1918’de İslâm’ın son kalesi düştüğünde ve o günden bugüne geçen 94 sene boyunca, İslâm dünyası ‘birlik’ ihtiyacını iliklerine kadar hissetti.
Geçen hafta Cuma günü El-Hula’da çocuklar katledilirken; Urumçi’de, Srinagar’da, Gazze’de, Bağdat’ta, Kandahar’da, Srebrenista’da ekin biçilir gibi Müslümanlar şehit edilirken ‘biz’ yine aynı ‘birlik’ ihtiyacını hissediyor ve dillendiriyorduk.
1969’da Mescid-i Aksa kundaklanmaya teşebbüs edilinceye kadar İslâm ülkeleri idarecilerinin gündeminde bile değildi bir araya gelmek. O yıl Rabat’ta toplanıp, merkezi Kudüs olan İslâm Konferansı Teşkilatı’nı kurmaya karar verdiler. İslâm âleminin en önemli hükümeti Türkiye’nin idarecileri son döneme kadar bu konferansın şartını bile imzalamamışlardı, Kur’ân okunduktan sonra toplantı salonlarına girerlerdi! Hamdolsun, Ankara’ya İstanbul kokusu sindikçe durum değişti. Adı konferans olan teşkilat bile bugün logosunda Kâbe ve tüm dünya olan bir ‘işbirliği teşkilatı’na dönüştü.
İslâm dünyası, bu en uzun ve en çetin yüz yılında mefluç bir hastayı, prangaya vurulmuş bir mahkûmu andırıyordu. Konuşmaya, hareket etmeye mecali yoktu; azalarını kımıldatamıyordu bile! Maddeten ve manen zincirliydi hem de!
Hayatlarla birlikte hafızalar da yağmalandı: Müslümanları birbirine bağlayan ‘bağlar’ ya kopartıldı yahut unutturuldu! Eldeki nimetlerin kıymeti bilinmeyince ittihattan da olduk devletten de şevketten de!
1911’de Üstad Bediüzzaman’ın Tiflis ve Şam’da yaptığı tespit ve müjdelerin üzerinden on sene geçtiğinde, 1921’de Şeyh Sunusi (1867-1933) riyasetinde Ankara’da geniş çaplı bir İslâm Birliği Konferansı yapılmak istendi. Büyük bir heyecana vesile olan bu konferans, İngilizlerin tertibi ile Hicaz bölgesine kaydırıldı! Aynı tarihte Bediüzzaman Hazretleri de İstanbul’da telif ettiği ve gizlice neşrettiği Hutuvat-ı Sitte eserinde, İngilizlerin dessaslıklarını bir bir deşifre ediyor ve İslâm’ın izzetini ilan ediyordu.
Hüseyin Ragıp Bey, Hâkimiyet-i Milliye’de kaleme aldığı makalesinde Ankara’yı “İslâm kıyamının umumi karargâhı” olarak tavsif ediyor ve düzenlenecek konferansın salip ve sermaye istilasına karşı en kahredici mukavemet azmi ilanı olacağını ifade ediyordu.
Sebilürreşad başyazarı Eşref Edip Bey de (1882-1971) Ankara’da böyle bir konferans toplanmasından duyduğu memnuniyeti uzunca bir makale ile dile getirir. Ona göre ‘biz’ bu büyük âlemin, İslâm dünyasının düşünce dimağıyızdır ve bütün bu sesleri bir noktada toplamak, fikirlere salim bir istikamet vermek ‘biz’e düşen vazifelerin en sonuncusudur. Ona göre, “Yaralı ve natuvan düşmüş olsak da yine nüfuzumuz büyük büyük kıtalara, yüzlerce milyon kalplere şamildir.”
O zaman (1921), Ankara’da toplanamayan kongre, Sivas’ta toplandı. “Sizler ümmetin kurratu’l-aynısınız” diye hitabeden Şeyh Sunusi’nin ülkeden ayrılmasından sadece birkaç yıl sonra ‘ittihad’ rüyaları ve heyecanı, yerini, derin bir uykuya, kasvetli bir geceye bıraktı!
Âlimlerin kimi sürgün kimi idam edildi, Eşref Edip tevkif edildi, dergisi kapatıldı, İslâm dünyası ile irtibatlar kopartıldı, yeni yepyeni ama kara kapkara bir dönemdi! En karanlıklı gecelerden daha karanlıklı bir gecede İslâm yazısı kaldırıldı. İslâm âleminin birlik sembolü, temsil makamı olan hilafet kaldırıldı. Bediüzzaman Hazretleri sürgün edildiği Burdur ve sonra Barla (Isparta)’da koparılan irtibatları tamir etmeye, Anadolu’yu ayağa kaldırmaya, İslâm dünyasını birleştirmeye yönelik, büyük, köklü, nebevi ve Kur’âni bir hareket başlattı. Devrin hükümetleri bu hareketi boğmak için her türlü teşebbüsten geri durmadılar ama durduramadılar da!
1921’de yapılamayan İslâm Birliği Konferansı Pazar günü 91 sene sonra on beş bin kişinin katılımıyla Ankara’da yapıldı. Bediüzzaman Hazretleri’nin manevi mirasını ve tacını yüksek bir ihtimam ve ihlâsla taşıyan Hayrât Vakfı, İslâm dünyasının her yerinden âlimlerin iştirakiyle ‘ittihad-ı İslâm’ konulu 5. Milletlerarası Bediüzzaman ve Risale-i Nur Sempozyumu’nu gerçekleştirdi.
Toplantıda lahuti bir atmosfer, ihtişamlı bir cemaat vardı. Kürsüdeki hatipler de muhataplar da Ankara’dan İslâm dünyasının tüm merkezlerine mesajlar verdiler, İslâm Birliği için kararlar aldılar, dualar ettiler. Hüseyin Çelik’in açılışta konuştuğu bu harika şûra, ‘her sahada ve her ölçekte birlik’ ihtiyacının ne kadar şiddetli ve ittihad-ı İslâm vazifesinin en büyük farz vazife olduğunu bir defa daha açıkça gösterdi.
Bu vesileyle ‘ittihad-ı İslâm’ hedefini gösteren Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ni ve Hayrât Vakfı’nın kurucusu Ahmed Husrev Altınbaşak Hazretleri’ni rahmetle anıyorum.
Usta yazar Sadık Albayrak’ın kitabından (İz Yayıncılık, 2006) ödünç aldığım başlığı şöyle de okumak mümkün artık: Yiğit düştüğü yerden kalkıyor!
Sonsuz şükürler olsun Âlemlerin Rabbi’ne!
Yeni Akit