Bediüzzaman’ın bir gününde bahçe
Peygamberimiz (asm) kâinatla iç içedir. Zaman zaman Beyruha Kuyusuna gidip tefekkür eder. Ebu’l-Heysem et-Teyyihan bahçesine su çevirdiği bir vakit bahçeyi şereflendirir.
Bazen Kuba köyündeki, Gars kuyusunun bulunduğu bahçeye, bazen de Eris kuyusunun bulunduğu bahçeye gider.
Kâinatın dilinden anlayan Sevgililer Sevgilisi (sav) Rabbinin sesini, sözünü dinlemek için zaman zaman sahabelerin bahçelerine gidip kâinat bahçesini tefekkür eder. Bu minvalde Medine’de Ebu Talha’nın bahçesi sık sık uğradığı yerlerdendir. Efendimiz (sav) buradan derlediği tefekkür çiçeklerini bizlerin de tefeyyüz etmesi için sunar.
Asırlar sonra Bediüzzaman Barla’ya gelir. Barla sıddıkları sahabe saffetiyle onu kucaklayıp Barla’da Medine hayatı yaşatırlar. Muhacir Hafız Ahmet ona evinin, Sıddık Süleyman bahçesinin kapısını açar. Medine’de Ebu Talha, Barla’da Sıddık Süleyman…
Bediüzzaman, Sıddık Süleyman’ın bahçesinde cennet asa bir bahar hisseder. Aşağıdaki dereden gelen su sesleri eşliğinde, bahçeyi dolduran otların, çiçeklerin, ağaçların, karıncaların, kuşların zikrini dinler. Bu ilahi atmosfer içinde 28. Söz Cennet risalesini kayda geçer. Bu Risale ile bahçe Cennet Bahçesi unvanını kazanır. Ne mutlu o bahçeye, ne mutlu o bahçeyi Bediüzzaman’a açana, ne mutlu orada cennet risalesi yazan cennet yolcusuna…
Bediüzzaman’ın bir gününde gökyüzü
Rabbimiz, Kur’anı Kerim’de “Bakmazlar mı göğe, nasıl bina edip süslemişiz?” buyurur. Kur’an’ın ilk muhatabı, Rabbinin muhabbetli sevgilisi Sevgililer Sevgilisi (sav) bu ayetin çağrıştırdığı şekilde sık sık gökyüzüne bakar, Rabbinin celal içre cemalini seyreder.
Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de “Bakmazlar mı dağlara?” diyerek Peygamberimizin şahsında bizleri dağlara çağırır. Peygamberimiz bu çağrıya uyarak dağlara çıkmış, Hira Mağarasında bir süre kalmış, dağdan şehri ve insanlığı seyretmiştir.
Rabbimiz Kur’an’da “Şimdi bak gökyüzüne, dağlara, kuşlara” diyerek Peygamberimizi tefekküre ve tenezzühe çağırır.
Asırlar sonra Bediüzzaman, Kur’an’ın ve Peygamberimizin çağrısına uyarak kâinata açılır; gökleri, dağları, denizleri, çayları, ırmakları gezer. Tuttuğu kâinat notlarını Risale-i Nur adı altında insanlığın istifadesine sunar. Bu vesileyle bizleri de aynı yerlere bakmaya davet eder. “Şimdi, bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara; yerden, dağlardan kaynamaları tesadüfî değildir.”
İnsan göklerden gelmiştir ve arşın sevdalısıdır. Semavi hakikatleri arştan arza aksettiren Peygamberimiz sık sık gözlerini semaa, gökyüzüne çevirirdi. Gökyüzünde hilali görünce bambaşka hallere girerdi. Öyle ki bir gün, “Ey hilal, benim de, senin de Rabbin Allah’tır” demişti. Bir başka gün de, “Seni yaratan Allah’a inandım” deyivermişti. “Âlimin âbid üzerindeki üstünlüğü dolunaylı gecede kamerin diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.” demesi boşuna değildi. Dolunayı bilmeyen ne bilsindi onun yıldızlardan üstün olduğunu…
Peygamberimize enfes bir naat yazan Turgut Uyar bir kitabının ismini “Göğe Bakma Durağı” koyar. Bediüzzaman Turgut Uyar’ı bilir miydi bilinmez ama Barla’daki çam, çınar ve katran ağaçları Bediüzzaman için göğe bakma durağıdır. Rabbini ana ana semada onu arar.
Büyük şair Ahmet Haşim “akşam, yine akşam” diyerek sesini şiire boşaltır. Şems-i Ezelinin parlak güneşi Hz. Mustafa, (asm) “Benim namım güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır” demişti. Elbette ruh-ı revan-ı Muhammedi'yi şehbal açtıracak günler gelecekti.
Peygamberimiz zaman zaman güneşin batışını seyrederdi. Bir gün Ebu Zer’e, “Yâ Eba Zer! Biliyor musun, güneş nereye gidiyor?” diye sormuştu. Ebu Zer, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir.” deyince, “Arşın altında Rabbine secde etmeye…” demişti. O güneşler güneşi Sevgili (sav) güneşi bile insan gibi abid bilirdi. İnsan beş vakit namazda kim bilir hangi varlığın ibadetine numune oluyordu. Kıyamda ağaçların, rükûda dört bacaklı hayvanların ibadetine şahitlik eden insan secdede güneşe şahitlik ediyordu.