1950 baharı Türkiye ayaktaydı. Yaklaşan değişimin ayak sesleri seçim meydanlarından çınladı. Kitleler kıpır kıpırdı. Seçimlere bir ay kala Ankara ve İstanbul‘dan iki cenaze kalktı. İlki Recep Peker‘inkiydi. İnönü’nün sert tabiatlı Başbakan’ı, hükümetten olduğu gibi, dünyadan da sessiz sedasız çekilip gidiverdi. Ama ikinci cenaze hiç o kadar mütevazi olmadı. Kurtuluş Savaşı komutanı ve Millet Partisi lideri Mareşal Fevzi Çakmak‘ın cenazesinde olaylar çıktı. Çakmak önemli isimdi. Ama iktidar başta cenazeye önem vermedi. Hatta radyolar neşeli müzik yayınına devam ettiler. Birden halk sokaklara doluverdi, olaylar çıktı.
Bu iki cenaze iki partinin; CHP ve DP‘nin kamuoyu yoklaması oldu adeta. Değişimin rüzgarı sert esmeye başlamıştı. Ama CHP’de bambaşka bir hava hakimdi. Erken bir zafer sarhoşluğu partilerin başını döndürüyordu. CHP’yi yanıltan seçim kampanyası oldu. İnönü’yü İstanbul Taksim‘de on binler karşıladı. Vali Fahrettin Kerim Gökay kürsüye çıktı ve ‘İşte Paşam, İstanbul’ dedi. Oysa bu kalabalık o gün İnönü’yü alkışlayıp 3 gün sonra oyunu DP’ye verecekti. Türkiye, bu atmosfer içinde 14 Mayıs seçimlerine gitti. Bu seçimler 1946’dakinden çok farklıydı. ‘Açık oy gizli tasnif’ tarih sayfalarında yerini almış, millet ‘gizli oy açık tasnif’ ile reyini belli etmişti. Türkiye’ye 12 yıldır damgasını vuran İsmet İnönü, Çankaya Köşkü‘nden olup bitenleri takip ediyordu. Gelen ilk haberler İnönü’nün canını sıkarken DP cephesinde bir bayram havası meydana getiriyordu. Adnan Menderes, heyecanlı… Seçim sonuçlarını takip ettiği yer Aydın’da Şevket Hasırcı’nın evi. Havadisleri radyodan dinliyordu. Gelen haberlere pür dikkat kesiliyor, heyecandan oda içinde bir oraya bir buraya gidip geliyordu. Gece saat 01.00 sıraları Ankara’dan Fuat köprülü, Menderes’i arayarak müjdeli haberi verdi.
“Ağam olanlar oldu. Dik şapkanı başının üstüne. Çık sokağa ilan et. Daha şimdiden sayılan oylarla memlekette oyların yüzde 64’ünü kazandık. Hemen atla bir vasıtayla Ankara’ya gel.” Ankara’ya geldi parti merkezi dolup taşıyordu…
14 Mayıs 1950 seçim sonuçları aşağıdaki tablodaki gibidir.
Türkiye’nin demokrasi açısından dönüm noktası olan ilk çok partili hür seçimlerin yapıldığı, demokrasinin milâdı kabul edilen gün. 14 Mayıs 1950 günü siyasî tarihimize “Beyaz ihtilâl” olarak geçti. CHP'nin 27 yıllık tek parti diktasını halkın oylarıyla deviren bu seçim zaferi, aynı zamanda Türkiye’de yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Türkiye gerçek manada cumhuriyet rejimiyle 14 Mayıs 1950 günü tanıştı. Ancak demokrasi tarihimizde geride bırakmamız yıllara rağmen demokrasimizin tam olarak yerleştiğini söylemek maalesef hâlâ mümkün değil.
14 Mayıs 1950’de CHP tepetaklak oldu; Demokrat Parti bütün yurtta seçimleri kazandı. Bu rahmetli Refik Koraltan‘ın o günlerde söylediği gibi ‘Tam bir beyaz ihtilaldir’di. İhtilalciler beyaz elbiselerine hiçbir leke sıçratmadan sandıkların içinden çıkmış Ankara sokaklarını doldurmuştu. Herkes birbirini öpüyor, kucaklıyor, tebrik ediyordu. Bütün yurtta şenlikler başlamıştı.
14 Mayıs tarihi, Türkiye’de devlet-parti özdeşliğine dayanan bir bürokratik diktatörlükten, öznesini halkın oluşturduğu yeni bir siyasete geçişi temsil etmektedir. Ancak bu tarihten sonra Türkiye’de "halk" cumhuriyetçi retoriğin sırf bir malzemesi olmaktan çıkıp kamu siyasetinde kısmen de olsa belirleyici bir rol edinmeye başlayabilmiştir. "Millet’in kağıtlara yazılı olan "egemenlik"i ancak bu tarihten sonra işlevsel olmaya, "Millet’in bireyleri "vatandaş" haline gelmeye başlamıştır…” (Tercüman, 16.05.2005-Mustafa Erdoğan)
Bazı tarihlerin toplumlar için bir dönüm noktası olduğu açıktır. Demokratikleşme mücadelesinde kalın harflerle not edilmesi ve üzerinde düşünülmesi gereken birkaç tarihten biri de ‘14 Mayıs’tır. Demokrasi yolundaki uzun ve dolambaçlı mücadele sürecinde 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan genel seçimlerde, Türkiye tarihinde ilk defa, evet ilk defa, vatandaşın kullandığı oylarla ortaya koyduğu eğilimle siyasi iktidar kadrosu belirlenmiş ve iktidar el değiştirmiştir. İktidar kadrosunun seçim yoluyla, barışçı bir biçimde ve halkın istediği biçimde el değiştirmesi siyasi gelişmenin en önemli göstergesi ve merhalesidir. Zaten demokrasiyi anlamlı ve tercih edilebilir hale getiren belli başlı temel ilkelerden biri ve belki de en önemlisi iktidarın sandık yoluyla ve halkın istediği biçimde barışçı şekilde el değiştirmesidir.
Demokrasi siyasi iktidarı kullanacak kadroları belirleme sorununa basit, anlaşılabilir ve pratik bir çözüm getirmektedir. İktidarı kullanacak olanlar toplum üyelerinin kendi hür tercihleriyle belirledikleri kadrolardır. Seçimlerde ortaya çıkan halkın iradesine göre iktidar el değiştirmektedir. 14 Mayısta iktidar ilk defa barışçı yolla el değiştirmiştir... Türkiye’de ilk defa sandık yoluyla iktidar 14 Mayıs 1950’de el değiştirmiştir. Bu tarihten önce de seçimler yapılmıştır; halk sandıklara gitmiş, oy kullanmış, temsilcilerini seçmişlerdir. Cumhuriyet döneminde birden çok partinin katıldığı ilk seçimler 1946 genel seçimleridir, fakat bu seçimlerde halkın iradesiyle iktidar el değiştirmiş değildir. Ayrıca bu seçimler ‘şaibeli seçimler’ olarak tarihe geçmiştir. ‘Yeter Söz Milletindir‘ sloganıyla yola çıkan bir ekibin 14 Mayıs 1950 seçimlerinde halktan büyük bir destek alarak iktidara gelmesi ve on yıl kaldığı iktidarda gerçekleştirdiği icraatlar hala milletin hafızasındadır.
14 Mayıs 1950‘de Adnan Menderes’in Demokrat Partisi 69’a karşı 408 milletvekili çıkararak, CHP’ye tarihi bir ders verdi. Bu öyle bir dersti ki, CHP zihniyeti bir daha tek başına iktidar yüzü görmedi.
Artık millet söz sahibiydi. Millet söz sahibi olduğu içinde, yıllar yılı onun rağmına yapılan icraatlara son veriliyor, milletin istediği işler yapılmaya başlıyordu.
Yıllardan beri millete karşı yürütülen dinî baskılar, dine yönelik yasak ve engellemeler DP gelince son buluyordu. Menderes hükümeti daha ilk ayında 18 yıllık aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezana hürriyetini veriyor, ezan serbest bırakılıyordu. İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda dinî program yasağı kaldırılmış ve haftada iki gün Kur’ân okunmasına başlanmıştı.
Başbakan Adnan Menderes’in dine ve dindarlara tavrı ise açık ve kesin idi. Daha 1951’de “irtica” iddiasıyla dindarlara baskı yapılmasının hesabını kuranlara karşı, “DP, vicdan hürriyetine riayet edeceğini beş yıl evvel programıyla millete vaat etmiştir” cevabını veriyordu. “Türk Milleti Müslüman’dır ve Müslüman olarak kalacaktır. Evvela kendine ve gelecek nesillere dinini telkin, onun esasını ve kaidelerini öğrenmesi, ebediyen Müslüman kalmasının münakaşa götürmez bir şartıdır” diyen Menderes’ti.
Bunun için, ezanın aslına çevrilmesine sebep olduğu için Menderes, Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İslâm kahramanıdır”:
“Başvekil Adnan Menderes:
“Bu memleketi saadete götürecek yolun demokratik sistem, çok partili sistem olduğunu söyledik. Biz inanıyorduk ki, şayet bu millet kendi işlerini kendi eline alacak olursa, kendi kaderine sahip olacak olursa, memleketi ıstıraba sevk eden şikâyetler kendiliğinden yoluna girecektir. Biz buna inanarak çalıştık.“
“…siyasi hayatta muvaffakiyetin başlıca düsturunun samimiyet olduğuna kaniim. İdare vazifesini üzerine almış insanlarda samimiyet olmadıkça memlekete hizmet etmenin, muvaffak olmanın mümkün olmayacağına kaniim” diyordu.
Çarıktan medeniyete geçişin adıydı onun dönemi. Kimi “beyaz devrim” dedi ismine, kimi “altın yıllar”... Asırlardır hizmete susamış Anadolu insanı; baraja, yola, fabrikaya, okula, suya, elektriğe onunla kavuşmuştu. Anadolu insanı ezanına da onunla kavuşmuştu. Sevinç gözyaşları içinde duygularını yaşamıştı… Bunun için ona “İslam Kahramanı” denmişti. Artık millet huzurluydu, mutluydu. Mahsul para ediyor, elleri nasır tutan köylünün yüzü gülüyordu. Sefaletin, Anadolu’nun kaderi olmadığını anlıyordu artık insanlar. Halk horlanıp itilip kalkılmaz olmuştu. Devlet dairelerinin kapıları milletin girebilmesi için sonuna kadar açılmıştı. Sadece halkın değil, ülkenin itibarı da zirveye yükseliyordu. Türkiye için yeni dünya düzeninde öylesine bir ülke öngörenlerin hesaplarını şaşırtıyordu Menderes. Türkiye’ye kendi halinde bir ülke gömleği dar gelmeye başlıyor, adeta geçmişteki şanlı yerine doğru başını yeniden doğrultuyordu.
Not. Bu makale: Mehmet Abidin Kartal, Demokrasi Kahramanı Menderes – Darağacı, İskenderiye Kitap, İstanbul 2015, s. 73-77’den alınmıştır.