (“İyiliği emredip kötülükten sakındırma”nın sadece “tebliğ” olarak yorumlanması gibi.)
Bu uzun bahsi, İslam ve özgürlük üzerine yazdığım ve Türkçesi önümüzdeki aylarda yayınlanacak kitaba bırakıyorum. Ama belli ki önemli bir tartışma bu, ve bizi meşgul etmeye devam edecek.
Star