İstihdam sırları ve gizli işsizlik tehlikesi-5
22 yıllık memuriyet hayatı müşahedelerim, 41 yıllık ömür ve sosyal hayat ilişkilerim, bu süreçte elde edilen akademik birikimim, psikoloji ve insan karakterlerine dair okumalar, incelemeler ve gözlemlerim, kendi kişisel yeteneklerimin inkişafına dair tecrübelerim ve hakka’l-yakin müşahedelerim neticesinde yetenek tespitine dair bazı meseleler netleştiler. Bunları şöyle sıralayabilirim:
- Keskin bir zekâ: Kişi, başka sahalarda olmayabilir fakat potansiyel yeteneği olduğu sahada keskin bir zeka sahibidir. Bu durum kişinin o sahada yetenek sahibi olduğunu gösterir.
- Güçlü bir hafıza: Kişinin yeteneği olduğu sahada güçlü bir hafızası vardır. 20-30 sene öncesine ait de olsa kendi yeteneğiyle ilgili hatıra, bilgi ve tecrübeleri daha dün yaşamışçasına hatırlar.
- Kırılmaz bir şevk: Kişi, yeteneği olduğu sahada sonsuz bir şevk, öğrenme açlığı ve doymak bilmez bir gelişim sergiler. O sahaya ait yenilikleri heyecan içinde takip eder.
- İşinde fâni olma: Kişi yeteneği olan sahaya bütün benliğiyle odaklanıp dünyadan bağını kopartacak derecede bir yönelişle kilitlenir. Varlık ve hayattan gayesinin o işi yapmak ve o sahada ilerlemek olduğunu hisseder.
- Yenilikçi bakış: Kişi, yeteneği olan sahada mevcut bütün birikimi heyecanla ele alıp hürmetle emek sahiplerini yad ettiği gibi o sahaya dair yeni ufuklar açacak derecede zengin bir hayal gücü ve düşünce perspektifine de sahiptir. Dikkat edilirse bir sahada keşif yapanlar daima o sahada yetenekli kişilerdir.
- İlhama açıklık: Kişinin potansiyel yeteneği, doğrudan İlâhî tayin ve takdire dayandığı için açılma ve gelişme safhasında insanlığın birikimlerinin ötesinde Sonsuz İlâhî İlim Hazinesi’nden bilgiler ve şifreler alacak derecede bir sezgi ve ilhama açık olur. Kendi potansiyeline göre bal üreten arının, vahiy alarak, bir hikmet mucizesi olan balın zuhuruna vesile olması gibi…
- Mutluluk Verme: Kişinin potansiyeli, onun hakikatidir. Bir şeyin hakikati ise onun duygu-düşünce-fizik bütün yönlerine, bir ağacın dalları ve nöral ağ gibi yayıldığından, potansiyelini aktif hale getiren kişi, gerçek manada kendisi olur. İnsanın istidadı, İlâhî irade tecellisi de olduğundan, kişi istidadını yaşadığında tam manada Allah’ın istediği bir hayatı yaşamasıyla, İlâhî sanatın mücessemi haline gelir. İstidadına uygun her tavrı, ona bir mutluluk, kendileşme, İlâhî rızaya ve sevgiye erişme şeklinde dönüş sağlar.
- Mükemmellik: Rene Guenon’un Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alâmetleri isimli kitabında vurguladığı üzere, her hakiki sanatkâr, potansiyeline göre sanat icra eder. Böyle bir sanatkâr ise, kendi sahasında mükemmel ve şaheser boyutta eserler ortaya koyar. Mesleğini bir sanat olarak ve sanatını ise kendi ruhunun bir aynası olarak icra eder. Bu açıdan yaptığı işi kusursuz ve itina ile yapma arzusu, bir kişinin o sahada yeteneğinin olduğunun diğer bir göstergesidir, diyebiliriz.
- Uyumlu çalışma: Kişi, yeteneği olan sahada bencillik ve egosantriklik sergilemez. O saha ile ilgili en ufak bir bilgiyi kıymetli gördüğü gibi; ufak bir tecrübeyi de ilgi ile dinler. Bu çerçevede başka insanlarla o sahada bir problem yaşamaz. Mesleğini daha mükemmel icra için herkesi bir üstad ve hoca olarak algıladığı gibi ruhunun ve mutluluğun inkişafına da vesile olarak görür. Bu çerçevede ilim ve hikmet konusunda potansiyel yeteneği olan Said Nursi “80.000 kişiden ders aldım, hepsi bana hocalık yaptılar” der.[1] Bir araştırmaya göre normal bir insan ömrü boyunca 80.000 kişi ile tanışmaktadır. Demek Bediüzzaman her tanıştığı kişiden bir şey öğrenmiş. Meslek ve sanatını, iman kurtarmak olarak ifade eden Said Nursi’nin iman hizmetinin organize şekilde yapılmasını sağlamak için kaleme aldığı İhlas Risalesi, kişinin yeteneği olan sahada uyumlu çalışmaya açık olduğunun bir delili ve göstergesidir.
Bu ve benzeri sırlar sosyal hayat ve kişisel hayat tecrübelerimle müşahede ettiğim yetenek tespit düsturlarıdır. Herkes kendi aslî yeteneklerinde derece derece bu sırları müşahede edebilir. Bu tespitler ışığında kişisel yetenekler keşfedilerek kaliteli, ruhlu bir istihdam sistemi icra edilebilir. Aksi takdirde işin kabuğunda kalınan, köksüz ve ruhsuz bir çalışma dünyası yaşanmaya devam zorunda kalınacaktır.
Yeteneklerin Dereceleri ve İstihdam Şekilleri
Kâinattaki İlâhî iktidarda, bazen aynı sahada farklı seviyede yetenekler istihdam olunur. Mesela bir geyiği bir aslan avladığında, önce aslan karnını doyuracak derecede geyikten istifade eder. Geri kalan kısımlarda akbabalar, sırtlanlar, karıncalar, kurtçuklar istihdam olunarak geyik cenazesinin oluşturduğu kirli manzara yeryüzünden silinir. Akbabalar, cesedin yumuşak kısımlarını yer. Sırtlanlar kemikli kısımlarından faydalanır. Karıncalar ve kurtçuklar ise döküntülerden faydalanarak ekolojik dünyanın Temizlik İşleri Bakanlığının memurları olarak istihdam edilirler. Her birisi, farklı seviyede yetenekleri ve donanımlarına göre bir temizlik faaliyeti yaparlar.
Aynı şekilde İlâhî iktidar bazı insanlara bir sahada teknisyen olabilecek bir istidad tayin etmiştir. Diğer birisine tekniker, başka birine mühendis, daha başkasına ise yüksek mühendis istidadı vermiştir. Bu kişiler alacakları teorik bilgi ile yeteneklerini açıp yapacakları pratik ile de bilgilerini meleke ve sanat haline getirebilirler. Bu noktada sosyal hayatın modası, çeşitli faktörlerin verdiği hırs ile teknisyen potansiyelli biri mühendis olmaya çalışırsa fıtrat düzenine ters bir tavra girmiş olacaktır. Ne o aldığı bilgiyi sindirebilecek bir idrak potansiyeli ne de o bilgiyi bir sanat haline getirecek irade gücü kendisinde vardır.
Kamu sektöründe şu an mühendis sayısının gittikçe artması, teknisyen ve teknikerlerin azalması, maalesef fıtrat düzeni ve hakikatten kopulduğunun göstergesidir. Çünkü teknisyenin ve teknikerlerin yapacağı vazifelerin bir mühendise yaptırılması gibi bir durum mecburi hale geliyor. Bu ise memuriyetteki kariyer ilkesine aykırı olduğu gibi, mâlî yönden de bir israftır. Çünkü mühendis maaşı ile teknisyen maaşı arasında ciddi fark bulunmaktadır. Teknisyen ve tekniker gibi kadrolar, ara kadro mahiyetinde olup teknik sahanın iş yükünü çekecek kesimi ifade ederler.
Kalite kanunu çerçevesinden meseleye bakıldığında bir kurumda teknisyen sayısı tekniker sayısından, tekniker sayısı ise mühendis sayısından daha fazla olmak zorundadır. Ki bu hal doğal sürece riayet edildiğini ve gerçekçi olunduğunu gösterir. Çünkü kalite daima sayı azlığını netice verir. Teknik personel istihdamında işe alımda sadece teorik bilgiyle yetinilmemesi, çalıştırılacak personelde staj tecrübesi, üniversitelerde teknik bir üretim yapma ile mezuniyet diploması verilmesi gibi zorunluluklar konulması mühendis unvanının içini dolduracak, iş hayatına geçildiği zaman sahaya dair bir tecrübeyi önceden kazandırmış olacaktır. Aksi takdirde teorik bilgi, iş hayatının tecrübe isteyen kompleks problemleri karşısında çaresiz kaldığı emek piyasasında artık net olarak bilinen bir husustur. Bu noktada bütün faaliyetleri fiziksel ürün ortaya koymaya dayanan teknik personellerin öğretim ve eğitim faaliyetlerinde uygulama dersleri ve staj zorunlu olmalı, yükseköğrenim sürecinde her eğitim yılında bunlar kendine yer bulmalıdır. Bu konuda Sultan II. Abdülmahid döneminde kurulan, Mehmed Âkif gibi kıymetli şahsiyetlerin bünyesinde vazife yaptığı Ziraat Meslek Liseleri güzel bir model olabilir. 1993-1997 yılları asrında Halkalı Ziraat Meslek Lisesi’nde teknik bir eğitim aldığım için verilen eğitim ve öğretim faaliyetlerini ve kalitesini yakinen bilmekteyim. Eğitim süreci başlangıcı, gelişim safhası ve sonu ile şöyle işliyordu:
Lise, yatılı bir okuldu. Ortaokul sonrası “Kurumlar Sınavı” ile bütün Türkiye genelinden öğrenci almaktaydı. Okula girişte 4 yıl mecburi hizmet karşılığında iş garantisi verildiği için okuyan öğrenci kalp huzuru içinde eğitimini mükemmelen icra etmekteydi. Eğitim süreci 4 yıldı. Normal lise müfredatı ile beraber 2. sınıftan itibaren ağırlığını hissettiren meslekî sahaya dair eğitim de verilmekteydi. Her hafta 2 gün 4’er saat uygulama dersleri olmakta, öğrenci her tatbikat dersinde farklı bir sahada uygulama yapmaktaydı. Mesela Gıda Teknolojisi dersinde peynir yapımı, jöle ve reçel yapımı öğretiliyorsa, bizzat Gıda Teknolojisi uygulamalarında peynir, jöle ve reçel yapılıyordu. Okul ürettiği peynir, reçel ve konserveleri, okulun yemekhanesinde kullandığı gibi fazla üretimi halka da satış yapmaktaydı. Bahçecilik bölümünde fide yetiştirme, aşılama, bordo bulamacı yapma, Hayvancılık bölümünde koyun ve inek sütü sağma, silaj hazırlama, hayvanların bakımlarını yapma, Küçük Evcil Hayvanlar bölümünde kümes hayvancılığı yapma, yumurta üretme ve bunları satma gibi faaliyetler okulun öğretim ve eğitiminin bir parçası idi. O günlerde yeni revaçta olan Kivi yetiştiriciliği, Arıcılık ve Alabalık yetiştiriciliği ayrı bir ders olarak, okutuluyordu. Uygulama sahası olmayan derslerde yalnızca teorik bilgi veriliyor, fakat uygulama sahası olanlarda iş pratiğe de dökülmekteydi. Ayrıca okulun kendi içinde yaz aylarında icra edilen bir stajı bulunmaktaydı. Staj, yanlış hatırlamıyorsam, 2. sınıftan mezun olanlara 45 gün olarak uygulanıyordu.
Okuldan mezun olduktan sonraki yıl Tarım Bakanlığı’nda yapılan kura çekilişiyle Kayseri iline bağlı bir ilçe tarım müdürlüğüne tayinim çıkmıştı. Benim tayinim çıkan şehir, kuralar arasında en batıda sayılabilecek bir şehirdi. Diğer arkadaşlar ülkenin doğu, güneydoğu ve kuzey doğu bölgelerinde kuralar çekmişlerdi. Herhangi bir torpil, adam kayırma, özel muamele hiç kimseye yapılmamış her teknisyen kendi kurumuna gidip çalışmaya başlamıştı. Bu uygulama dahi ülke tarımı açısından eksikleri giderici güzel bir tercihi göstermekteydi. Tayin yerimde 2003 yılına kadar mesleğimi icra etmiştim. Bu süreçte Lise’de alınan teknik eğitim ve öğretimin gayet doyurucu bir mahiyette olduğunu yakından görmüş oldum. Aslî yeteneğim başka sahalarda olduğu için eğitim dolayısıyla 2003 yılında Tarım bakanlığından ayrılıp YÖK’ün bünyesinde bir kuruma tayin oldum… Sonraki süreçte, 1993-1997 yıllarında Türkiye’nin farklı bölgelerinde faaliyet gösteren 8 adet Ziraat Meslek Lisesi ne yazık ki iş garantisi özelliğini kaybetti ve revacı azaldı. Bu asırlık okullar ve eğitim müesseselerinin çoğu nihayetinde birleştirilerek kapatıldı. Kurumların tarihi binaları ise güzel görüntüsü ve tarihi yönünden dolayı çeşitli eğitim kurumlarına kampüs olacak şekilde devredildi.
Ziraat sahasında büyük bir boşluğu dolduran ve teknik sahaya ait hizmetleri gören bu okulların kapatılması, ziraat sahasında da mühendis sayısının patlamasına, teknisyen ve tekniker nüfusunun azalmasına yol açtı. Kalite kanunu ve %20-%80 şeklindeki Pareto oranı gereği herkes ziraat mühendisi olabilecek bir donanımla dünyaya gelmediğinden, fakat herkes gerek heves, gerek ekonomik şartların zorlaması ve gerekse benzeri gerekçelerle mühendis olmaya kendini mecbur hissettiği ve layık gördüğünden fakat fıtrat kanunları buna müsaade etmediğinden ismi mühendis, fakat teorik bilgisi ve teknik kalitesi ancak teknisyen ve bazen tekniker olabilecek çok sayıda kişi Tarım Bakanlığı kadrolarını işgal etmeye başladılar. Bunun neticesinde ülkenin ziraat konusundaki mevcut hali ortaya çıkmıştır.
Bu çerçeveden bakıldığında istihdam politikası açısından ara kadrolar yetiştirecek, iş garantili, yetenek tespitine göre öğrenci alan eğitim ve öğretim kurumları açılması, var olan kurumların desteklenmesi ve çoğaltılması, eğitim ve öğretim kurumlarının kalitesini artıracak tedbirlerin alınması istikbale göre hareket eden bir istihdam yöntemi olarak kendini gösteriyor. Aksi takdirde eksik istihdamın feci akıbeti kendini her sahada günden güne beliren olumsuzluklar ve gerilemelerle göstermeye devam edecektir. Ziraat bu sahaların sadece bir tanesidir.
[1] Lem’alar, 24. Lem’a, Bir Muhavere, 1. Nükte. Bu nüktede Bediüzzaman ayrıca bütün ömrü boyunca kendisinin en esaslı dersi, merhume validesinden ders aldığını ve annesinden aldığı dersin diğer bütün kişilerden aldığı derslerin çekirdeği hükmüne geçtiğini ifade eder.